Osmanlı minimalizmi

Güncelleme Tarihi:

Osmanlı minimalizmi
Oluşturulma Tarihi: Mart 20, 1999 00:00

Haberin Devamı

OSMANLI'NIN 700. YILI

Osmanlı'nın 700. kuruluş kutlamaları sebebiyle, Berna Yılmaz'ın himayesinde gerçekleşen Atıl Kutoğlu defilesi, bu gece İstanbul'da, Yıldız Saray'ında. Dünyaca ünlü modacının koleksiyonundaki 150 kostüm Osmanlı'nın gösterişli çizgilerinden esinlenerek hazırlanmış. Ancak Kutoğlu'nun seçimlerinde sadelik hep dikkat çekiyor.

İPEK, ORGANZE, KADİFE

Dünyaca ünlü modacı Atıl Kutoğlu'nun koleksiyonları daima Türk sanatından esintiler taşıyor. Kutoğlu, modellerinde ipek, organze, deri, kadife ve ışıltılı kumaşları severek ve öncelikli olarak kullanıyor. Bu geceki defile, genç modacının Türkiye'deki ilk gösterisi olacak ve seçkin bir davetli grubuna sunulacak.

ATIL KUTOĞLU

Aslında işletme okumaya gidiyor, ama annesi artık oğlunun ünlü bir modacı olduğunu biliyor! Alman Lisesi'nden mezun olduktan sonra Viyana'ya gidiyor. 1992'de ‘‘En İyi Genç Modacı’’, 1993'te, ‘‘Avusturya'nın En İyi Modacısı’’ seçiliyor. 1994'te koleksiyonlarını Milano, New York gibi moda merkezlerinde sergiliyor.

HÜRRİYET İÇİN DUYGU GİYDİ

Osmanlı ihtişamını yansıtan renkler: Morlar, siyahlar ve altınlar. Kumaşlardan, ipek kadifeler. Sürreal motifler. İşte Atıl Kutoğlu'nun Osmanlı sentezi. Bakın kendisi ne diyor: ‘‘Osmanlı beni hep etkiledi. O dönemin kumaşları, çinileri, renkleri herşeyi bana heyecan veriyor. Bugüne kadar hazırladığım kreasyonları hep Osmanlı süzgecinden geçirip Avrupa'ya verdim. Zaten bu akşam sunacağım koleksiyon da günümüzde giyilebilecek türde bir Osmanlı.’’ Kutoğlu'nun Sonbahar-Kış koleksiyonundan birkaç parçayı Duygu Dikmenoğlu Hürriyet okuyucuları için sundu.

ASLINDA KAFTAN

Duygu Dikmenoğlu'nun giydiği bu kostüm Kutoğlu'nun stilize bir kaftanı. Günün değişik saatlerinde kullanılabilecek bir giysi. Ama asla sabahlık değil!

NASIL ÜNLÜ MODACI OLDU?

İstanbul'dan Viyana'ya uzanan moda serüveninin kısa sürede gelen ünü. Daha 31 yaşında olan Kutoğlu şimdiden dünyaca ünlü bir modacı. Kutoğlu, Amerika ve Avrupa basınının ‘‘multi-culturel’’ olarak nitelendirdiği stilini ve bu başarının öyküsünü Hürriyet’e anlattı.

Tesadüfen Atıl Kutoğlu

Görüntüsü modacıdan çok marangoza benziyor! Bunu marangozları aşağılamak için söylemiyorum. Aksine onları yüceltiyorum. Demek istiyorum ki Atıl Kutoğlu son derece ‘‘nötr’’ biri. Adam haliyle, tavrıyla, konuşmasıyla ‘‘Ben buradayım!’’ demiyor. Yani ona bakıp, ‘‘Aa bu meşhur modacı!’’ demek mümkün olmuyor. Nedense modacıların hep acayip kıyafetler giymesine alışmışız ya, saçlar da bir tuhaf olacak ya, adamın/kadının üzerinden onun çoook özel, çoook farklı biri olduğu akacak ya. Atıl Kutoğlu öyle değil işte. Çok aklı başında. Kendi halinde, sürekli işiyle meşgul, elinden gelenin hep daha iyisini yapmaya çalışıyor. ‘‘Ben uzaydan geldim’’ ayakları atmıyor! Ne düşünüyorsa, onu söylüyor, onu anlatıyor. Üzücü ki, onun gibiler Avrupa'da Türkiye'de olduklarından daha çok tanınıyor...

