Güncelleme Tarihi:
SORU 1: Sayın Komutanım. Ülkemiz, göreve geldiğiniz tarihten itibaren gerek iç ve gerekse dış etkenlere dayanan kritik süreçlerden geçmektedir. Güney sınır komşularımızdan Irak’taki karışıklıklar ve Suriye’deki iç savaş ile bu iki ülke topraklarında görülen “IŞİD” adlı terör örgütü saldırıları endişe ile izlenmektedir. TSK olarak İç Hizmet Kanunu 35’inci maddedeki görev tanımı da “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır.” şeklinde değiştirildiğine göre TSK’nın “Savunma Konsepti”nde bir değişikliğe gidilmiş midir? Teşkilatlanmasında ve kadrolarında bir yeniden yapılanma söz konusu mudur?
Özellikle “Ukrayna Krizi ile yeniden gündeme gelen konvansiyonel tehdit” ve “yapısı ile boyutları değişen terör tehdidi” ile birlikte, günümüz ve yakın geleceğin tehditleri; konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan oldukça karmaşık unsurları içeren “hibrit” bir yapıya dönüşmüştür.
Buna bağlı olarak güvenlik/harp ortamı; boyutları ve aktörleri itibarıyla giderek karmaşıklaşan ve hızla değişen, daha da belirsizleşen ve öngörülmesi güç bir yapı haline gelmiştir. Bunun içindir ki; geleceği çalışma, geleceğe uyum sağlayacak değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanmayı planlama her zamankinden daha da önemli hale gelmiştir. Bahse konu karmaşıklık, belirsizlik ve hızlı değişime ayak uydurmayı sağlayacak değişim/dönüşümün, alışılagelen yöntemlerle devam ettirilmesi pek mümkün görünmemektedir.
Bunun için sadece savunmaya odaklanmayan, güvenliğin tamamını esas alan stratejiler geliştirilmesine; öncekilerin tekrarı olmayan yöntemler ile inovasyonlara; diğer ülkeler, devlet kurumları, organizasyonlar, endüstri, akademi, teknoloji kuruluşları ile geniş kapsamlı ortak çalışmalara ve en önemlisi “dinamik dönüşüm” kabiliyetine ihtiyaç duyulmaktadır.
Güvenlik ortamındaki tehditlerin karmaşıklığı, alınacak tedbirlere ilişkin alternatif hareket tarzları geliştirilmesini gerektirmektedir. Bunların hepsinin askeri tedbirler olması zorunluluğu da bulunmamaktadır. Nitekim bu durum; tüm dünyada artık bir “Savunma Konsepti” anlayışından ziyade “Güvenlik Konsepti” anlayışının oluşmasına da neden olmuştur. Bizler de çalışmalarımıza “Güvenlik Konsepti” anlayışıyla yön vermekteyiz.
“Güvenlik Konsepti” kapsamında askeri açıdan hedefimiz, her türlü tehdide karşı; günümüz koşullarına uyum sağlayabilen, süratle karar verebilen, farkındalığı yüksek, esnek, dayanıklı ve çevik kuvvetler oluşturulması ve harbe hazırlık seviyesinin çok yüksek olmasıdır. Ayrıca Kriz yönetimi ve siber yeteneklerin geliştirilmesi de özel önem arz etmektedir.
“Birliklerin teşkil edilmesi ve konuş durumu değişiklikleri yapılması hususuna yönelik olarak; Türk Silahlı Kuvvetlerince mevcut kuvvet yapısı ve konuşlandırması bölgesel ve küresel güvenlik ihtiyaçlarına, teknolojik gelişmelere, değişen tehdit durumlarına göre değerlendirilerek sürekli gözden geçirilmekte, ihtiyaç duyulan düzenlemeler kısa, orta ve uzun vadeli kuvvet yapısı planlamalarına dâhil edilmekte, birliklerin teşkil edilmesi ve konuş durumu değişiklikleri de bu çalışmalar ile koordineli olarak yeniden değerlendirilmektedir.”
SORU 2: Dünya’nın en istikrarsız bölgelerinden birinde yer alan Türkiye’nin, bu konumu itibarıyla günümüz dünyasındaki yerini nasıl tarif edersiniz? Hangi etkenler Türkiye’nin Silahlı Kuvvetlerini daima güçlü ve hazır tutmak gerektiğini göstermektedir? Bu istikrarsız bölgede Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehdit ve riskler hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu tehdit ve risklere karşı Türkiye’nin “Savunma Politikası” hangi esaslara dayanmaktadır?
Günümüzde tek kutuplu dünya düzeninin, giderek çok kutuplu bir düzene dönüşmekte olduğunu düşünüyorum. Güvenliğe yönelik tehdit ve riskler; tek boyutlu ve simetrik bir yapıdan çok boyutlu, asimetrik ve daha az öngörülebilir bir hale dönüşmüştür. Öte yandan, güvenliğin sadece ülke sınırlarının korunması ile sağlanamayacağı, çevre kuşak ülkelerde meydana gelen değişimlerden dünyanın herhangi bir yerinde olabilecek tehditlere kadar uzanan geniş bir yelpazeye yayıldığı, bu kapsamda güvenlik olgusunun bölgesel ve küresel etkilerinin de göz önünde bulundurulmasının son derece önemli olduğunu değerlendiriyorum.
Günümüzde bilgi ve teknoloji alanındaki gelişmeler, kitle imha silahlarının yayılması, siber saldırılar, uluslararası terörizm ve suç örgütleri doğrudan; yasa dışı göç, iklim değişikliği ve enerji güvenliği ise dolaylı olarak genel güvenlik ortamını şekillendirmektedir. Son yıllarda meydana gelen gelişmeler, devletlerin güvenliğinin yanı sıra NATO, BM ve AB gibi örgütlerin, çok uluslu şirketlerin, sivil toplum kuruluşları ile birlikte bireylerin ve “küresel toplum”un da güvenliğinin önem kazandığı bir ortam yaratmıştır.
Jeostratejik konumu nedeniyle Türkiye, bir yandan dünyadaki yeni oluşum ve değişimlerden etkilenirken, diğer yandan da simetrikten asimetriğe kadar değişen ve kısa bir süre içerisinde sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali olan risk ve tehditlerle karşı karşıya bulunmaktadır.
Güvenlik algısındaki değişiklikler, enerji kaynaklarına olan yakınlığı, enerji nakil hatları ve yaşamsal önem taşıyan su kaynaklarını bünyesinde bulundurması, Türkiye için karmaşık bir güvenlik ortamı oluşturmaktadır. Enerji kaynaklarının kontrolü ve bu kaynaklara sahip ülkelerdeki istikrarın muhafaza edilmesinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu noktada enerji kaynakları ile enerji nakil hatlarına sahip olan ülkelerin sorunları, yeni güvenlik ortamının birer unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öte yandan, yeni güvenlik ortamının belirlenmesi ve/veya şekillenmesinde, tüm dünyanın tehdit olarak algıladığı unsurların kendi amaç, hedef ve menfaatlerinin gerçekleşmesi için farklı şekillerde kullanılması da göz ardı edilmemelidir. Bu kapsamda, günümüzün sağladığı bilgi teknolojileri imkânlarından da faydalanılmakta veya diğer bir tabir ile bu imkânlar sonuna kadar istismar edilebilmektedir. Bahse konu uygulamalar, günümüzdeki üstünlük sağlama yarışının karanlık yüzünü ortaya koymaktadır.
Bu tehdit ve risklerin merkezinde bulunan Türkiye’nin, Silahlı Kuvvetlerinin de güçlü olması kaçınılmaz bir zorunluluk olup, bu durum, tehdit ortamına uygun strateji ve yapılanmaları zorunlu hale getirmektedir.
Bu genel değerlendirme ışığında bölgesel gelişmelere baktığımızda; Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerindeki gelişmeler, iyimser öngörülerde bulunulmasını güçleştirmektedir. Suriye ve Irak’taki gelişmeler, PYD/PKK ile DEAŞ’ın faaliyetlerinin yanı sıra, bölgedeki otorite boşluğundan faydalanarak ortaya çıkması muhtemel başka terör grupları Türkiye’nin güvenliğine ciddi tehdit oluşturmaktadır. 11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik saldırıların teröre karşı küresel çapta bir duyarlılığın oluşmasına neden olduğu, bu algının hâlihazırda Orta Doğu’da ve Libya’da DEAŞ terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemlerle pekiştiği ve Fransa’da meydana gelen saldırılarla Avrupa’yı da etkisi içine aldığı, bu nedenle devletlerin küresel çapta terör örgütleriyle mücadele yöntemlerini yeniden gözden geçirdiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Bu kapsamda, Orta Doğu’da güvenlik ve istikrarın orta vadede sağlanması mümkün görülmemektedir. Suriye’de, Mart 2011 ayından bu yana devam eden çatışmalar, bölgenin istikrarsız ve kırılgan yapısını derinleştirmektedir. Irak ve Suriye’de yaratılan ortam DEAŞ’ın giderek güçlenmesine, bütün dünyadan birçok radikal savaşçının bölgeye akmasına ve PYD/PKK’nın terör örgütü kimliğinden ziyade DEAŞ ile savaşan meşru bir güç olarak bölgede görülmesine yol açmaktadır. Bununla birlikte, Suriye Rejimi’nin kimyasal silah dâhil her türlü saldırı aracını kullanmakta tereddüt etmemesi, bu ülke yönetiminden kaynaklanan tehdidin devam ettiğine işaret etmektedir.
