Oluşturulma Tarihi: Aralık 16, 2008 00:00
Ünlü fıkıhçı Prof. Hayrettin Karaman, ’kentli İslam - köylü İslam’ ayrımının, dine yeni bir şekil vermek isteyen modernistlerin zihninin ürünü olduğunu iddia ediyor.
Prof. Karaman’a göre, İslam’ı modernize ve reforme etmeye çalışmanın şehirlilikle hiçbir ilgisi bulunmuyor. Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Süleyman Seyfi Öğün ise, Max Weber’in ’kent dindarlığı’ kavramına dikkat çekerek, cuma namazına giden, oruç tutan ama aynı zamanda alternatif tıpla, yogayla, medyumlarla ilgilenen ve kendisini kentin sahibi olarak gören farklı bir grubun ortaya çıktığını söylüyor.
SADECE Türkiye’nin değil, İslam dünyasının ünlü fıkıhçılarından olan Prof. Hayrettin Karaman, "Modernistlerin köylü İslam’ı dedikleri İslam, aslında ’sahih, fakat modernistlerin istediği gibi olmayan İslam’dır" diyerek, son derece farklı bir bakış açısı getiriyor tartışmaya. ’Kentli’ ve ’köylü’ diye iki ayrı İslam yorumu bulunmadığını da vurgulan Prof. Karaman, şöyle konuşuyor: "İslam’ın temel kaynakları, dini bilgi ve uygulamasının dayanağı Kur’an ve Sünnet’tir. Farklı kesimler için farklı kaynaklar ve dinler yoktur. Farklılık, anlama ve şartlara göre uygulamada ortaya çıkar. Bu farkların da bir meşruiyet çerçevesi vardır. Bu çerçevenin dışına çıkıldığında İslam’ın da dışına çıkılmış olur. Hz. Peygamber, raşid halifeler ve ilk üç nesilde din öğrenilmiş ve yaşanmıştır. Bu örnek devirlerde biribirinden farklı (biri bedevilere ve köylülere, diğeri şehirlilere ait) iki İslam yoktur. İnanç konusunda olsun, amel ve uygulamada olsun meşru sınırlar (sahih İslam) bellidir. Bunun dışına çıkan şehirli veya köylü uyarılmış, yanlışı açıklanmış, gerekli tepki ortaya konmuştur."
İslam’ın şartları belli
Prof. Karaman, kente gelen köylülerin kenti dönüştürme güçlerinin zayflığına da dikkat çekerek, asıl dönüştürücü olanın kent kültürü olduğunu da koyuyor ortaya: "Köylü ve şehirlinin Müslümanlığı, İslam’ın olmazsa olmaz şartları bakımından farklı olamaz, farklılık kültürle ilgilidir. Bu da her zaman ve her konuda vardır. Köyden şehirlere ve Batı ülkelerine göçen Müslümanlar başta bir kültür çatışması yaşarlar. Ama zaman içinde bunlar Batılıları ve şehirlileri köylüleştiremezler. Aksine kendileri belli ölçülerde şehirlileşirler, Batılılaşırlar."
Zirai - ticari dünya farkı
Bursa Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Süleyman Seyfi Öğün ise ’köylü - kentli İslam’ ayrımına, farklı bir teorik çerçeve getiriyor: "Bu ayrımı, belli bir zaman derinliği içinde ’zirai’ dünyanın Müslüman nüfusları ve ’ticari’ dünyanın Müslüman nüfusları olarak anlıyorum." Prof. Öğün, bu iki dünyanın, ’İslami metni’ farklı okuyup farklı yorumladığını ifade ederek, "İlki zirai dünyadaki İslamiyet algısında, diğer ikisi de şehirdeki İslamiyet algısında tezahür eder" diyor. Prof. Öğün’e göre, "Şehir, tabiat ile bağların görece aşıldığı bir yaşayış iklimine sahiptir. Dolayısıyla pagan etkilere kuşkuyla bakan ve onları tasfiye eden bir kültürel çevreyi ifade" etmektedir.
Baskı yeraltına indirdi
"İşlerin iyi gittiği dönemlerde" diyecektir Prof. Süleyman Seyfi Öğün, "bu tabakalar hayli selim ve itaatkárdır. Ama bunalım anında şaşılası bir radikalizmle sahneye çıkan kalkışmacı tarihin aktörleri de yine onlardır. İsyan ettikleri kesim ise şehrin politik - idari merkezini oluşturan, ahláken çürümüş olarak gördükleri ’saray - toplumu’dur. Weber’in ’şehir dindarlığı’ olarak kavramlaştırdığı sosyolojik dünyanın tutunum çevresi de budur. Bu dindarlık kanaatkárlığı ve perhizkárlığı esas alan, heterodoks dini yapılarla içli dışlı bir kesimdir. Şehir dindarlığında pagan etkiler zirai dünyada olduğundan daha azdır. Ama tümüyle yok olduğu söylenemez." Prof. Hayrettin Karaman, Cumhuriyet dönemindeki kırılmaya değinirken, önemli bir hususun altını çiziyor: Yasak ve baskı. Cumhuriyet döneminde, İslam’ın kaynaklarının öğrenilmesi ve yeni kuşaklara aktarılması bakımından önemli sorunlar yaşanmıştı ve sorunlar, hem köyde, hem de kentte yasak ve baskıyı beraberinde getirmişti. Köylerde öğretici kadronun olmayışı ise İslam’ın öğretilmesini bir tür yeraltı faaliyetine dönüştürecekti: "Daha ziyade Doğu’da ve Karadeniz bölgesinde gizli olarak köylerde din öğretimi sürdürülmüştür. Bu öğretim hem o köylerde İslam’ı daha canlı tutmuş, hem de yetişen hocalar vasıtasıyla şehirler kısmen istifade etmiştir. Bu hocaların öğrettiği İslam, köyde ve şehirde farklı değildir.
