Güncelleme Tarihi:
Steiner, Haaretz için kaleme aldığı makalesinde Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail’in lider kadrolarının, ortak stratejik çıkarlarına hizmet etmek için yapabileceği en iyi şey yeniden ilişki kurup, İsrail-Filistin barış sürecine bölgesel bir yaklaşım getirmek olacağını dile getirdi.
İşte Steiner’in makalesi:
“Ortadoğu siyasetindeki değişen dengeleri anlayabilmek için bundan altı yıl önce Haziran ayında düzenlenen NATO İstanbul zirvesini hatırlamak faydalı olabilir. Zirve ABD’nin Irak savaşının neden olduğu gerginliğin kıtalararası ilişkilerin düzeltilmesini, NATO’nun küresel siyasetteki rolünün altının çizilmesini ve Atlantik’in iki tarafındaki müttefik ülkeleri bir araya getirerek Ortadoğu’da daha istikrarlı, demokratik ve sosyoekonomik açıdan gelişmiş bir yapı oluşturulması için adımlar atılmasını hedefliyordu.
Zirve sırasındaki konuşmalarda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanında duran dönemin ABD Başkanı George W. Bush, “150 yıllık demokratik ve sosyal reformuyla ülkeniz hem diğer ülkeler için bir model oluşturuyor hem de Avrupa’nın dünyanın geri kalanına açılması için bir köprü görevi görüyor” demişti.
Bush aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliğine kabul edilmesi gerektiğini de savunarak, “ABD bir Avrupalı güç olarak Türkiye’nin AB’ye ait olduğuna inanıyor. Üyeliğiniz aynı zamanda Müslüman dünyasıyla Batı arasındaki ilişkilerde önemli bir gelişme olacak çünkü siz her iki dünyanın da parçasısınız” dedi.
Bu zirveden altı yıl sonra bugün, Atlantik Okyanusu’nun iki yakasındaki ülkelerin etkisi azalıyor ve bu ülkelerin Ortadoğu’da ilerlemeyi sağlama çabaları yeni bir bölgesel güç dengesine dönüşüyor. Ekonomik krizin ve diğer iç sorunların etkisiyle kötü durumda olan ABD ve Avrupa uluslararası arenadaki rolünü küçültüyor. ABD’nin bu yeni tavrı Avrupa’dan çok daha önemli. ABD’li yetkililer ve kanaat önderleri, ülkenin küçülme çabalarını “emperyalizm sonrası pragmatik realizm” olarak tanımlıyor.
Daha az kaynakla daha kapsamlı sonuçlar elde etme ve ABD’nin gücünü yeniden inşa etmek için iş siyasete odaklanma arzusuyla ABD stratejisinin merkezine diyalog politikalarını oturttu. Ancak bu strateji, ABD’nin bölgedeki siyasi ve stratejik gücü üzerinde ters bir etki yapıyor. Bu sadece ABD’nin düşmanlarının iştahını kabartmıyor aynı zamanda Washington’ın Türkiye gibi müttefiklerinin de kendi çıkarları adına önüne çıkmasını sağlıyor.
Batı’nın Ortadoğu’da azalan gücünün yarattığı güç boşluğu Türkiye’yi yeni-Osmanlıcı bir bölgesel strateji geliştirmeye yöneltiyor. Kesin olan şu ki bu strateji bir gecede ortaya çıkmadı. Aksine Türkiye’nin ekonomik gücünün ve bir zamanlar düşmanı olan İran ve Suriye’yle ilişkilerinin gelişmesinin kademeli bir sonucuydu.
Bugün İran ve Türkiye önemli ticari bağlantılara sahip. Örneğin İran, Türkiye’nin enerji ithalatının yüzde 30’una kaynaklık ederken, Türkiye İran’ın doğalgaz sektörünün en önemli yatırımcılarından biri haline geldi. Türkiye’nin Suriye’yle kurduğu yakın ilişkilerin sembolü de 2009 yılında düzenlenen bir ortak askeri tatbikat oldu.
Dahası Irak’ın geleceği bu üçlü ilişkiyi stratejik bir ortaklığa dönüştürmüş gibi görünüyor. ABD askerlerinin ülkeyi terk etme zamanı yaklaştıkça İran’ın, Türkiye’nin ve Suriye’nin ortak çıkarları ve Irak’ın kaderini belirleme niyetleri Ortadoğu’nun kuzey sınırındaki bu ülkeleri ittifak kurmaya yöneltiyor.
Bu üçlünün daha güçlü iki ortağının Ortadoğu’daki güçlerini koruma hedefi Filistin davasını da desteklemeleri sonucunu yarattı. Ancak İran’daki ve Türkiye’deki Filistin yanlısı aktivistler Filistin Yönetimi’yle anlaşmazlık halinde.
ABD bölgenin kuzeyinde büyümekte olan güç odaklarını kontrol edemez gibi görünürken bölgedeki iki Arap güç, Mısır ve Suriye, güneyde Irak’tan Gazze’ye uzanan ve kuzeyi dengeleme potansiyeline sahip bir başka ittifak oluşturuyor.
En güçlü müttefiki ABD’nin etkisinin azalması ve bölgede yeni bir güç dengesinin ortaya çıkmasıyla İsrail kendisini açık bir seçimle karşı karşıya buldu.
Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail’in lider kadrolarının ortak stratejik çıkarlarına hizmet etmek için yapabileceği en iyi şey yeniden ilişki kurup, İsrail-Filistin barış sürecine bölgesel bir yaklaşım getirmek olacaktır. İsrail’in açısından bu stratejinin riskleri var. Ancak Batı dünyasının geri kalanı gibi İsrail’in çıkarları da Ortadoğu’nun güney sınırındaki ülkelerin arasında ve içinde siyasi istikrarın korunmasını gerektiriyor.”