Irak’ta ABD’nin çekilmesinden sonra oluşan otorite boşluğu ve güç paylaşımı konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle devam eden siyasi kriz, Irak Güvenlik Güçlerinin ülke güvenliğini sağlamada yetersiz kalması ve devam eden güvenlik sorunları ile gelecek döneme ilişkin belirsizlikler, İsrail-Filistin sorunu, İsrail’in Türkiye’ye karşı çevre kuşak ülkelerle ittifak kurma çabaları, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde devam eden istikrarsızlık ve belirsizlik ortamı, Türkiye ve bölge güvenliği açısından krize dönüşme potansiyeli taşımaktadır.
Suriye ve Irak’ta yaşanan kontrolsüz gelişmeler dikkate alındığında, DEAŞ ile mücadele eden unsurlara yapılan askerî yardımlardan dolaylı olarak PYD/PKK’nın istifade etmesi diğer bir risk faktörünü oluşturmaktadır. Gelinen aşamada, her terör örgütünün ulaşacağı amaç için kullandığı araçların aynı olduğu ve kendilerini meşrulaştırmak adına her türlü yolu deneyebileceği görülmüştür. Bölücü Terör Örgütü, Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler doğrultusunda elde ettiği kazanımları artırmaya çalışırken aynı zamanda kendisini ve diğer ülkelerdeki uzantılarını masum göstererek farklı bir algı oluşturmaya çalışmaktadır. Oluşan güvenlik ve iş birliği açıklarından kaynaklanan sorunların, terörist eylemlerin dünyanın her yerinde meydana gelme olasılığını artıracağını ve şiddet eylemlerini tetikleyeceğini ve önümüzdeki süreçte daha net bir biçimde görüleceğini düşünüyorum.
Bu kapsamda, Suriye’deki dört yılını tamamlamak üzere olan ihtilafın bölgesel güvenlik bakımından ortaya çıkarttığı risk ve tehditler giderek artmakta ve Suriye’deki insani duruma etkisi giderek ağırlaşmakta, bu durumdan da en fazla ülkemiz etkilenmektedir. Ülkemize gelen 2 milyona yakın Suriyeli ve Iraklı mültecinin insani, toplumsal, siyasi ve ekonomik sorun yaratmanın yanında güvenlik sorunu da yarattığı aşikârdır. Suriye ve Irak’taki durum nedeniyle, ülkemizin güneyindeki mültecilerin uzun süre yurtlarından ayrı kalması, insani boyutta farklı sorunları da beraberinde getirebilecektir. Bu kapsamda, mültecilerin ülkelerine dönmelerini sağlayacak güvenlik ortamının oluşturulması için uluslararası kamuoyuna önemli görevler düşmektedir.
İran, balistik füze imkân kabiliyeti ve nükleer programı nedeniyle bölgede bir risk unsuru olarak algılanmaktadır. İran, son 30 yıl içerisinde gerçekleştirdiği çalışmalar sonucunda, balistik füze sistemlerini üretme yeteneği kazanmış ve bu silahları envanterine almıştır. İran, bölgesel lider ülke olma ve Orta Doğu’daki nüfuzunu pekiştirme gayretlerini sürdürmekte, sahip olduğu enerji kaynaklarını uluslararası alanda fırsata çevirmek istemektedir.
Balkanlarda siyasi, ekonomik ve sosyal problemleri devam eden bazı ülkelerde meydana gelmesi muhtemel istikrarsızlıklar ve bunların etnik temelli çatışmalara yol açması ihtimali bölgenin hassas dengelerini bozabilecek potansiyele sahiptir. Balkanlar’dan Irak ve Suriye’deki çatışmalara katılmak üzere giden yabancı savaşçıların basında yoğunlukla gündeme getirilmesi, toplumlardaki tehdit algısını yükseltmiştir. Özellikle Paris’te meydana gelen terör saldırılarında kullanılan mühimmatın Bosna Hersek menşeli olduğuna yönelik haberler Batı basınında bu maksatla kullanılmıştır. Bu tip gelişmelerin Balkanlar’da yaşayan ılımlı Müslümanlar ve bir kısım Sivil Toplum Kuruluşları [STK]’ları üzerindeki baskıyı artırabileceği gözden kaçırılmamalıdır. Öte yandan Yunanistan’da devam eden ekonomik kriz ve siyasi iniş çıkışlar nedeniyle halkın içinde bulunduğu sıkıntılar milliyetçi söylemler ile bastırılmaya çalışılmakta, özellikle Ege Denizi ve Doğu Akdeniz merkezinde Türkiye ile arasındaki temel sorun alanlarının çözülmesine yönelik bilinen Yunan tutumunda belirgin bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Ayrıca, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi [GKRY]’nin Ege ve Doğu Akdeniz’de ilan edilen ve ilan edilmesi öngörülen sözde münhasır ekonomik bölgelere yönelik faaliyetleri, bu faaliyetlere paralel olarak Akdeniz’e kıyıdaş bazı ülkelerle ittifaka dönüşen stratejik iş birlikleri, Türkiye’nin milli menfaatlerine ve ulusal güvenliğine yönelik riskler oluşturmaktadır.
AB ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ile Rusya Federasyonu [RF]’nun yakın coğrafyasında ortaya çıkan demokratikleşme talepleri, RF ve Avrupa-Atlantik eksenini; Arktik, Baltıklar, Doğu Avrupa, Karadeniz ve Kafkasya bölgelerinde yeni bir güç mücadelesine itmektedir. Kafkaslarda ve Karadeniz’e kıyı olan ülkelerde; Batı ve NATO ile RF arasında yaşanan güç mücadelesi ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çözülemeyen sorunlar sebebiyle, geçmişte bölgede yaşanan çatışmaların yeniden alevlenmesi ihtimali bulunmaktadır. RF’nun, Kırım’ı ilhakı ve Doğu Ukrayna’da meydana gelen olaylar ile enerjiyi dış politikanın yürütülmesinde etkin olarak kullanması, özellikle Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinin güvenlik endişelerini artırmıştır. Ukrayna Krizi, Kafkasya ve Karadeniz bölgeleri ile enerji güvenliğinin önemini bir kez daha ön plana çıkarmıştır. RF, enerji arzı sayesinde artan ekonomik gücü ve giderek güçlendirdiği silahlı kuvvetleri ile öncelikle güvenlik kuşağını ve etki alanını merkez alarak küresel seviyedeki politikalarını kararlılıkla uygulamaktadır. RF-Ukrayna Krizi, Kafkasya bölgesinin önemini daha da artırmış, enerji koridoru kapsamında iki önemli ülke olan Gürcistan ve Azerbaycan’ın daimi bir istikrara sahip olmalarının gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Tüm bu gelişmelerin sonucunda, dünyada artık belirsizliğin hakim kıldığı tehdide karşı tüm askerî, ekonomik, kültürel, siyasal, politik vb. unsurlarla harekât icra edilebilecek bir güvenlik ortamında bulunmaktayız. Yeni güvenlik ortamı, artık ulusları daha dikkatli, sorgulayıcı bir süreç ile bu sürecin yönetilmesiyle karşı karşıya getirmektedir.
Güç mücadelesi veren ülkeler arasındaki tarihi rekabet, ortak alan mücadeleleri (kara, hava, deniz, uzay, siber uzay vb.), ekonomik çıkarlarda yaşanacak çatışmalar, kutuplaşmalar ve azalan kaynaklar için sürdürülen mücadeleler değerlendirildiğinde, bulunduğumuz coğrafyada konvansiyonel bir harbin yaşanma riskinin henüz ortadan kalkmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ayrıca; belirsizlik ve risklerin hakim olacağı geleceğin güvenlik ortamında, simetrik tehditlerle birlikte ve bu tehditlere nazaran daha öncelikle ve sıklıkla başta terörizm olmak üzere,
- Sınır aşan örgütlü suçlar,
- Yasa dışı göçler,
- Bölgesel istikrarsızlıklar,
- İç karışıklıklar ve toplumsal olaylar,
- Doğal afetler,
¬- Çevre sorunları,
- Enerji arzı güvenliği,
- Deniz yetki alanlarının kontrolü,
- Siber savaş,
- Başta kimyasal ve biyolojik silahlar olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi asimetrik tehditler, ülkemizin güvenlik ve savunma yapılanmasını, doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebilecektir.
