Güncelleme Tarihi:
İstanbul Film Festivali başlıyor.
Bu tek cümle, sinemaseverler için bir müjde. Artık Türkiye'de yeni filmleri izlemek mümkün. Ya eskileri... Sinematek'in olmadığı Türkiye’de festivalin önemli filmlerini kaçırmayın.
Benim bu yazım sizlere öneri değil, ben listeden bunları seçtim, onları göreceğim.
Hiç kuşkunuz olmasın, arada liste dışı kaçamaklar da yapacağım. Aynı sizin gibi.
Festivallerde, yazıdan çok kulaktan kulağa övgüler seyirciyi daha meraklandırır.
Küçük katalogda sayfalar arasında bir gezinti yaptım, bazılarının altını çizdim.
Kutluğ Ataman'ın Lola ve Bilidikid'ini görmeliyim. Çünkü onun Semiha Berksoy çalışması hoşuma gitmişti.
Almanya'da yeni kuşak insanlara cinsellik ve toplumsal baskı açısından özgün bir bakış.
Marcel Gisler'in Fögi Serserinin Tekidir, ahlakın palamarlarını hiç olmazsa zihnen çözmek isteyenler için ilgi çekici.
Değişik bir aşk öyküsü.
John Maybury'nin Aşk Şeytandır filmi sizin marjinal bir çevrenin aşk anlayışını irdelemenize yardımcı olacak.
Bir Palyaçonun Önünde. Kaçırmam. Ingmar Bergman ustanın harikalarından. Üstelik ben palyaçoları çok severim.
Anand Tucker'ın Hilary ve Jackie'si benim favorilerimden. Ünlü çellist Jacqueline du Pre'nin sorunlu yaşamı, bir aile öyküsü. Ünlü piyanist ve orkestra şefi Daniel Barenboim'in eski eşinin hazin ölümü üzerine.
Fernando E.Solanas'ın Bulut'u duyarlık hanenizi zenginleştirecek. Hayır demenin, direncin güzelliği. Unutmayın, 1998 Venedik Film Festivali'nde En İyi Müzik Ödülü'nü kazandı.
Sinemayı seviyorsanız, Lumiere Kardeşler'e saygınız sonsuzdur. Benim gibi. Lumiere ve Ortakları, kardeşlerin kamerasını kullanarak, 40 yönetmenin göndermeleriyle onlara saygılarını, sevgilerini sunuyor.
Bertolt Brecht-Aşk, Devrim ve Diğer Tehlikeler. Son yıllarda Brecht'in düşünce ve kişisel dünyası tartışılıyor. Hatta sarsılmak isteniyor.
Çelişkiler, kadınlarla ilişkileri. Herhalde gerçekçi bir Brecht portresi seyredeceğiz. Jutta Brückner yönetmiş.
Virginia Woolf'un Mrs. Dalloway'i dönüp dönüp altı çizgili satırları okuduğum bir edebiyat başyapıtı. Marlen Gorris, bunu sinemaya nasıl aktarmış? Vanessa Redgrave'in oyunculuğu da ihmale gelmez.
Ünlü Tablolar. Van Gogh'dan Mondrian'a kadar bir çok ressamın ünlü tabloları beyaz perdede.
Maarten Koopman'ın 12 Kısa Canlandırma Filmi, bana ilgi çekici geldi. Resim, tablo ve sinema.
Sessiz filmleri çok severim. Perdeye yansıyan bir iki cümle. Ara müzikleri, beni görsellikle başbaşa bırakır.
Alfred Hitchcock'un Şantaj'ını mutlaka göreceğim. İki ad beni bir arada çok tahrik etti.
Üstelik bu ustanın kan donduran karelerine İngiliz Oda Orkestrası Matrix Ensemble eşlik edecek.
Akira Kurosawa'nın Raşomon'unu, Alan J.Pakula'nın Başkanın Tüm Adamları'nı hala görmediyseniz size diyecek sözüm yok.
Alfred Hitchcock Anısına bölümüyle çok ilgileniyorum.
Zekánın gerilime dönüşme işlemini ustanın her yaratışında hayranlıkla seyrederim.
Sinemalarda, televizyonlarda çoğu gösterildi.
Yeniden seyrederken anladım ki, tazeliklerini korumuşlar.
Lafı uzatmadan tercihime geçelim.
Ölüm Kararı mutlaka görülmeli.
İtiraf Ediyordum'u da Montgomery Clift'in hatırına lütfen seyredin.
Ustalara Saygı bölümünde Yılmaz Güney'in Umut'unun ‘Benim Sinemalarım’da unutulmaz bir yeri var.
Hakkında bazı yazılar okuyunca, en azından buradaki yargıların sınanması için bazı filmlere gideceğim.
İşte bunlardan biri Abbas Kiarostami'nin Arkadaşımın evi nerede?si.
İran, toplumsal yaşam ve değişik bir renk.
Agnes Varda'nın zaman zaman bana kendisini hatırlatan filmlerinden biri. 5'ten 7'ye Cleo. Yaşamın dar zamanlarındaki mutluluk, coşku, tedirginlik.
Meraklıları, tutkunları için kaçırılmaz bir bölüm:
Dünya Sinemasının Genç Yıldızları.
İlerde hava atacaklar için ideal bir bölüm.
‘Ben onun daha önceki filmlerini seyretmiştim’ sözü, hemen insana öncelik ve bilgelik kazandırır.
Hele yıllar sonra zirveye çıkacağını ilk keşfeden sizseniz, kendinizle iftihar edebilirsiniz.
Dünya Festivallerinden bölümü için ne söylenebilir. Değeri, önemi, sanat kalitesi sınanmış filmler üzerine sade suya tavsiyelerin bir anlamı yok.
Mafya'ya Karşı Bir Kız, konusu itibariyle hoşuma gitti. Üstelik ödül listesine baktığımda seyretme zorunluluğu hissettim.
Herkesi bir 2000 histerisidir almış. Dünyanın sonu gibi anlatılıyor. Sakın bu bilgisayarcıların bir oyunu olmasın...
Festival de bundan uzak kalır mı?
Millennium Projesi: Yönetmenlerin Gözüyle 2000.
İsa ile Magdalena, 31 Aralık 1999'da New York'taki JFK Havaalanı'na inerler. Daha uygun bir konu, daha uygun şahıslar aransa zor bulunur.
Seyir listenizde farklılık.
Serdar Akar'ın Gemide'sini ben beğenmiştim. Yalın bir anlatım, soğuk-sıcak insan ilişkileri. Bir geminin boğucu havasında hayat.
Reis Çelik'in Hoşçakal Yarın'ı da yakın tarihin çalkantılı döneminin gençliğinin ruh halini, kişiliklerini yansıttığı için görülmeli.
Şimdi iyi seyirler.
Dilerim önerdiklerimi beğenirsiniz.