Osmanlı beni büyülüyor

Gelelim bu akşamki defileye. Osmanlı İmparatorluğu'nun 700. kuruluş yıl dönemi sebebiyle hazırladığınız etkinliğe.

- Osmanlı beni hep etkiledi. O dönemin kumaşları, çiniler, renkleri herşeyi bana heyecan veriyor. Bugüne kadar hazırladığım kreasyonları hep Osmanlı süzgecinden geçirip Avrupa'ya verdim. Hazırladığım herşeyde zaten bir doğu havası hissedilir. Fakat bu akşam sergilenecek olanlar çok modern bir Osmanlı. Günümüzde giyilebilecek türde bir Osmanlı. Daha çok Avrupa için tasarladığım bir Osmanlı.

Bir felsefesi var mı?

- Benim şahsi hisssedişim aslında. Belki Osmanlı'nın karışıklığı. Her kökenden gelen insanı ve kültürü içinde taşıması, barındırması. Görüyorsunuz ki, her alanda çok karışıklık var Osmanlı'da. Bu da beni büyülüyor. Zaten benim koleksiyonlarıma Avrupa ve Amerikan basını hep ‘‘multi-culturel’’ diyor. Osmanlı doğuya gidiyor, oradan bir şey alıyor, Viyana'ya geliyor, bakıyorsunuz, Avusturyalılara özgü bir düğme o dönemden itibaren giysilerde kullanılmaya başlanıyor. Çok fazla kültürü sentezlemiş Osmanlı. Modanın kendisi de zaten bir sentez.

Berna Yılmaz ne alaka? ‘‘Defile Berna Yılmaz'ın himayesinde gerçekleşecek’’ bu ne demek?

- Onun davetlisi olmak demek. Benim Berna Hanım'la bir tanışıklığım vardı. Yani önce Mesut Yılmaz'la Viyana-İstanbul uçağında karşılaşmıştık.

ASALETİ ÖNEMSİYORUM

Yani bu kadar girişken bir tipsiniz! Tramvayda, uçakta sürekli mühim şahsiyetlerle karşılaşıyorsunuz ve küt diye meseleye giriyorsunuz.

- Aynen. ‘‘Ben Atıl Kutoğlu'yum’’ dedim. Mesut Bey de, ‘‘Aaa, tabi biliyorum ünlü modacımız’’ dedi. Önce beni Rıfat Özbek'le karıştırıyor zannettim. ‘‘Ne alakası var canım. O Londra'da, siz Viyana'dasınız’’ dedi. Sonra Berna Hanım'la da hafif bir tanışıklığımız oldu. Bir süre önce de Osmanlı'nın 700. yıl kutlamaları çerçevesinde bir defile düşünüyoruz, ne dersiniz diye teklif geldi. Kabul ettim. Benim politikayla alakam yok, dolayısıyla Berna Yılmaz'ın politik bir kişilik olması beni hiç ilgilendirmiyor. Bu Tükiye'de yapacağım ilk defilem ve ben çok heyecanlıyım...

Sizinle ilgili basında yer alan haberlerde, beni güldüren hep şöyle ibareler geçiyor: ‘‘Kutoğlu Avrupa'nın aristokrat ailelerinden Prenses bilmem kimi giydiriyor’’, ‘‘Jet sosyete ona bayılıyor!’’. Biz de böyle bir asil merakı var değil mi?

- Sadece bizde değil, Avusturya da öyledir. Çünkü aynen bizim gibi onlar da büyük bir imparatorluğun kalıntısı. O eski şaşaa hala akıllarında kalmış durumda.

Peki tüm bu prensesler, baronesler, düşesler sizin kariyerinizde etkili oldu mu?

- Elbette. Asaleti ben uzun bir geçmişe yayılmış bir kalite olarak görüyorum. Ve önemsiyorum.

Nereden geldiniz? Nereye gidiyorsunuz?

