Güncelleme Tarihi:
POSTMORTEM BİR KEŞİF
“O anki heyecanımı nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli aydınlardan birinin hayattayken yayınlanamamış ve artık ‘postmortem’ (yazarın ölümünden sonra yayınlanan eseri) bir nitelik kazanmış olan bir yapıtını keşfetmiştim.” diyen Yurdakul hem üstadı ve kitabı anlattı, hem de arşivinden ilk kez yayımlayacağımız çok özel Doğan Avcıoğlu fotoğraflarını paylaştı.
*Ablam Sevil Yurdakul, Doğan Avcıoğlu’nun ilk eşiydi. Avcıoğlu’nun vefatından sonra (3 Kasım 1983) arşivi ablama kalmış ve o da kitap, dergi, gazete ve bazı el yazmalarını içeren bu arşivi Ankara’daki evinin zemin katında korumuş. 1991’de yurda döndüğümde bu arşivi inceledim, kitapları, yanlarına tuttuğu notları, dergileri, el yazmalarını gözden geçirdim. Avcıoğlu yazılarını ve kitaplarını elle yazardı, yakınları bunları daktilo ederdi. Evde bulunan el yazmaları daha önce yazdığı o yazılara ve kitaplara aitti. Ama maalesef şimdi konuştuğumuz bu el yazması kitap çalışmasını (Osmanlı başlığını taşıyan bir harita metot defteri) gözden kaçırmışım. Defteri Silivri’den tahliye olduktan sonra Nisan ayında o arşivi yeniden gözden geçirirken buldum. O anki heyecanımı nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli aydınlardan birinin hayattayken yayınlanamamış ve artık “postmortem” (yazarın ölümünden sonra yayınlanan eseri) bir nitelik kazanmış olan bir yapıtını keşfetmiştim.
Uğur Mumcu, kendisi ve pek çok aydının avukatı Turgut Kazan ile birlikte Avcıoğlu’nun mezarına toprak atıyor. |
KÜLLİYATI TAMAMLAYAN KİTAP
*Diğer kitaplarıyla kısa bir karşılaştırma sonucu bunun “Türklerin Tarihi 6. Kitap” taslak çalışması olduğunu gördüm. Duygularımı hemen aktardığım yayıncım da aynı heyecanı paylaştı, her işi bırakıp bu el yazmasını yayına hazırlamamı önerdi. Doğan Avcıoğlu, kapağına “Osmanlı” sözcüğünü kaydettiği büyük boy harita metot defterine el yazısıyla arkalı önlü 180 sayfa yazmış. Bugün hayatta olan hiç kimseye maalesef bu çalışmadan söz etmediği için bunun kitaplarının içindeki yerini yorumlayarak bulmak gerekti. Ama Türklerin Tarihinin Beşinci kitabının sonuna “Altıncı Kitap’ta: Osmanlılar” ibaresini koyması ve bu deftere de “Osmanlı” adını vermesi, bunun “Türklerin Tarihi Altıncı Kitap” olduğunu gösteriyor. Yine çalışmanın içeriğinden ve sonunda geldiği yerden bunun Türklerin Tarihinin son kitabı ve o dizi ile Türkiye’nin Düzeni arasında bir köprü olduğunu anlıyoruz.
“TÜRKİYE’NİN DÜZENİ” İLE “TÜRKLERİN TARİHİ” ARASINDA KÖPRÜ
* ’Türkiye’nin Düzeni” kitabı, Osmanlı toplum düzeninin kısa bir incelenmesi ile başlar. Bu inceleme sonucu; toprak mülkiyeti ve köylülüğün durumu, Baharat Yolu’nun içinden geçtiği Anadolu’da çok zengin bir ticaret ağının kurulmuş olması, çok gelişmiş büyük şehirlere sahip olunması ve nihayet fetihler nedeniyle merkezi devletin ekonomik gereksinimlerinin yarattığı prekapitalist bir düzenin varlığı savunulur. O düzenin kendi dinamiğiyle sanayi devrimini yapabilecek güçte olduğu belirtilir. Ancak Türkiye’nin 1838 Ticaret Anlaşmasıyla Avrupa ekonomilerinin pazarı haline getirilerek bu şansı kaybettiği öne sürülür.
* İşte bizim yayına hazırladığımız kitapta da bu düzenin ayrıntılı bir araştırılması yapılmakta, “Türkiye’nin Düzeni”ndeki temel tezler irdelenmektedir. “Osmanlı” adlı defterdeki bilgilerin getirilip 1838’e dayandırılması da bunu kanıtlamaktadır. Bütün bu nedenlerle biz bu çalışmaya -şimdilik- “Osmanlının Düzeni” adını vermeyi düşünüyoruz. Başka bir deyişle 7 ciltlik bir külliyatın son kitabını yayına hazırlıyoruz: Orta Asya’daki Türk Devletleri (TT 1-2), Türklerin İslamiyete geçişi ve İslam Kültürü (TT-3), Büyük Selçuklu Devleti (TT-4), Anadolu Selçuklu Devleti (TT-5), yayına hazırladığımız Osmanlının Düzeni ve Türkiye’nin Düzeni.