‘Milli Güvenlik Yapılanmaları’ içerisinde Silahlı Kuvvetlerden beklenen temel görev ise; ülke menfaatlerinin korunması maksadıyla gerektiğinde harp etmek ve o harbi kazanmaktır. Bu maksatla, Türk Silahlı Kuvvetleri her an ‘Harbe Hazır Olmak’ durumundadır. Harbe hazır olmak demek ise;
Silah, teçhizat ve malzemenin tam ve çalışır,
Silah, teçhizat ve malzemeyi kullanacak birlik ve personelin eğitimli ve yetenekli,
Görev alacak tüm birim ve unsurların birlikte çalışabilir,
Personelin moral ve motivasyonunun yüksek olması demektir.
Ayrıca, hazır olmak; gelecek için de hazırlık yapmayı, sürekli olarak değişen güvenlik ve harp ortamına uyumlu olmayı, değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanmayı da içermektedir.
Bu kapsamda TSK olarak;
Öncelikle günümüzün tehditlerini bertaraf edecek ‘gücü hazır etmek’,
Geleceğin güvenlik ve harp ortamına hazırlanmak,
Değişim/dönüşümü başarmak zorundayız.
SORU 3: Türkiye NATO’ya 1952 yılından beri üyedir. Geçen 63 yıl içinde, İttifak içerisindeki yapıcı tutumuyla caydırıcı Silahlı Kuvvetleri ile güvenilir bir müttefik olarak NATO’nun saygın bir üyesi olmuştur. TSK’nın NATO ile ilişkilerinin bir özetini yapabilir misiniz? Bizim NATO’ya katkılarımız ile NATO’nun bize kattıkları bağlamında neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye; barış ve istikrarın hâlâ kırılgan olduğu Balkanlar, çeşitli çatışmalara maruz kalmış aynı zamanda zengin doğal kaynaklara sahip Kafkaslar ve ‘Arap Baharı’ başta olmak üzere son yıllarda yoğun çatışmaların yaşandığı Orta Doğu coğrafyasının merkezinde stratejik öneme sahip bir ülkedir. Türkiye, aynı zamanda Karadeniz Havzası’na denizden geçişi kontrol eden ve Doğu Akdeniz’deki deniz ticaret yollarının düğüm noktalarında bulunan bir Akdeniz ülkesidir.
Türkiye’nin bu jeostratejik konumu; Türkiye'ye birtakım sorumluluklar yüklerken, doğu-batı, kuzey-güney arasında dostluk ve iş birliği köprüleri kurabilmesini sağlamaktadır. Bu sorumluluklar çerçevesinde Türkiye, bölgede barış ve istikrarın korunmasında bugüne kadar kritik bir rol üstlenmiştir.
Bölgesel ve küresel risk ve tehditler, problemlerin karşılıklı diyalog ve iş birliğiyle çözümünü zorunlu kılmaktadır. 28 ülkenin üye olduğu ve 69 ülkeyle de ortaklık ilişkisine sahip olan NATO, söz konusu diyalog ve iş birliği için en uygun platformdur.
Bu kapsamda, küresel ve bölgesel güvenlik ile istikrarın korunmasında önemli bir rol oynayan ve kuşkusuz tarihin en başarılı kolektif savunma örgütü olan NATO’ya üye olmamız, güvenliğimize de önemli katkılar sağlamaktadır.
Tamamlanmış NATO Harekâtlarına Türkiye’nin Vermiş Olduğu Destek;
Türkiye, üye olduğu 1952 yılından bugüne kadar geçen 63 yıl içerisinde NATO’ya en çok destek sağlayan ülkelerden birisi olmuştur. Bu desteğini sürdürmeye devam edecektir. Bu kapsamda Türkiye, NATO Uygulama Kuvveti-Bosna Hersek (NATO Implementation
Force-IFOR), NATO İstikrar Kuvveti-Bosna Hersek (NATO Stabilization Force-SFOR),
Sharp Guard Harekâtı-Adriyatik Denizi, Joint Guardian Harekâtı-Bosna Hersek, Amber Fox ve Allied Harmony Harekâtları-Makedonya, NATO’nun Irak’a Eğitim Desteği (NATO Training Mission Iraq-NTM-I), NATO Birleşik Koruyucu Harekâtı-Libya (Operation Unified Protector-OUP) ve NATO Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvvetine-Afganistan (International Security Assistance Force-ISAF) katkı sağlamıştır.
Türkiye’nin, NATO Kuvvet ve Komuta Yapısına Mevcut Desteği;
NATO Yeni Komuta Yapısı; Kasım 2010 Lizbon Zirvesi’nde ve Haziran 2011 NATO Savunma Bakanları Toplantısı’nda onaylanmıştır. Yeni komuta yapısının ana unsurlarından biri olan NATO Kara Komutanlığı, 01 Aralık 2012 tarihi itibarıyla İzmir’de faaliyetlerine başlamış, ‘Tam Harekât Kabiliyeti’ne 12 Aralık 2014 tarihinde ulaşmıştır.
Ayrıca, “NATO Kuvvet Yapısı’nda yer alan ve NATO Reaksiyon Kuvvetlerinin Kara Unsur Komutanlığını dönüşümlü olarak oluşturacak sekiz adet İntikal Edebilir Yüksek Hazırlık Seviyeli Kolordunun bir tanesi de İstanbul’da konuşlu 3’üncü Kolordu (NRDC-T) Komutanlığıdır. 12 ülkeden 53 yabancı personelin de görev yaptığı 3’üncü Kolordu Komutanlığı, 2002 yılında Tam Harekât Yeteneğine kavuşmuş, 2003 yılında ise NATO Konseyi tarafından ‘NATO Yüksek Hazırlık Seviyeli Kuvvet’ olarak kabul edilmiştir.
NATO, İttifak üyesi ülkelerin yetenek geliştirmesine katkı sağlamasının yanında, ülkelerin silahlı kuvvetlerine de yeni iş birliği imkânları sağlamaktadır. NATO’da çalışmalarını başından itibaren takip ettiğimiz ve desteklediğimiz “Akıllı Savunma” girişimine güçlü desteğimizin bir göstergesi olarak, dört adet uluslararası projede lider ülke rolünü üstlenmekte, 32 adet akıllı savunma projesine de katılım sağlamaktayız.
Bu akıllı savunma projelerini, NATO’nun yeni stratejik konseptindeki temel görevlerden biri olan “İş Birliği ile Güvenlik” anlayışına bir katkı olarak değerlendiriyorum. Bu kapsamda, Türkiye’nin liderliğini üstlendiği projeler; Çok Uluslu Deniz Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi, Çok Uluslu Uçuş Eğitim Merkezi, Çok Uluslu Amfibi Tatbikat ve Eğitim Merkezi ile Doğal Afet Yardım ve Sonuç Yönetimi’dir.
Devam Eden NATO Harekâtlarına Türkiye’nin Vermiş Olduğu Destek;
Türkiye, İttifak sorumlulukları kapsamında devam etmekte olan NATO Harekâtlarına katkı sağlamaktadır. Bu kapsamda; NATO Kosova Gücü’ne (Kosovo Force), Aden Körfezi ve Somali açıklarında deniz haydutluğu ile mücadele çerçevesinde devam eden NATO Okyanus Kalkanı Harekâtına, Akdeniz harekât alanında terörizmle mücadele maksadıyla sürdürülen NATO Etkin Çaba Harekâtına ve 01 Ocak 2015 tarihinde Afganistan’da başlatılan Kararlı Destek Misyonuna (Resolute Support Mission-RSM) aktif desteğimiz devam etmektedir. Özellikle birçok NATO ülkesinin geri çekildiği veya varlığını azalttığı Afganistan’a, ülkemizin verdiği desteğin, küresel güvenliğin sağlanmasına yaptığı katkı açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
NATO’nun, Türkiye’nin Hava Savunmasına Desteği;
21 Kasım 2012 tarihinde, Türkiye’nin NATO’dan talebi üzerine, NATO Konseyinin
04 Aralık 2012 tarihli kararından sonra ABD, Almanya ve Hollanda, ülkemizin hava ve füze savunma imkân ve kabiliyetlerinin takviyesi için Patriot Füze Savunma Sistemlerini Türkiye’ye gönderme kararı almışlardır. Bu kapsamda;
Almanya, Ocak 2013 ayından itibaren, iki Patriot Bataryasını Kahramanmaraş’ta konuşlandırmıştır. Söz konusu bataryaların görev süresi, 31 Ocak 2016 tarihine kadar uzatılmıştır.
ABD, iki Patriot Bataryasını Gaziantep’te konuşlandırmıştır. ABD Bataryaları, 15 Ekim 2015 tarihine kadar göreve devam edecektir.
Ocak 2013’ten itibaren Adana’da görev yapan Hollanda Patriot Bataryalarının görev süresi 15 Ocak 2015 tarihinde sona ermiştir. 26 Ocak 2015 tarihinde İspanya, Hollanda’dan görevi devralmış ve Adana’da bir Patriot Bataryası konuşlandırmıştır.
