Oluşturulma Tarihi: Ekim 22, 2004 00:00
Altmışlı yıllarda Hacc seferleri düzenleyen, hacı adaylarına “delillik” yapan Hacı Hidayet adlı bir tanıdığım vardı.O anlatırdı: Suudi Arabistan’da hepsi de aynı aşiretten alınan eçiş-büçüş, eli sopalı bir din polisi varmış;
namaz vakitleri sokakları dolaşıp dükkanların kapanmasını, müminlerin camileri gitmelerini sağlarlarmış. Zorla!Yaz aylarında, Hacı Hidayet’in Mekke ve Medine’den tanıdığı Araplar, altlarında lüks arabalar, eşleri ve çocuklarıyla Didim sahillerine gelirler ve viski şişesinin başına çökerlerdi. Daha sonra sarhoş kafayla denize batarak Hacı Hidayet’in yüreğini ağzına getirirlerdi. Bu arada Arap’ın karıları kara çarşafları ile kumsala çökerler, çocukları çığlık atarak deniz kıyısında boğuşurlardı.Arada sırada yanıma uğrayan Hacı Hidayet, Arapları göstererek “Bunlarınki de hayat değil be Hocam!” derdi.***11 Ekim günü bazı gazetelerde şöyle bir haber yayınlandı:“Suudi Arabistan yönetimi, Perşembe günü başlayacak olan Ramazan ayı boyunca ülkede yaşayan yabancıların da kamuya açık yerlerde
yemek yiyemeyeceğini duyurdu. Dün yapılan açıklamada, oruç saatlerinde başkalarının gözü önünde su içen, yemek yiyen ve sigara içen yabancı ülke vatandaşlarının derhal sınır dışı edileceği duyuruldu. Suudi Arabistan İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ‘Gayri müslimlerin de Müslümanlara saygı göstermesi gerekir. Aksi takdirde bakanlığımız yetkilerini kullanarak bu kişileri ülkeden uzaklaştıracaktır’ denildi.” (Vatan)***Bu haber metni her türlü sosyolojik ve politik araştırma ve yorumlar için son derece verimli bir alan. Haber, söz konusu ülkenin tam anlamıyla bir din devleti olduğunu, demokratik ve bireysel özgürlüklerin söz konusu olmadığını gösteriyor.İkinci gösterge: Bir ülkenin kamusal alanının kullanım özellikleri o ülkenin rejimiyle ilgilidir.Üçüncü gösterge: Laik ve demokratik ülkelerde toplumun dinsel inancı ve bu inancın uygulamaları o dinden olsun-olmasın bireyler üzerinde baskı unsuru olamaz.Birer Müslüman olarak (Müslüman Arap ülkeler hariç) yabancı ülkelerde bulunan Türkler bu durumu görmüş, yaşamış ve alışmışlardır: Gündelik hayatlarında Kilise’nin hiçbir baskısı ile karşılaşmazlar ve Ramazan ayında karşılarında bir şeyler yiyen, sigara içen insanlara kızamazlar.Bana sakın “Bir Alman ustamız var....”, “Bir Fransız komşumuz var....” gibi cümleler kurmayın.***“Antalya’nın Alanya ve Gazipaşa ilçelerinde, sahurda davul çalınması yasaklandı. Alanya Belediye Encümeni, ilçede yaşayan başka dinlere mensup kişilerin rahatsız olacağı düşüncesiyle, sahurda davul çalınmasını yasakladı.”“Gazipaşa Belediyesi Zabıta Müdürlüğü yetkilileri de, Ramazanda, özellikle
sahur vakti hırsızlıkların arttığı ve boynuna davul asan herkesin ‘davulcuyum’ diye sokaklarda dolaştığı gerekçesiyle, sahurda davul çalınmanın yasaklandığını bildirdiler.” (Hürriyet, 16.10.2004)***Sahurda davul çalma zamanla ilgili bir gereksinmeden doğmuş alışkanlıktır. Din ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Saat ve çalar saatlerin zengin evleri dışında evlere giremediği döneme aittir.1950’lerde evimizde kimsenin saati yoktu. Karşıdaki fabrikanın kampanalarına göre yaşardık. Şimdi 2-3 milyondan başlayarak, çalar saatler işporta tezgahlarında bile satılıyor. Telefonları uyandırma aracı olarak kullanmak mümkün. O halde Ramazan davulcularına ne gerek var? Ramazan davulcuları eşek ve ata bindiğimiz, 12 saat yaya yürüyerek kasabalara ulaştığımız bir döneme ait alışkanlıktır.Vazgeçmek için Avrupa Birliği’nin parmak sallamasını beklemeyelim.***Davula benzetmek pek doğru değil ama Ezan da öyle! Mahalleler, kasabalar ve kentler büyüdükçe hoparlörler kullanılmaya başlandı. Ama artık durum değişti, herkesin kolunda ve evinde çalar saati var. Ezan okuyan saatlerin bile olduğu söyleniyor.Bu nedenle Ezan zamanı hoparlör kullanmanın da yeniden düzenlenmesi gerekiyor.Düzenlemek için Avrupa Birliği’nin parmak sallamasını beklemeyelim.
button