- İstanbul'dan geldim, birbuçuk yaşında Bursa'ya gittim. Sonra tekrar İstanbul'a gelip, Alman Lisesi'ne girdim. Ve ardından üniversite eğitimim için Viyana'ya gittim. 14 senedir de Avusturya'da yaşıyorum.

Nasıl bir ailede büyüdünüz?

- Orta halli bir aile. Babam kimya yüksek mühendisi. Sentetik iplik konusunda ihtisas sahibi. Çocukluğumun büyük bölümü Bursa'da geçti. Güzel bir çocukluktu benimki. Ondan sonra sıkı bir performans gösterip Alman Lisesi'ne girdim...

‘‘Oldum olası akıllı ve çalışkan bir çocuktur bu Atıl!’’, öyle mi?

- Yani. Akıllı. Ama sanata daha meğilli olan. Çok iyi çizim yapardım. Bu arada annem mimarlık okudu. O benim zevkine çok güvendiğim bir kadındır. Mimarlık hiç yapmamıştır gerçi, ama benim sanata olan yatkınlığımın annemden geldiği gibi bir düşünceye sahibim.

ÖZEL BİR ZEKAM YOK

Babayı bir kalemde harcadık yani.

- Ne alakası var. Eminim ondan da dolu şey almışımdır.

Modacı olmak beyninizde ne zaman tam olarak netleşti?

- Ortaokulda sanki. Annem sayesinde. Çünkü Vakko defilelerine giderdik. Sonradan Vakko'da staj da yaptım. Alman Lisesi'nde okurken kendi çapımda defileler gerçekleştirirdim. Derken öyle bir an geldi ki, moda mı, mimarlık mı oldu. Ama benim sabırsız bir yönüm var: Modada sonuca ulaşmak, mimarlıktan daha kolay. Modayı seçtim.

Sabrınızın benzemediği kesin, peki başka neleriniz Almana benzer? Uzun bir Alman eğitiminden geçtiğinize göre.

- Özel bir zeka durumumun olduğunu zannetmiyorum. Ama sanırım Alman eğitimindeki sonuca ulaşma kavramından etkilendim. Hedef için her türlü şeyi göze alıp sonuna kadar direnmek.

İtiraf etmek gerekirse Almanlar'ın özellikle moda konusunda pek yaratıcı bir millet olduğu söylenemez.

- Ama ben Alman Lisesi'nde ‘‘Wunderkind’’ (harika çocuk) muamelesi gördüm. Notları yüksek olan bir öğrencinin, ikinci bir yönünün olması Almanlara pek bir ilginç geldi. Çünkü Robert Kolej'le Alman Lisesi bu konuda ayrışır. Sanki Robert Kolej sosyal insanlar da yetiştirir de, Alman Lisesi sadece fenci, bilimci, matematikçi yetiştirir. O yüzden okulumuzun müdürü benimle pek bir gurur duyardı: İki sene üstüste defileler düzenledim. Hem kendi sınıfımdan, hem de üst sınıflardan bu işe uygun kız arkadaşlarımı ikna ederdim, o şekilde bir iki koleksiyon çıkardık. Tabii ki bir Atıl Kutoğlu koleksiyonu değildi. Çok amatördü ama biz inanılmaz ciddiye alırdık.

Alman Lisesi'nde okuyan Atıl'la, Viyana'da yaşayan modacı Atıl Kutoğlu. Bu 14 yıl içinde neler değişti?

- Aslında pek bir şey değişmedi. Evet Avusturya'da da yaşamaya başladım. Ama hep aynı olan bir şey var: Amatör bir ruh. Herşeye hakim olmamıza rağmen daha iyisini vermek için sarfedilen bir çaba. Ve hakikaten ticari kaygıların ötesinde güzel bir şeyleri sergileme arzusu. Lise yıllarındaki kalp çarpıntısıyla bu akşam Türkiye'de ilk kez gerçekleştirilecek defileye dair hissetiklerim aynı diyebilirim.

Kimse size, ‘‘Ne modası canım! Git işletme filan oku! Çıldırdın mı sen? Modayla hobi olarak uğraşırsın!’’ filan demedi mi?

- Demez olurlar mı, dediler.

Niye onların sözünü dinlemediniz!

- Ben moda okumadım ki! Söz dinledim, gittim işletme okudum...