Son Dönemde Yaşanan Gelişmeler;
4-5 Eylül 2014 tarihlerinde icra edilen Galler Zirvesi, İttifak’ın değişim yeteneği göstermesi açısından önem arz etmektedir. NATO Zirvesi’nde, politik olarak etkili bir dayanışma sergilenmiş, İttifak’ın “hazır olma” ve “mukabele edebilirlik” yeteneklerini artıran, kısaca “Hazırlık Eylem Planı” olarak ifade edilen tedbirlerin alınmasına karar verilmiştir. Türkiye, söz konusu tedbirlere önemli katkılar sağlayarak, Avrupa’nın güvenliğine yardımcı olmaktadır. Bu kapsamda yapılan çalışmalar, uzun dönemde TSK’nın imkân ve kabiliyetlerini geliştirmesine de katkı sağlayacaktır.
Sonuç olarak;
Türkiye’nin güvenliğine yönelik risk ve tehditlerle mücadelede NATO, Türkiye’nin dış politika, savunma ve güvenlik konularında temel dayanaklarından biri olmaya devam etmektedir.
NATO’da millî menfaatler gözetilirken, ortak görevlerin yerine getirilmesi, NATO yeteneklerinin geliştirilmesine katkıda bulunulması ve İttifak’ın güçlendirilmesinin desteklenmesi önem arz etmektedir.
Bu kapsamda Türkiye’nin, dünyanın en önemli güvenlik organizasyonu olan NATO’nun etkinliğini ve caydırıcılığını artırmasına yönelik çalışmalara verdiği aktif desteğin millî menfaatlerimiz açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
SORU 4: Yukarıdaki sorumuza bağlı olarak TSK’nın dünya barışına katkıları konusunda Uluslararası Barışı Koruma faaliyetlerine katılımlarımız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Türkiye’nin, Kore Harekâtı’yla başlayan uluslararası operasyonlara katılımı, günümüzde de Birleşmiş Milletler ve NATO Harekâtlarında üstlendiği roller ile aktif bir şekilde devam etmektedir. Bu kapsamda; Afganistan, Kosova, Bosna-Hersek, Akdeniz, Balkanlar’da yürütülen barışı destekleme görevleri ve Birleşmiş Milletler çapında icra edilen misyonlar ile Aden Körfezi ve Somali açıklarında yoğunlaşan deniz haydutluğu faaliyetlerine karşı yürütülen deniz operasyonlarına katkımız sürmektedir.
Afganistan’da 2014 yılı sonuna kadar yürütülen Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti (ISAF) Harekâtına başlangıcından beri, yani 2002 yılından bu yana katkıda bulunduk. Afganistan ile olan tarihi bağlarımız nedeniyle mümkün olduğu ölçüde birlik ve personel görevlendirdik. 2009 yılında devraldığımız Kabil Bölge Komutanlığı liderliğini, ISAF Harekâtının sona erdiği 2014 yılı sonuna kadar aralıksız olarak sürdürmüş olmamız bu hususta verebileceğim en belirgin örnektir. Ayrıca, 2015 yılından itibaren NATO liderliğinde başlatılan ve muharip bir nitelik taşımayacak olan Kararlı Destek Misyonunda (KDM) da, eldeki imkânlar ölçüsünde katkıda bulunuyoruz. Nitekim söz konusu Misyon kapsamında Kabil bölgesi için Çerçeve Ülke sorumluluğunu üstlenmiş bulunuyoruz. Şu anda Afganistan Silahlı Kuvvetlerine değişik alanlarda eğitim ve danışmanlık hizmeti sağlayanlarla beraber yaklaşık 900 kişilik TSK personeli Afganistan’da görev yapmaktadır. Ayrıca Afganistan’da KDM kapsamında 01 Ocak 2015 tarihinden itibaren Kabil Uluslararası Havaalanı Komutanlığının (Kabul International Airport Command-KAIA) işletme sorumluluğu tarafımızdan yürütülmektedir.
Türkiye, Afganistan’da istikrar ve güvenliğin sağlanmasına yönelik askerî, ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitim faaliyetlerini ISAF Harekâtı süresince olduğu gibi Kararlı Destek Misyonu kapsamında da sürdürmektedir. ISAF döneminde olduğu gibi, KDM’de de Afgan halkına ücretsiz sağlık hizmeti verilmeye devam edecektir.
Türkiye’nin barışı destekleme harekâtlarına sağladığı diğer bir önemli katkı olan ve 1999 yılında NATO liderliğinde Kosova’da güvenliğin sağlanması amacıyla başlatılan Kosova Gücü (KFOR) Harekâtına en başından beri katkıda bulunulmaktadır. Harekât çeşitli ülkelerden yaklaşık 4.500 personelin iştiraki ile devam etmektedir. Türkiye harekâta; bir piyade bölüğü, altı irtibat ve izleme timi ve diğer destek unsurlarıyla toplam 369 personel ile katkıda bulunmaktadır. Diğer ülkelere ait birliklerle dönüşümlü olarak Kosova’nın kuzeyinde görev yapmaktadır. Bunun yanında, Kosova Türk Temsil Heyeti Başkanlığı tarafından Kosova Güvenlik Kuvvetlerine, uluslararası antlaşmalara uygun eğitimler verilmektedir. İcra edilen sivil-asker iş birliği faaliyetleri kapsamında; eğitim, sağlık, altyapı desteği ve insani yardım unsurları da Kosova’da ön plana çıkmaktadır.
Balkanlarda devam eden bir diğer önemli harekât ise Bosna Hersek’te devam eden Avrupa Birliğinin ALTHEA Harekâtıdır. 1992 yılında Birleşmiş Milletler tarafından başlatılan ve daha sonra NATO tarafından farklı isimlerle sürdürülen misyonların devamı niteliğindeki bu Harekât, 2004 yılından itibaren Avrupa Birliğinin teşkil ettiği Avrupa Birliği Gücüne (EUFOR) devredilmiştir. Türkiye Bosna Hersek’te icra edilen bu harekâtlara alay ve tugay seviyesinde katkılarda bulunmuştur. ALTHEA Harekâtına halen çeşitli ülkelerden yaklaşık 900 personel katılmaktadır. Türkiye ALTHEA Harekâtı kapsamında halen bir motorlu piyade bölüğü, beş irtibat ve izleme timi ve destek unsurları ile yaklaşık 250 kişilik bir katkı yapmaktadır.
Son yıllarda artan ticaret hacmine paralel olarak dünya deniz ticareti önemli bir artış göstermiş olup, hâlihazırda dünya ticaretinin % 90’dan fazlası deniz yoluyla yapılmaktadır. Ancak, dünyanın çeşitli bölgelerinde yer alan önemli su yollarında, artan şekilde gemilere yapılan saldırılar nedeniyle, deniz haydutluğu uluslararası toplumun gündemini yoğun bir şekilde işgal etmeye başlamıştır. Söz konusu eylemlerin vuku bulduğu deniz alanları, Türk ticaret gemileri tarafından da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Aden Körfezi’nden ve Somali Havzası’ndan 2010 yılında geçiş yapan gemi sayımız 280 iken, 2014 yılında 952 Türk ticaret gemisi bölgeden geçiş yapmıştır. Türkiye’nin dış ticaretinin yaklaşık yüzde 21’i Aden Körfezi geçişli deniz ticaretinden sağlanmaktadır.
Bu nedenle ülkemiz; Aden Körfezi, Somali Havzası ve mücavir bölgelerde görev yapan Birleşik Görev Kuvveti-151 (CTF-151) ve NATO Okyanus Kalkanı Harekâtı emrinde dönüşümlü olarak görevlendirdiği fırkateynler vasıtasıyla deniz haydutluğu ile mücadele faaliyetlerine destek sağlamaktadır. Bu kapsamda, üç kez CTF-151 Komutanlığı görevi ve bir kez de NATO Okyanus Kalkanı Harekâtı Komutanlığı ülkemiz tarafından gerçekleştirilmiştir. CTF-151 Komutanlığının üstlenilmesiyle ülkemiz tarafından NATO dışında ilk defa denizde çok uluslu bir koalisyon gücünün komutanlığı yürütülmüştür. 2015 yılında da Okyanus Kalkanı Harekâtı ile CTF-151’e katkı sağlanması ve CTF-151’e bir kez daha Türkiye tarafından komuta edilmesi planlanmıştır.
Bu görevler kapsamında örneğin, Türk Kızılayı adına Mogadişu/Somali’ye insani yardım malzemesi taşıyan toplam 6 ticari gemiye bölgede bulunan fırkateynlerimiz tarafından deniz haydutluğu riski bulunan bölgelerde refakat ve koruma sağlanmıştır.
