Güncelleme Tarihi:
Sınav, oyuncu Ertan Saban ile geldiği Saraybosna'da çekimini yapacağı filmin senaristi Basoviç ile görüşmelerinin ardından AA muhabirine açıklamada bulundu.
“Bizim işimiz sadece İstanbul'da oturup basit kadın entrikaları ya da basit birtakım aile planları üzerine film yapmak değil” diyen Sınav, sanatçının kendisini hissettiği yerde olması ve hissetiği yerleri mutlaka görmesi gerektiğini söyledi.
Bosna-Hersek'e bir film senaryosu için geldiğini belirten Sınav, söz konusu senaryoyu kaleme alan Almir Basoviç ile daha önce İstanbul'da görüştüklerini, şimdi ise kendilerinin Saraybosna'ya gelerek yeniden bu senaryo üzerinde çalıştıklarını kaydetti. Sınav, “Yaşanmış bir hikaye üzerine çalışma yapıyoruz. Sadece gitar çalıp müzik yapmak isteyen, bir gün öncesine kadar savaşa ihtimal dahi vermeyen bir genç, bir gün sonra kolunu kaybedip gitar çalamaz hale geliyor. Daha sonra iki parmağıyla nasıl bir keskin nişancıya dönüştüğü, yıldırılamayan bir savaşçı olduğu, bunun içindeki dram anlatılıyor. Yani o döneme dair, o dönemin dramını da anlatan kişisel bir hikayeyi işleyeceğiz” dedi.
Sınav, Bosna'ya daha önce savaşın bitmesinin hemen ardından geldiğini, o dönemde yönetmenliğini yaptığı “Sıcak Saatler” dizisinin ilk sahnesinin buradaki bir savaş hikayesiyle başladığını belirterek, “O zaman Bosna'ya geldiğimde bir insanın bir kadına olduğu gibi ülkeye de aşık olacağını gördüm. Bosna, bende bir aşk duygusu uyandıran ülkedir. Ben Bosna'ya aşık oldum. Burası benim için uzakta bulunan bir sevgili gibi bir yerdir” diye konuştu.
“TÜRK SİNEMASININ UFKUNUN GENİŞ OLMASI LAZIM”
Osman Sınav, Türk sinemasının ufkunun geniş olması, Saraybosna'dan Tebriz'e, Bakü'den Almatı'ya kadar hikayeler bulunması gereğine işaret etti.
Türk dizilerinin bugün Almatı'dan Saraybosna'ya, Makedonya'dan Hırvatistan'a, Kuzey Afrika'dan Ortadoğu'daki ülkelere kadar büyük bir beğeniyle izlendiğini kaydeden Sınav, şöyle konuştu:
“Türk dizileri bu bölgelerde ciddi manada izleniyor. Türk oyuncuları seviliyor, onlara hayranlık duyuluyor. Bizim bunu iyi değerlendirmemiz lazım. Güzel eserler ortaya koymamız lazım. İyi diziler, filmler yapmamız lazım. Bu önemli bir fırsat, ama bu fırsatı iyi görmek, iyi değerlendirmek gerekiyor. Bu birlikteliği, geçmişteki kültürel işbirliğini, derinliği doğru okumamız ve ileriye doğru taşımamız lazım. Bunu 'lay lay' işlerle doldurur da iyi değerlendiremezsek bu fırsatı kaybederiz. Onun için bizler Saraybosna'dayız.”
YURT DIŞINA AÇILAN İLK DİZİ “DELİ YÜREK”Tİ
Yönetmen Sınav, Türkiye sınırları dışına çıkan ilk dizinin kendi yaptığı “Deli Yürek” olduğuna dikkati çekerek, 10 yıl önce bu dizinin Kazakistan'a çok cüzi bir parayla verildiğini ve burada yoğun ilgi gördüğünü söyledi.
O dönemde Kazakistan'daki Ahmet Yesevi Üniversitesinde görev yapan eski Kültür Bakanı, Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek'in bir makalesinde, “Deli Yürek” dizisi izlendiği zamanlarda Kazakistan'da doğan erkek çocukların yarısına “Yusuf”, kız çocukların yarısına ise “Zeynep” isminin verildiğini yazdığını hatırlatan Sınav, aynı dizinin daha sonra Bosna'da Hayat TV'de gösterildiğini ve burada da büyük ilgi gördüğünü kaydetti.
Osman Sınav, bu sürecin daha sonra farklı dizilerle Azerbaycan'a, oradan Ortadoğu ülkelerine sıçradığını, daha sonra da Balkanlar'a geçtiğini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şu anda neredeyse üç kıtada Osmanlı'nın ulaştığı en geniş coğrafyada Türk dizileri izleniyor. Bu, ciddi bir kazanım. Bu durum sosyal ve kültürel anlamda etkili olacak. Ekonomik olarak ise ciddi bir getiri sağlayacak. Sadece dizilerin satılması anlamında değil, bununla bir hayata dair, ortak yaşam kültürüne dair iletişim kuruyorsunuz. Ortak yaşam kültürü oluşturuyorsunuz. Sonra bununla markalar satılıyor. Bununla turizm satılıyor. Bunlar çok çok önemli. Yani siyasetin 10 yılda yapamadığını, akademi dünyasının 20 yılda yapamadığını, siz sinemayla ve diziyle 1-2 yılda yapabilirsiniz. Bugün Azerbaycan'da son 5 yılda doğan çocukların çoğu İstanbul Türkçesi konuşuyor. Bu dizilerle dil birliği sağlıyorsunuz.”