Bu da iyi. Peki neden Avusturya?

- Aslında çok özel bir sebebi yok. Belki Almanca biliyor olmam bir etkendi. Önce AFS'yle Amerika'ya gittim. Ve bir şok yaşadım, sevmedim Amerika'yı açıkçası. Gerçi New York'u şimdi çok seviyorum. Ama hala Avrupa benim için özeldir. Her geçen gün Viyana'nın kıymetini daha çok anlıyorum. Dünyada yaşanacak birkaç yerden biriymiş gibi geliyor bana. Çünkü herşeyden önce insana ve sanata müthiş bir saygı var.

MESELE KAFAYA TAKMAK

Bizim ülkemizde olmayan bir şeyden söz eder gibisiniz.

- Evet bizde yok. Eğer şu an bana duyulan bir saygı varsa, o da yurtdışında bir kariyer yaptığım için.

Size ‘‘kültür elçisi’’ diyorlar ya, ne demek bu?

- Aslında güzel bir deyim, bana da uyuyor. AFS yıllarından beri Türkiye'yi tanıtmak gibi bir misyonum var. Neden acaba? Yoksa bir kompleks mi? Bilmiyorum ama baştan beri bu böyle. Mesela ‘‘microwave’’ gösterirlerdi, ‘‘Sen böyle bir şeyi gördün mü?’’ derledi. Ya da ‘‘Bak Hans dün gözlük takıyordu, bugün takmıyor!’’. Lens demek istiyorlar, benim hayretlere düşüceğimi zannediyorlar. Sanırım Türk olarak böyle muamele görmek insanda bir kompleks yaratıyor. Ve sürekli Türkiye'yi hakettiği yere çekmeye uğraşıyorsunuz. Dolayısıyla, kimbilir belki de bu ülkeyi çok sevdiğim için, Türk olmanın bana kazandırdıklarını elimden geldiğince anlatmaya, duyurmaya çalıştım. Belki de bu yüzden ‘‘büyük deniz’’lerde yüzme isteğim vardı...

İyi de moda açısında bakarsak, Avusturya ‘‘deniz’’ değil de, biraz ‘‘göl’’ oluyor!

- Yoo, kültür olarak baktığınız zaman Viyana bir kültür merkezi. Operası, mimarisi, konserleri. Oranın sanat ruhu çekti sanırım beni. Kafa patlatıp, illa Avusturya olsun demedim. Ama Viyana'ya gitme fikri bana hoş geldi. Ailem de çok uzak olmamı istemedi.

Ve yine ailenizin sözünü dinleyip işletme okudunuz!

- Evet çünkü sanırım onlar ‘‘normal’’ birşey okumamı istediler. Hiçbir zaman amacım bir designer olarak çalışmak değildi. Hep bir marka olmak istedim. Dolayısıyla, herşeyin kendi kontrolünüzde olabilmesi için, işin diğer yönünü de bilmeniz pek faydalı oluyor. İşletme okuduğum için bu yüzden hiç pişman değilim. Aldığım eğitim bana güven veriyor. Tabii aslında bütün mesele kafaya takmak...

Bir çok insan sanata ilgi duyuyor, yurtdışında eğitim alıyor. Ama pek azı karşımıza Atıl Kutoğlu olarak çıkıyor. Hem siz tüm o havalı prensleri, prensesleri nereden tanıyorsunuz? Yoksa kapı kapı dolaşıyor musunuz?

- Bir kısmı tesadüf. Bir yere gittiğim zaman, oranın Belediye Başkanı'ndan siyasetçilerine kadar bir dolu insanı bilirim, meraklıyımdır, öğrenirim. Viyana'da üniversitede okurken, tramvayda Belediye Başkanı'nı gördüm ‘‘Burada öğrenciyim, Türküm, moda benim en büyük hayalim, Viyana'da bir defile gerçekleştirmek istiyorum, bunun için bana destek olur musunuz?’’ dedim. Yaptığım işleri, hazırladığım dosyaları gördüler. Ve Viyana Belediyesi bana burs verdi. Daha sonra Türk sefaretinde defileler gerçekletirdim Kurt Waldheim'ın eşi geldi. Öyle öyle derken bir dolu mühim şahsiyetle tanıştım.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!