NATO’nun Akdeniz’de yürütmekte olduğu bir deniz harekâtı olan Etkin Çaba Harekâtı ise Akdeniz’de terörizme desteğin önlenmesi amacıyla 2001 yılından bu yana icra edilmektedir. Bu harekâtın diğer bir önemi de NATO’nun birlik beraberliğinin göstergesi olan Kuzey Atlantik Anlaşması’nın 5’inci maddesi kapsamında icra edilmesidir. Ülkelerin yüzer/dalar/uçar unsur katkıları ve NATO Daimi Deniz Görev Gruplarının desteği ile icra edilen Harekât kapsamında; Akdeniz’e kıyıdaş NATO ülkeleri, Akdeniz’deki gemi hareketlerine ait elde ettikleri bilgileri bilgisayar ağları üzerinden paylaşmaktadırlar. Türkiye söz konusu Harekâta başlangıcından beri katkı sağlamaktadır. 2015 yılı için de; çeşitli tipte gemiler ve uçuş görevleri ile Aksaz Deniz Üssü ve Mersin Limanının lojistik maksatlı kullanımı taahhütlerinde bulunmuştur.
Birleşmiş Milletler çatısı altında ise Türkiye, Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücünün (UNIFIL) Deniz Görev Kuvvetine bir gemi ile katkı sağlamakta, UNIFIL’in Nakura/Lübnan’daki karargâhında ise personelimiz bulunmaktadır. Daha önce de bu harekâta bir istihkâm bölüğü ile katkıda bulunulmuştur.
Bunun yanında BM tarafından yürütülen BM Somali Yardım Misyonu (UNSOM), BM Kosova Misyonu (UNMIK) ve BM Afganistan Yardım Misyonunda (UNAMA) da personel bulundurulmaktadır.
Bu katkıların yanı sıra, Balkanlarda barış ve istikrarın sağlanması maksadıyla, Güneydoğu Avrupa Savunma Bakanları (SEDM) süreci ve Güneydoğu Avrupa Barış Tugayı (SEEBRIG) kapsamında icra edilen faaliyetlerde, Karadeniz’de deniz güvenliğini temin amacıyla Karadeniz İş Birliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) ve Karadeniz Uyumu Harekâtında (Operation Black Sea Harmony) ülkemize düşen görevleri layıkıyla yerine getirmeye devam etmekteyiz. Ayrıca Akdeniz’in deniz güvenliğine ilişkin Akdeniz Kalkanı Harekâtını (Operation Mediterranean Shield) millî olarak icra etmekteyiz.
Türkiye, gerek tek başına bir güç olarak, gerekse üyesi olduğu uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla geniş bir yelpazede, barışçıl, ilkeli ve etkin bir güvenlik politikası izlemektedir. Bu kapsamda, ulusal çıkarlarımızın yanı sıra, bölgedeki ve uluslararası alandaki etkinliğimizi ve görünürlüğümüzü artıracak ortamlarda varlık göstermeye devam etmemizin bir gereklilik olduğunu değerlendirmekteyim.
SORU 5 : 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL tarafından hazırlatılan ve temel amacı “TSK’nın askeri etkinlik ve iktisadi verimlilik ana eksenlerinde muharip görev odaklı elit bir askeri güç olarak yapılandırılması” şeklinde tanımlanan Savunma Reformu Raporu’nda; “Türkiye’yi çevreleyen tehdit ve risk ortamı ile ittifak sorumlulukları göz önünde bulundurulduğunda TSK’nın NATO’da olduğu gibi göreve hazır bir “Acil Müdahale Gücü’ne sahip olması ve müştereklik esası temelinde, bu güce kara, deniz ve hava kuvvetlerinden unsurların tahsis edilmesinin uygun olacağı” değerlendirmesine yer verilmiştir. Genelkurmay Başkanlığının bu konuya yaklaşımı hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bilim ve teknoloji ile birlikte sistemlerin, yöntemlerin ve organizasyonların hızla değişime uğradığı günümüzde, TSK’nın da değişime ayak uydurmanın ötesinde değişimi yönlendirmesi ve buna bağlı “dönüşümün” sürekli kendini tekrarlayan bir “yetenek” haline gelmesi son derece hayatidir.
Arzu edilen değişim, modernizasyon faaliyetlerinin ötesinde TSK’nın bir bütün olarak yeniden yapılandırılması, günümüzde ve gelecekte modern, harbe hazır ve caydırıcı bir güç olmasıdır. Bu değişimi sağlamak maksadıyla; “TSK-2033 Yeniden Yapılanma Projesi” başlatılmıştır. Bu bağlamda;
- Ağustos 2012’de Genelkurmay Karargâhında sadece bu konu ile görevlendirilmiş bir Daire Başkanlığı kurulmuş,
- 2013 yılında her Kuvvet Karargâhında, benzer şekilde görev yapacak birimler teşkil edilmiştir.
Projeye ilişkin hazırlanan Stratejik Planlama; 2013 Yılı Kasım Yüksek Askerî Şura Toplantısı’nda Sayın Başbakan ve Şura üyelerine sunulmuştur. Müteakiben, 7 Ocak 2014 tarihinde, “TSK-2033 Vizyonu ve Yeniden Yapılanma Yol Haritası” hakkında Sayın Cumhurbaşkanı’na detaylı bilgi arzında bulunulmuş ve son olarak projeye ilişkin bilgiler 4 Kasım 2014 tarihinde Sayın Başbakan ve Bakanlar Kuruluna arz edilmiştir.
Belirlediğimiz yol haritası kapsamında; “Modern Savunma ve Güvenlik Planlama Usulleri ve Hiyerarşisi”ne uygun olarak yürütülen çalışmalarda halen; “Yeniden Yapılanma” bağlamında icra edilecek tüm ana proje ve çalışmaları, yürütülecek projelerde dikkate alınacak prensipleri, esasları, geleceğin tasarlanmasına ait süreçleri tanımlayacak ve Silahlı Kuvvetlerin şekillendirilmesinde bir başvuru dokümanı niteliğinde olacak “TSK-2033 Temel Konsepti” dokümanının hazırlanmasına devam edilmektedir.
Sorunuzda belirttiğiniz, tehdit ve risk ortamına yönelik kuvvet ve komuta yapısı ile ilgili hususlar ise ancak tüm bu çalışmalar tamamlandıktan sonra netleşecektir. Dolayısıyla, söz konusu çalışmalar tamamlanmadan bu konularda yorum yapmak yanıltıcı olabilecektir. Nihai hedefimiz doğru kuvvetlerin, doğru zamanda ve doğru yerde olmasını sağlayacak bir “Harbe Hazırlık Sistemi”nin geliştirilmesidir.
SORU 6: Askerî Kanun ve Nizamların kendisine verdiği görevlerde, eğitim ve öğretim yönünden Genelkurmay Başkanlığına, emniyet ve asayiş hizmetleri ile diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı bulunan J.Gn.K.lığı ile S.G.K.lığının, geçen yıl Ekim ayında basında bu komutanlıkların tümüyle İçişleri Bakanlığına bağlanacağı, kıyafet ve teşkilatlanmasının değiştirileceği yönünde haberler yer almıştır. Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarının benzeri teşkilâtlanmalarının diğer ülkelerdeki uygulamaları hakkında bilgi verebilir misiniz? Ülkeye en yararlı uygulama hangisidir?
Jandarma Genel Komutanlığı; 2803 Sayılı Kanun’da yer alan tanımdan da anlaşılacağı üzere; Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir parçası olup, Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığına, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı silahlı, askerî bir güvenlik ve kolluk kuvvetidir.
Diğer ülkelerin Jandarma teşkilatları incelendiğinde; bugün dünyada 56 ülkede Jandarma teşkilatı bulunduğu; ülkelere göre bazı farklılıklar olmasına rağmen, bunların Savunma (Genelkurmay Başkanlığı) ve İçişleri Bakanlığı olmak üzere iki kuruma bağlı oldukları, askeri bir yapıda teşkilatlanmaları nedeniyle de kurumlara kıyasla yönetimde daha merkeziyetçi ve hiyerarşik oldukları görülmektedir. Türkiye’nin de üyesi olduğu askerî statülü kolluk teşkilatında, dünyada öne çıkan Avrupa ve Akdeniz Jandarmalar ve Askerî Statülü Kolluk Kuvvetleri Birliği (FIEP) üyeleri (Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Fas, Romanya, Ürdün, Arjantin, Şili) incelendiğinde de jandarma teşkilatlarının, emniyet ve asayiş görevlerinin ifası yönünden İçişleri Bakanlığına, eğitim ve öğretim ile askerî görevlerin yürütülmesi bakımından (Romanya ve Şili hariç olmak üzere) Genelkurmay Başkanlığına/Savunma Bakanlığına, adli hizmetlerin yürütülmesi bakımından adli makamlara bağlı olduğu görülmektedir.