“ORTAK HİKAYELER BULMAMIZ LAZIM”
Osman Sınav, Türk dizilerine gösterilen bu ilginin doğru bir şekilde değerlendirilmesi gereğinin altını çizerek, en önemli konunun “ortak hikayelerin” bulunması olduğuna işaret etti.
“Ortak bir şeyler yapacaksak ortak hikayelerimizin olması lazım” diyen Sınav, bir zamanlar aynı coğrafyada yaşayan, aynı kültürün bir parçası olan insanların 500 yıl geride kalmış, ayrıca 500 yıldır devam eden hikayelerinin bulunduğunu vurguladı.
Osman Sınav, Saraybosna'daki Osmanlı dönemi eseri Gazi Hüsrevbey Külliyesinin bu ortak hikaye için çok önemli yer tuttuğuna işaret ederek, şöyle konuştu:
“Bugün gelip Gazi Hüsrevbey Camii'nde iki rekat namaz kılmamız lazım. Ya da bakmak lazım o resme. 500 yıl önce Avrupa'nın ortasında Fransa'da tuvalet yokken hanlar, hamamlar, camiler insanlara hizmet için yapılmış. 500 yıl önce külliye yapılıyor, içinde han, hamam, bedesten, cami, imarathane var. İmarathanede bugün bile insanlara her gün ücretsiz yemek çıkıyor. Yemek alanların dinine, diline, milliyetine bakılmıyor. Böyle bir anlayışla, kültürle buralara gelinmiş vakıf kurulmuş ve o vakıf 500 yıldır yaşıyor ve yaşatılıyor. Bu perspektiften bakmak lazım.
Bunları yaparken sadece Brezilya dizileri üretmemek lazım. Çünkü o zaman insanların umutlarını kırarız. Brezilya dizilerinden farklı şeyler ortaya koymamız lazım. Bu ülkelerde düne kadar ABD, Brezilya dizileri izlenirken şimdi Türk dizileri izleniyor. İşte o noktada farkımızın olması lazım. Bunun arkasını getirmemiz için ortak hikayeler bulmamız lazım. Ciddi hikayeler yaratmamız lazım.”
“MUHTEŞEM YÜZYIL” DİZİSİNE ELEŞTİRİ
Türk filmlerinin, dizilerinin dünyaya açıldığı bir dönemde sinemacıların daha dikkatli olması gerektiğini vurgulayan Osman Sınav, Bosna'da bulunduğu dönemde çekimini yapacağı filmin senaristiyle Gazi Hüsrev Bey, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman üzerine de sohbetler yaptıklarını söyledi.
Bölgede Osmanlı'ya karşı büyük bir ilgi olduğunu, Osmanlı'nın bıraktığı eserlerin halen ayakta olduğunu ifade eden Sınav, sözlerini şöyle tamamladı:
“Yarın 'Muhteşem Yüzyıl'a da Kanuni Sultan Süleyman'dan dolayı burada müthiş ilgi gösterilecek. Türkiye'den de daha çok ilgi gösterilecek. Ancak insanlar ona dönüp baktıklarında 'Bu bizim bildiğimiz Süleyman değil' derlerse, ki diyecekler, ya da 'Hadi canım Süleyman bu muymuş? Bir kadın peşinden koşturan zavallı bir adammış' gibi oluşturulan düşünceler, çok hayal kırıcı bir şey olacak. Buradaki insanların yanı sıra Hırvatistan'dakiler bile, 'Bizim papazlara mektup yazan, onlara yardım eden, düşmanlarının bile kendisine muhteşem dedikleri Süleyman bir kadın peşindeymiş' şeklinde nitelendirilirse ve bu hale gelirse çok hayal kırıcı olur.
Doğru işler yapmak ve doğru okumak lazım. Sadece ilgi gösteriliyor ya da 'ne güzel' deniyor diye film yapmamak lazım. Sinemacıların bir perspektife sahip olmaları gerekiyor ve ne yapmak istediklerini düşünmeleri lazım. Fakat onların böyle bir derdi yok. Zavallı bir durum var. Şunu görmeleri lazım; buradan nasıl bir etki yaratılacak, burada durumum ne? Altı yüzyıllık bir medeniyetin, en tepe noktasında yarattığı bir sembol hükümdarın, düşmanlarının bile 'muhteşem' dediği Sultan Süleyman'ın bu kadar basit, bu kadar kadın entrikaları içinde, vizyonu sanki oradanmış gibi gösterilmesi çok yanlış.
Sinemacıların, ressam, edebiyatçı, gazeteci, sanat ve iletişimde çalışan herkesin yaptıklarıyla ilgili sorumlulukları vardır ve attıkları taş nereye düşüyor bakmaları lazım. Yani attığınız taş nereye ve kimin kafasına düşecek, buna bakmanız lazım, rastgele yapamazsınız.”