DEPREMDE HERKES KAÇTI, O ODASINDA YAZMAYI SÜRDÜRDÜ
* Doğan Avcıoğlu’nun eniştem olması nedeniyle uzun yıllar aynı evde yaşadık. Ben o sıralarda genç bir üniversite öğrencisiydim ve İlhan Selçuk, Şevket Süreyya Aydemir, Yaşar Kemal, İlhami Soysal, Can Yücel, Çetin Altan, Mümtaz Soysal gibi dönemin en ünlü kalemlerinin sohbetlerinde bulunma şansına sahip oldum. Daha sonra yardımcısı ve çalışma arkadaşı oldum. Ömrümde onun kadar çalışkan bir insana çok az rastladığımı itiraf etmeliyim. Odasına sabah erken saatte girer, akşama kadar çıkmazdı. “Türkiye’nin Düzeni”ni Dragos’ta kiraladıkları bir evde yazdı, o zamanda yanındaydım. O yıl (1967) İstanbul yakınında ama İstanbul’da da şiddetle hissedilen bir deprem oldu; büyük yeğenim 1,5 -2 yaşlarındaydı, biz ablamla onu kapıp can havliyle sokağa fırladık, bir de baktık, Avcıoğlu yanımızda yoktu, hiçbir şey olmamış gibi evde çalışmaya devam ediyordu!
BU YAZI HANGİ DİLDE YAZILMIŞ? Yaşar Kemal ve Mümtaz Soysal, Avcıoğlu’nun henüz kazılmış mezarına hüzünle bakıyor.
* “Türkiye’nin Düzeni” yayınlandıktan sonra Ankara’da Devrim dergisini çıkarmaya başladı, ben de orada çalıştım. Az önce de söylediğim gibi yazılarını ve kitaplarını elle yazardı ve başta ağabeyi Hamdi Avcıoğlu olmak üzere biz onları daktilo ederdik. Yazısı da çok okunaksızdı. O alışkanlıkla şimdi başka birinin zor okuyacağı bu bulduğum çalışmayı ben rahatlıkla deşifre edebiliyorum. Asistanım el yazmasını fotokopi çektirirken kırtasiyeci, “Bu yazı hangi dilden?” diye sormuş. 12 Marta yaklaşılan günlerde bazı konularda Avcıoğlu’nun bazı siyasi düşüncelerine katılmaz olmuştum. 12 Mart’tan sonra zaman zaman görüşüyor olsak da, bu konular daha da artmıştı. Bunu şunun için anımsatıyorum: onun “postmortem” eserini yayına hazırlamanın bana kalması bir bakıma ironik bir paradokstur. Ama ben bunu ülkemizin yetiştirdiği bu çok değerli aydına ve tarih bilimine karşı önemli bir görev sayıyorum.
BU KİTAP, RESMİ TARİHİN NASIL TAHRİF EDİLDİĞİNİ ANLATIYOR BİZE
* Resmi tarih diye bize anlatılanların büyük çoğunluğunun hatalı, tahrif edilmiş ve eksik olduğunu bu kitapta bir kez daha görüyoruz. Yeni Osmanlıcılık denilen şey ise Osmanlının fetihçiliğine ve istilacılığına özenilen ve bilimsel olmayan siyasi bir fanteziden ibarettir. Üstelik ülkeyi yalnızlığa ve felakete sürükleyecek bir fantezidir bu. Osmanlıya özenilecekse, o devletin sınırları içindeki bütün dinlerin, bütün mezheplerin, bütün ırkların, bütün milletlerin, bütün etnik azınlıkların barış içinde bir arada ve özgürce yaşamalarına özenilmelidir. Bugün böyle bir şeyden söz edebilir miyiz? Tek cümleyle söylemek gerekirse, bu kitapta bilimsel tezler ortaya konmaktadır ve Yeni Osmanlıcılık denilen absürdite ile hiçbir ilgisi yoktur.
YENİ KİTAPTAN ŞEHZADELER ÇATIŞMASININ NEDENİ
Bu kitapta Osmanlı Tarihi tümüyle sosyo-ekonomik açıdan ele alınıyor. Resmi tarihten bildiğimiz birçok olayın aslında ekonomik ve sosyal çatışmalardan kaynaklandığını öğreniyoruz. Örneğin çok popüler tarih konularından biri olan Fatih’in oğulları Şehzade Beyazıt ile Şehzade Cem’in çatışmasının, Fatih’in birçok eski vakıf ve mülke karşı giriştiği bir reformdan kaynaklandığını bu kitaptan anlıyoruz. Bu girişime direnen eski mülk sahipleri Beyazıt’ın etrafında toplanıyor. Cem ise babasının reformlarını sürdürmek istiyor. Çatışmayı eski imtiyazlılar kazanıyor, Beyazıt’ı padişah yapıyorlar. Kanuni’nin kendi öz çocukları Mustafa ve Beyazıt’ı öldürmesinin temelinde de tımarlı sipahilerin, köylüler ve kapıkullarıyla anlaşmazlıkları var. Anadolu tımar erbabı, kapıkullarının imtiyazlı durumlarına ve saraylı zümreye karşı önce Mustafa’yı; o öldürülünce de Beyazıt’ı destekliyor.