BM ve NATO gibi uluslararası güvenlik organizasyonları tarafından yapılan çalışmalar incelendiğinde ise;
- BM bünyesinde icra edilen Barışı Destekleme Harekâtları çerçevesinde, kolluk harekatı ile askerî harekâtın entegrasyonunun üzerinde çalışılan en önemli konulardan biri olduğu, bu kapsamda Jandarma gibi hem askeri hem sivil kolluk yeteneklerine sahip organizasyonların çok önemli birer araç olduğu ifade edilmektedir.
- NATO’nun harekât ortamının farklılaşan ihtiyaçları doğrultusunda yapısal değişiklikler yaşadığı, Irak, Kosova ve Afganistan’da örneklerinde de görüldüğü gibi, sadece askeri yeteneklere sahip kuvvetlerle icra edilen operasyonların istenen başarıya ulaşamamasının kolluk yeteneklerine duyulan ihtiyacı açıkça ortaya koyduğu, bu çerçevede Kolluk İstikrar Harekâtının yeni bir alan olarak ortaya çıktığı, bu kapsamda NATO bünyesinde askeri statülü kolluk kuvvetlerine duyulan ihtiyacın arttığı belirtilmektedir.
Ayrıca, Kolluk İstikrar Harekâtı faaliyetlerine ayrılan kuvvetlerin kaynağının genellikle, Jandarma tipi kuvvetleri de içeren askerî statülü kolluk kuvvetleri olduğu, askeri statülü kolluk kuvvetlerinin, sahip oldukları kolluk yetenekleri ve yüksek tehdit ortamlarında çalışabilme deneyimleri sebebiyle istikrar faaliyetlerini icra etmek için çok uygun oldukları, ayrıca, hem asker hem kolluk niteliklerine sahip olan bu kuvvetlerin genel kolluk kuvvetlerinin parçası olmaları yanında, askerî kuvvetlerin genel zihniyet ve çalışma şekillerini paylaşmalarından dolayı kolayca askerî misyonlara entegre edilebildikleri ifade edilmektedir.
Ülkemizde geçmişi 1850’lere kadar uzanan, çeşitli dönemlerde farklı kurumlara bağlı görev yapan Sahil Güvenlik teşkilatı; 1982 yılında çıkarılan 2692 Sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu ve 2003 yılında yapılan yasa değişikliği sonrasında, Sahil Güvenlik sınıfı personel ile tam olarak profesyonel hâle dönüştürülen Sahil Güvenlik Komutanlığı; kendi kanununda belirtilen görev ve hizmetleri yapmak üzere kurulan, Türk Silahlı Kuvvetleri kadroları içerisinde yer alan silahlı bir güvenlik kuvveti olup, barışta görev ve hizmet yönünden İçişleri Bakanlığına bağlıdır.
Dünyadaki sahil güvenlik teşkilatları görevleri ve statülerine göre farklı kurumlara bağlı olarak çalışmaktadır. Bu hususu belirleyen önemli etkenler; ülkelerin tarihinden gelen denizcilik yapılanmaları, denizcilik kültürleri, kurumlar arası ilişkiler, ülkenin siyasi ve hukuki yapısı ve bulundukları coğrafyadan kaynaklanan ihtiyaçlardır.
AB ülkeleri arasında, ülkemiz ile coğrafi yönden benzer özelliklere sahip, aynı risk ve tehditlerle mücadele eden Yunanistan ve AB genelinde sınır güvenliği açısından “best practice-en iyi uygulama örneği” olarak kabul edilen Finlandiya’nın Sahil Güvenlik yapıları incelendiğinde;
- Kamu Güvenliği Bakanlığına bağlı olarak görev yapan Yunanistan Sahil Güvenlik Komutanlığının askerî statüde kolluk kuvveti olduğu, aynı zamanda sınır güvenliğinin deniz boyutu ile ilgili görevleri de sürdürdüğü,
- Finlandiya’nın da askerî statüde bir Sahil Güvenlik yapılanmasına sahip olduğu görülmektedir.
Dünya genelinde denizcilik alanında söz sahibi ülkeler arasında yer alan ABD ve Norveç Sahil Güvenlik teşkilatları incelendiğinde;
- ABD’nin dünya denizlerinde faaliyet gösteren İç Güvenlik Bakanlığına bağlı askerî statüde etkin bir Sahil Güvenlik Komutanlığı bulunduğu,
- Geniş deniz yetki alanlarına ve deniz kaynaklarına sahip ülkeler arasında yer alan Norveç’te de askerî statüde Deniz Kuvvetlerine bağlı olarak görev yapan Sahil Güvenlik Teşkilatı bulunduğu görülmektedir.
Sorunuzda belirtmiş olduğunuz 2803 Sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile 2692 Sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’nda öngörülen değişiklikle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığının görüşleri ise, Mayıs 2014 ve Ekim 2014 aylarında İçişleri Bakanlığı ve Başbakanlığa gönderilen yazılarda ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
SORU 7: Toplam uzunluğu 2.949 km’ye ulaşan kara sınırımızın korunması ve güvenliği 3947 Sayılı Kanun ile KKK’nın sorumluluğuna tevdi edilmiştir. Bu miktarın 911 km’si Suriye, 384 km’si Irak ile olan sınırımızdır. Yani 1200 km’lik bir sınır hattı sorunlu sınır hattımızdır. Sınırların güvenliği için nasıl bir teşkilatlanmaya ve teknik teçhizatlanmaya gidilmiştir. Veya gidilmesi düşünülmektedir? Sizce sınır güvenliği için ayrı bir birime gereksinim var mıdır? Neden?
3497 Sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkındaki Kanun gereği, kara sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak sorumluluğu Kara Kuvvetleri Komutanlığına aittir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı hudut birlikleri 3497 Sayılı Kanun’da kendilerine verilmiş olan bu görevlerin icrasında, bu kanun ve konu ile ilgili diğer kanunların, silah kullanma yetkisi dâhil, güvenlik kuvvetlerine tanıdığı bütün hak ve yetkilere sahiptirler. Hudut birliklerinin bu maddede belirtilen görev ve yetkilerine girmeyen konularda, diğer kanunlara göre görevli ve yetkili kılınmış makamların görev ve yetkileri saklıdır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı bu Kanun’da öngörülen görevlerini gerektiğinde, ilgili bakanlıklar, mülki ve adli makamlar ile güvenlik kuvvetleri ve ilgili kuruluşlarla karşılıklı yardım ve iş birliği yapmak suretiyle yerine getirmektedir.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2.949 km’lik kara hudutlarının güvenliğini 317 hudut karakolu ile sağlamaktadır.
Hudut güvenliği faaliyetlerinin etkinliğinin artırılması kapsamında;
Suriye’de iç karışıklığın başladığı Nisan 2011’den itibaren Suriye hududundaki birliklerin personel kadroları tamamlanmış; birlikler silah, araç ve malzeme yönünden takviye edilmiştir. Hudut alay komutanlıkları, bağlı bulundukları tugay komutanlıkları tarafından mekanize piyade takım/bölükleri ile ihtiyaç duyulan araç, silah ve malzemelerle takviye edilmektedir.
Irak hududunda görevli hudut tugay komutanlıkları organik kuruluşlarında bulunan birlikler haricinde komando taburları ve motorlu piyade taburları ile takviye edilmiştir.
Kritik araç ve malzemeler kapsamında 2014 yılı içerisinde hudut sorumluluğu olan birlikler Taktik Tekerlekli Zırhlı Araç (TTZA), Kirpi Mayına Karşı Korumalı Araç (MKKA) ve TOMA araçları ile takviye edilmiştir.
Teşkilatlanma, konuş ve bağlantı değişikliği kapsamında; Irak hudut bölgesindeki alınan tedbirlerin artırılması maksadıyla 2013 ve 2014 yıllarında iki adet hudut özel harekât komando taburu teşkil edilmiştir. 2015 yılı içerisinde bir hudut özel harekât komando taburu kurulması çalışmaları devam etmektedir. Suriye hudut bölgesinde alınan tedbirlerin artırılması maksadıyla 2014’te Akçakale’de bir hudut taburu teşkil edilmiştir.
Suriye ve Irak hudutları öncelikli olmak üzere hudut birliklerinin personel destekleme oranları artırılmıştır.
Hudut güvenliğine ilişkin görev etkinliğini artırmak maksadıyla, Hudut Güvenlik Bölgesi oluşturulmasına yönelik Kanun değişiklik teklifi çalışmaları devam etmektedir.
Hudut birlikleri sorumluluk sahalarındaki üs bölgelerinde alınan emniyet tedbirlerinin artırılması maksadıyla “Modüler Geçici Üs Bölgesi (MGÜB)” kurulması ve “Mobil Keşif Gözetleme Sistemi’nin (MKGS)” yaygınlaştırılması kapsamında 20 adet üs bölgesine yönelik faaliyetler tamamlanmıştır. Bu kapsamda 10 üs bölgesine MGÜB kurulumu tamamlanmış, toplam 18 üs bölgesine 36 adet MKGS tahsis edilmiştir. Önümüzdeki dönemde sekiz üs bölgesine MGÜB kurulması; altı üs bölgesine MGÜB ve MKGS tesis edilmesi konusunda proje çalışmaları devam etmektedir.