İki farklı cemaat
Bu durumun en önemli tesiri, İslam’ı öğrenme ve yaşama bakımından iki kesimin ortaya çıkmasına sebep teşkil etmesidir. Cami cemaati ile dindar aileler bir yandan çocuklarına verebildikleri kadar din eğitim ve öğretimi vermişler, bir yandan da hocalara, müftülere danışarak cami dışındaki hayatlarında da mümkün olduğu kadar dini uygulamışlardır. Cami ve tarikatlarla alakası olmayan veya zayıf olan aileler ile bunların çocukları din bilgisi ve uygulamasından gittikçe uzaklaşmış, dinin cahili, uygulamanın yabancısı haline gelmişlerdir. Bu ikinci kesim daha çok varlıklı ve şehirde oturan ailelerden oluşmaktadır. Bu ailelerin hayatları gittikçe sekülerleşmiş, çocukları yüksek öğrenim gördükleri halde dinin cahili ve yabancısı olmuşlardır." Prof. Hayrettin Karaman, zihinlerde varolduğunu düşündüğü bir karmaşaya değinirken de, Mehmet Ákif’in, "Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı" mısralarını başka bir vurguyla tekrarlamaktan alamıyor kendisini: "Moderniteye karşı kişilikli bir tavır takınmak, çağdaşlığa bir değer hükmü izafe etmeyip ’Müslüman olarak çağdaşlaşmayı’ savunmak köylülük değildir. İslam’ı modernize ve reforme etmeyi hedeflemek de şehirlilik değildir."
Mevlevilik ve Bektaşilik tesiri
Bugün bile Balkanlar’ın kentlilik bilincinin en önemli kaynaklarından birisi, bölgede Osmanlı döneminde açılan Bektaşi ve Mevlevi tekkeleridir. İğne oyası gibi işlenmiş bir zarafet ve buna eklenmiş bir ilişkiler sistemi, İslam’ın gülümseyen yüzü olarak hálá bütün canlılığını koruyor bölgede. Bir grup dervişin Mostar yakınlarında kurdukları Blagay Tekkesi’nin ürpertici ve bir o kadar huzur verici konumu, bugün kaybedilenlerin neden bu kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor bir kez daha.
Hem cuma namazı hem Da Vinci şifresi
"OSMANLI’nın dini himayesi sorunludur. Bu yüzden sıkı ve karmaşık bir kontrol sistemi uygular. Eğer kastedilen politik-merkezi yapılarsa, burada medresenin Ortodoks-İslami yorumu ortaya çıkar. Ama Osmanlı’da saray-toplumu, bununla yetinmez ve bazı sufi kanalları da kullanır. Bunlar Mevlevilik gibi çok incelmiş çevreler olduğu kadar, şehir Bektaşiliği gibi bir yüzüyle avama daha dönük yapılardır. Ama Osmanlı zirai dünyada, hele hele göçebe dünyada yer alan heterodoks yapılarla son derecede sorunludur."
"Cumhuriyet, bu netameli ilişkileri devralmıştır. Burada bir süreklilik olduğu hemen görülebilir. Cumhuriyet kadroları, heterodoks İslamiyeti, tıpkı Osmanlı saray-toplumunun karşıladığı gibi kuşkuyla karşılamış; ama farklı olarak heterodoks dünyaya karşı apaçık bir mücadele yürütmüştür. Bu bir radikalizm farkıdır. Ama ilişkinin mahiyeti aynı kalmıştır. Cumhuriyetçilik, diğer yandan yeni bir tür şehir dindarlığı oluşturma çabası gütmüştür. Bu, Aristocu-Rousseaucu kavramsal kodlara oturan bir orta-sınıf projesidir."
"Tarihsel dinlerle bağlarını sınırlandıran ve her türlü pagan telkinlere açık olarak mistisizmi ve faydacılığı dünyevi hayatın merkezine yaklaştıran çevreler var. Her gün düzenli olarak gazetelerin fal sütunlarını takip eden, Yoga kitapları okuyan, alternatif tıp tekniklerini hararetle izleyen, medyumlara giden, belki belli aralıklarla cuma namazları kılan, Ramazan geldiğinde oruç tutan, hiç okumadıkları Mevláná ya da Yunus’a hayran, Aleviliğe sempatiyle bakan, Da Vinci’nin şifresini hatmeden çevrelerin insanları bu gruba girer. Bu grup kendisini şehrin sahib-i aslisi addediyor ."
Türban ’şehirli İslam’ın icadı
PROF. Hayrettin Karaman’ın görüşleri şöyle:"Türkiye’de köyün tesiri ile değil, kendisi olmaktan çıkan, Batılı da olamayan kentlilerin tesiri ile çok çarpık, yozlaşmış, taklit eseri bir kentlileşme gerçekleşti. Yeşil alanlar tahrip edildi, ormanlar yağmalandı, taş yığını yerleşim alanlarım kuruldu, kamunun istifade edeceği alanlar asgariye indirildi, yeterince okul yapılamazken cami sayısı bazı semtlerde sıfırlandı, bazılarında ise azaltıldı."
"Kılık kıyafet konusunda örnek olarak başörtüsünü alalım. Bugün adına uyduruk olarak- türban dedikleri başörtüsü şeklini bulanlar köylüler değil, şehirli okumuş kızlar ve kadınlardır. Köylüler de şehirlere göçünce, yaşlılar köydeki şekli korudular, ama onların kızları ve torunları şehirli başörtüsünü tercih ettiler."