TEK KİŞİLİK ARAŞTIRMA MERKEZİ
1926 Bursa doğumlu Doğan Avcıoğlu, Fransa’da sosyal bilimler ve ekonomi okuduktan sonra 1955’te ülkeye döner. Yedek subay olarak yaptığı askerliğin ardından Merkez Bankası’nda raportör, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde (TODAİE) araştırma görevlisi olarak çalışır. 1956’dan başlayarak dönemin etkili dergileri haftalık “Akis” ve “Kim”de yazıları yayımlanır. 1957’den itibaren CHP Araştırma Bürosu’nda Ortak Pazar, seçim sonuçları, konut sorunu, devlet personeli konularında incelemeler ve çalışmalar yapan Avcıoğlu, CHP’nin yayın organı “Ulus” gazetesinde yazılar yazar, bir süre “Akis”i yönetir. 27 Mayıs 1960’tan sonra CHP kontenjanından Kurucu Meclis’e üye seçilir ve Anayasa Komisyonu Üyesi olarak 1961 Anayasası’nın hazırlanmasında görev alır. 1960-61’de “Vatan” ve “Ulus” gazetelerinde yazar, Ankara Radyosu’nda dış haber yorumculuğu yapar. Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu’yla birlikte dönemin en etkili dergisi “Yön”ü çıkarmaya başlar (ilk sayı 20 Aralık 1961). “Yön”, Hikmet Özdemir’in deyişiyle “1960’lı yıllarda mevcut hükümete karşı parlamento dışı muhalefetin beyni işlevi”ni yerine getirir. 1968 yılı “Türkiye’nin Düzeni”nin çıktığı yıldır. Avcıoğlu, “1969 Yunus Nadi Armağanı”nı alan bu yapıtında, arayış içinde olan Türk soluna yeni açılımlar getirir. 12 Mart sonrasında 27 Nisan 1971’de “Madanoğlu cuntasının elemanı olduğu, orduyu isyana teşvik ettiği” suçlamasıyla 27 Mayıs’ın güçlü adlarından Emekli General Cemal Madanoğlu, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Ali Sirmen gibi arkadaşlarıyla birlikte tutuklanır. Bundan sonraki yıllarında aktif siyasetin dışındadır ve kendini ülkemizin dünü-bugünü ve geleceğiyle ilgili tarihsel, toplumsal, siyasal araştırmalara adar. O artık “Tek Kişilik Araştırma Merkezi”dir. Tüm zamanını araştırmalarına verir. “Her cepheden her kurşuna karşı önlem aldım, kanserle arkadan hançerlendim.” dediği kanseri yenemeyerek 4 Kasım 1983’te hayata veda eder. Büyükada’nın doruklarından birine defnedilir. Cenaze töreni çok görkemlidir, Yaşar Kemal, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal, Hasan Cemal, İlhami Soysal, Turgut Kazan’ın aralarında bulunduğu pek çok entelektüel ve çalışma arkadaşı onu uğurlayanlar arasındadır. Uğur Mumcu onun için, “Tek başına üniversite gibiydi” demişti.
ABDİ İPEKÇE ONUNLA TÜRK SOLU ÜZERİNE RÖPORTAJ YAPTI
Doğan Yurdakul 1946’da Aydın’ın Bozdoğan ilçesinde doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Paris Sorbonne, Vincennes ve Cenevre üniversitelerinde lisansüstü öğrenim gördü. 12 Mart 1971 askeri darbesinde cezaevine atıldı. 2 yıla aşkın Mamak Askeri Cezaevi’nde yattı. Deniz Gezmiş ve Yılmaz Güney’in koğuş arkadaşıydı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, yazdıklarından dolayı yüzlerce yıllık ceza talep edince yurtdışına çıktı. “Yenigün, Ulus, Vatan, Aydınlık, Evrensel, Siyah-Beyaz, Günaydın” gazeteleri ile “Kim”, “Yön” ve “Devrim” dergilerinde çalıştı. “32. Gün” adlı televizyon programının Ankara temsilciliğini yürüttü. Abdi İpekçi 1978 yılında Doğan Yurdakul ile Türk Solu üzerine sohbet edip, Milliyet’te yayımladı. 35 yılın ardından emekli oldu. 1998’den bu yana yaşamını çevirmenlik yaparak ve kitap yazarak sürdürüyor. Oda TV davasında tutuklu yargılanıp tahliye edildi.