Hudut birliklerinin emniyet tedbirlerinin artırılması ve iskân şartlarının iyileştirilmesi maksadıyla Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) ile yapılan protokoller kapsamında toplam 120 tesis inşaatı planlanmıştır. Bu tesislerden 56 adedi tamamlanmış, 30 adedinin yapım faaliyeti devam etmektedir. 34 adedi için ise projelendirme ve ihale çalışmaları yapılmaktadır.
Suriye hududunda Acil Sınır Fizikî Güvenlik Sistemleri ihtiyacının karşılanması ve Mevcut Engel Sistemi’nin güçlendirilmesi maksadıyla, 2013-2014 yılları içerisinde 3.386 m duvar inşası, 3.360 m beton taşınabilir duvar, 86.722 m kafes tel, 321.623 m hendek, 49.141 m toprak set, 711.515 m yol ıslahı ve 250.000 m hudut aydınlatması yapılmıştır.
Sonuç olarak; KKK tarafından hudutlarda meydana gelen tüm olay/faaliyetler sürekli olarak yakından takip edilmekte, yapılan durum muhakemeleri sonucunda hudut güvenliği faaliyetlerinin etkinliğinin artırılması kapsamındaki çalışmalara ağırlık verilmektedir. Bununla birlikte, hudut güvenliğinin ulusal bir sorumluluk olduğu bilincinin yaygınlaştırılmasının gerekli olduğu ve bu alanda başarının sadece askerî tedbirlerle sağlanamayacağını düşünüyorum. İçişleri Bakanlığı bünyesinde, kara, deniz ve hava sınırları ile sınır kapılarından sorumlu kolluk yetkisine haiz bir Sınır Güvenlik Teşkilatı Başkanlığı kurulması ve sınıra ilişkin görevi bulunan kurumlar arasında iş birliğinin sağlanması hususlarında çalışmalar devam etmektedir.
“Teröristle Mücadele Harekâtı”nın yanı sıra yasa dışı göç ve kaçakçılık gibi konuları da doğrudan ilgilendiren sınır güvenliği ve bu kapsamda Sınır Fizikî Güvenlik Sistemleri’nin geliştirilmesi, sınır birliklerinin teknik kapasitesinin ve yasal yetkilerinin düzenlenmesi konusu öncelikli faaliyetlerimiz arasında yer almaktadır.
Bugünün ve geleceğin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak, hudut ihlallerini asgari seviyeye indirmek, hudut güvenliğini etkin ve caydırıcı bir şekilde yerine getirmek, teknoloji-yoğun sistemler kullanarak personel ve birlik tasarrufu sağlamak maksadıyla; kara sınırları boyunca, mevcut tehdit algılaması, teknolojik imkânlar ve sahip olunan kaynaklar göz önüne alınarak standart ve entegre “Sınır Fizikî Güvenlik Sistemi” oluşturulmasına yönelik çalışmalarımız devam etmektedir.
Teşkilatlanmayla ilgili olarak ise; kısa vadede, mevcut hudut birliklerinin, mülki idare bölünmesi dikkate alınarak yeniden teşkilatlandırılması; orta vadede ise muharip tugaylardan hudut sorumluluğunun devralınarak, hudut birliklerinin tek bir komuta yapısı altında birleştirilmesi çalışmalarına devam edilmektedir.
SORU 8: Yeni güvenlik ortamı, Silahlı Kuvvetlerin günümüzün ve geleceğin tehdit ve risk ortamında vazifesini yapabilmesi ve değişen koşullara kendisini uyarlaması için sürekli bir gelişim ve dönüşüm içinde olmasını gerekli kılmaktadır. Bu gerçek ışığında TSK’nın 2020 Stratejik Hedefi doğrultusunda uygulamakta olduğu yeniden yapılanma ve modernizasyon çalışmaları hakkında bizlere neler söyleyebilirsiniz. 2020’li yıllarda nasıl bir TSK göreceğiz?
Günümüzün güvenlik ortamında, harbin geleneksel tanımlamalarının ve çerçevesinin oldukça dışına çıkıldığı ve harbin doğasının farklı nitelikler kazandığı görülmektedir. Artık savaşlar; amaçları, izlenen stratejisi, süresi, planlama usulleri, uygulama yöntemleri, aktörleri, teknolojinin kullanımı ve coğrafi çerçevesi gibi, geçmiştekilerden çok daha farklı boyutlarda meydana gelmektedir.
Bu bağlamda; geleceğin güvenlik ve harp ortamının en belirgin özelliğinin, “belirsizlik” olacağı öngörülmektedir. Bana göre geleceğin en önemli özelliği ise; “zamanın geçiş hızı” ve bu hızın birey, toplum, sistemler ve olaylar üzerindeki dönüştürücü etkisi olacaktır. Dolayısıyla, gelecekte “bilinenin” yanında “belirsizlikleri” de yönetebilmek, karar ve icrada sürat sağlayacak yetenekleri kazanmak hayati önemi haiz olacaktır.
Dünyanın içine girdiği bu hızlı değişim ve dönüşüm süreci; harbin karakterinin yanında, kazanılması gereken yetenekleri ve barıştan itibaren kriz ve harbe kadar uzanan süreçlerin yönetim esaslarını derinden etkilemeye başlamıştır. Dolayısıyla; geleceğe hazırlanırken farklı düşünmek, beklenmedik durumlara ve yeni tehditlere süratle uyumlu olabilecek kuvvet ve yetenekler geliştirmek, sadece yeteneklerimizi değil, düşünce yapımızı, muhakeme yöntemlerimizi, eğitim şeklimizi, tatbikat sistemlerimizi, karar verme süreçlerimizi, muharebeyi sevk ve idare usullerimizi değiştirmek ve dönüştürmek önem arz etmektedir.
Gelecekte kendisine tevdi edilecek görevleri etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için, Türk Silahlı Kuvvetlerinin de; teşkilat değişikliğinin ötesine geçmeyen etkinleşme faaliyetleri, sadece silah, teçhizat ve malzeme tedarikine odaklanmış modernizasyon çalışmalarından daha fazlasını yapması ve “yenilenmeyi” sürekli kendini tekrarlayan bir “yetenek” haline getirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, değişimi yönetmek yerine, gündelik sorunlar arasında “değişim için değişim” hatasına düşülerek, bu sürecin yıkıcı etkisine maruz kalınacaktır.
Sonuç olarak; savaşın doğasında meydana gelen değişimler, güvenlik ve harp ortamında beklenen gelişmeler, yaşanan küresel, bölgesel ve teknolojik dönüşüme paralel olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin de kapsamlı bir “Yeniden Yapılanma” gayretiyle, günümüzün ve geleceğin güvenlik ortamında, kendisine tevdi edilecek her türlü görevi, etkin bir şekilde başarabilecek yeteneklere ulaşmasını gerekli kılmaktadır.
Amaçlanan değişim ve dönüşümün gerçekleştirilmesinde en önemli husus; TSK’nın tüm birimlerinde “Yeniden Yapılanma” sürecine olan inancın pekiştirilmesi, ortak aklın ve tüm uzmanlık alanlarının sürece yansıtılmasıdır.
Değişim sürecinin ana dinamiklerini iyi tespit etmek, her geçen gün ivme kazanan riskler karşısında, geleceğe yönelik isabetli tahmin ve değerlendirmeler yapabilmek ve bu değerlendirmelere göre inisiyatifleri cesaretle alabilmek son derece önemlidir. Dengeli bir stratejik planlamayla, geleceğin güvenlik ve harp ortamında gerçekçi bir misyon belirleyen TSK, bölgesinde ve hatta küresel çapta önemli roller üstlenmeye adaydır.
Amacımız; TSK’ya sürekli gelişim/dönüşüm kültürü kazandırarak geleceğin güvenlik ve harp ortamında ihtiyaç duyulacak yeteneklere önceden sahip olmak, bu yeteneklerimizi kullanacağımız kuvvet, komuta ve karargâh yapısını etkin hale getirmek ve bunu dinamik olarak yenilemektir.
“TSK-2033 Yeniden Yapılanma” sürecinde, sadece teşkilat değişiklikleri ile istenen değişim ve dönüşümün sağlanacağı yanılgısından kaçınılacak; bireysel ve kurumsal kültür değişimi oluşturmak suretiyle, TSK’nın etkinliğinin artırılması ve bölgesinde etkin bir güç olması hedeflenmektedir. Bu maksatla, hızla değişen ve geleceğin muharebe/çatışma ortamı çerçevesinde değişim ve dönüşümün sürekli olması ve “kurumsal bir nitelik” kazanması esas alınmaktadır.
Dünyanın içine girdiği hızlı değişim ve dönüşüm süreci; harbin karakterinin yanında, kazanılması gereken yetenekleri ve barıştan itibaren kriz ve harbe kadar uzanan süreçlerin yönetim esaslarını derinden etkilemeye başlamıştır. Dolayısıyla; geleceğe hazırlanırken farklı düşünmek, beklenmedik durumlara ve tehditlere süratle adapte olabilecek kuvvet ve yetenekleri geliştirmek, sadece yeteneklerimizi değil, düşünce yapımızı, muhakeme yöntemlerimizi, eğitim şeklimizi, tatbikat sistemlerimizi, karar verme süreçlerimizi, muharebeyi sevk ve idare usullerimizi değiştirmek ve dönüştürmek önem arz etmektedir.
Bu kapsamda geleceğe yönelik çalışmalardaki temel hedefimiz; tüm harekât nevilerinde görev yapabilecek yeterlilik ve esneklikte, barıştan itibaren müşterek yetenekleri kazanmış, ağ destekli yeteneğe sahip, coğrafyadan bağımsız, modüler, stratejik intikal yeteneğini haiz, süratle kışlasından/denizden/üssünden doğrudan hedefe gidebilen bir “Kuvvet Yapısı” ile en kısa süre ve etkinlikte karar mekanizmasını çalıştıracak bir “Komuta ve Karargâh Yapısı”na geçmektir.
SORU 9: Türk Savunma Sanayinin bugün ulaştığı seviye ve geleceğine yönelik olarak düşüncelerinizi alabilir miyiz? Mevcut modernizasyon projelerinden, ALTAY Tankı, T-129 ATAK Helikopteri, Fırtına K/M Obüsü, Panter Obüsü, Tekerlekli ve Paletli Zırhlı Araçlar, Elektronik Teçhizat, MİLGEM Korvetleri, Yeni Tip Karakol Botları, Çıkarma Gemileri, HÜRKUŞ Temel Eğitim Uçağı, İnsansız Hava Araçları, çeşitli tip ve çapta roketler, SG Botları, A/K Gemileri, bugün Savunma Sanayimiz tarafından özgün projeler olarak üretilmekte ve TSK’ya kazandırılmaktadır. Söz konusu projelere ilişkin ve Türk Savunma Sanayinin bugün geldiği bu nokta hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz?
Günümüzde birçok ülke çeşitli sebeplerle artan istikrarsızlık ve güvensizlik ortamı içerisinde yaşamakta, bu ise o ülkeleri modern savunma sistemleri tedarik etmeye ve bütçelerinden uygun maddi kaynağı bu amaçla ayırmaya mecbur kılmaktadır.
Söz konusu ihtiyaçlarını millî olarak ülke savunma sanayisinden karşılayamayan ülkeler; kullanım kısıtları, dışa bağımlılık ve uluslararası konjonktürde meydana gelen gelişmelerden aşırı etkilenmekte, ihtiyaçlarını karşılamakta güçlükler yaşamakta ve hatta gerekli finansal kaynağa sahip olmasına rağmen zaman zaman ihtiyaç duyduğu harp silah, araç ve gereçlerini tedarik edememektedir.
Bu nedenle, dünyanın en kritik bölgelerinden birinde bulunan Türkiye’nin savunmasından sorumlu olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yüksek teknoloji içeren savunma ihtiyaçlarının karşılanmasında yurt içi imkân ve yeteneklerin kullanılmasına önem vermesi kaçınılmazdır.
Savunma sanayisindeki bahse konu gerekliliği gören ve buna göre faaliyetlerini düzenleyen Türkiye, yakın zamana kadar ihtiyaçlarını dışarıdan tedarik etmeye çalışan bir ülke konumundan bugün itibarıyla;
- İhtiyaç duyduğu savunma sanayi ürünlerinin önemli bir miktarını (yaklaşık %60) yurt içinden karşılayabilen,
- Üniversiteler ve araştırma kurumları vasıtasıyla kritik teknolojilere sahip olabilecek ArGe projeleri yürüten,
- Dünya üzerindeki birçok ülkeye ana ve alt yüklenici konumunda kara, deniz ve hava platformları ile çeşitli savunma sanayi ürünleri ihraç edebilen bir ülke konumuna gelmiştir.
Bu kapsamda, bir kısmının ismi yönelttiğiniz soruda geçen, yürütülmekte olan özgün projeler ile yurt içi geliştirme, üretim ve teknoloji kazanımı hususlarını azami gerçekleştirecek bir sistem yaklaşımı esas alınmaktadır. Söz konusu projeler; kara, deniz ve hava platformları ile bu platformlar için ihtiyaç duyulan silah sistemleri ve elektronik sistemlerin geliştirilmesini, üretilmesini, bakım ve idamesini destekleyecek şekilde paket proje anlayışı çerçevesinde oluşturulmuştur. Kazanılan yetenekler doğrultusunda, dost ve müttefik ülkeler ile stratejik iş birliği alanları artırılmakta ve savunma sanayisindeki rekabet imkânlarımız her alanda gelişme kaydetmektedir.
SORU 10: Türk Savunma Sanayinin gelmiş olduğu yetkinlik açısından bakıldığında, askeri fabrikalar hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Yıllardır sürdürdükleri bakım, onarım, yenileştirme ve modernizasyon faaliyetleri yanında çeşitli projelerde ve TSK’nın gereksinim duyduğu bir kısım malzeme ve teçhizatın Türkiye’deki yerli sanayi kuruluşlarından temini hususunda görüşlerinizi alabilir miyiz? Böyle bir yönelmenin fayda ve mahsurları neler olabilir?
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bakım onarım ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan askeri fabrikalar, yılların getirdiği bilgi ve teknoloji birikimiyle birlikte bakım onarım faaliyetlerinin yanında yenileştirme ve modernizasyon kabiliyetleri kazanmış, yeni ve özgün silah sistemleri ile harp malzemeleri üretimine başlamıştır. Kuruldukları günden bugüne askeri ihtiyaçların karşılanmasında büyük pay sahibi olan askeri fabrikalar, bakım onarım faaliyetlerinin yanında yürüttüğü ArGe faaliyetleriyle askeri savunma sanayinin gelişmesine büyük katkı sağlamış ve bu alandaki dışa bağımlılığı azaltmıştır. Hâlihazırda; elinde bulundurduğu nitelikli iş gücü ve yetenekler ile askeri fabrikalar aynı zamanda yerli savunma sanayi için kılavuz niteliğindedir ve yetkinlikleri üst seviyededir.
Yürütülen bakım, onarım, yenileştirme, modernizasyon ve proje faaliyetlerinde yerli savunma sanayinin kullanılması için bütün imkânlar kullanılmaktadır. Askeri fabrikalarda üretilen malzemelerin yerli sanayi kuruluşlarından teminine yönelik imkânlar araştırılmakta, bu çerçevede küçük ve orta boy üreticiler bilgilendirilerek teşvik edilmektedir. Özellikle yurt dışından tedarik edilen malzemelerin yerli savunma sanayi firmalarınca üretimini teşvik etmek maksadıyla, yerlileştirme sergileri düzenlenerek savunma sanayi firmalarının yanında diğer üretici sanayi firmalarının da savunma sanayine katkı sağlamasına yönelik çalışmalar sürdürülmektedir. Bu kapsamda yurt dışından tedarik edilen malzemelerin fikri ve sınai mülkiyet hakları gözetilerek yerli üretim yoluyla karşılanmasına yönelik yerlileştirme faaliyetleri yürütülmektedir. Gerek TSK tarafından yürütülen projelerde gerekse Savunma Sanayii Müsteşarlığınca yürütülen projelerde yerli savunma sanayinin gelişimine yönelik çalışmalar sürmektedir.
Yürütülen projelerde, savunma sanayi firmaları ile proje ofisleri oluşturularak ortak üretim çalışmaları yapılmaktadır. İstenilen nitelik ve özelliklerde üretim imkânı bulunan savunma sanayi kuruluşları ve diğer üretici kuruluşlar, bu projelerde değişen seviyelerde katkı sağlamaktadır. Savunma sanayinin kabiliyetleri arasında bulunan bir yeteneğin askeri fabrikalarca da kazanılmaması doğrultusunda yürütülen çalışmalar sonucunda, askeri fabrikaların işlev ve yeteneklerinin sorgulanması devamlı bir faaliyet haline getirilmiştir. Yerli savunma sanayinin gelişmesine paralel olarak bu sorgulama devam edecek ve ihtiyaç kalmadığı değerlendirilen askeri fabrikalar kapatılacak veya işlevi değiştirilecektir.
Askeri fabrikalar, bakım ve onarım faaliyetlerini savaş zamanında da sürdürebilecek şekilde yapılandırılmıştır. Bu açıdan, TSK’ya destek verecek yerli savunma sanayinin bu desteğini savaş zamanında da sürdürebilmesi önemlidir. Bu durum ayrı çekinceleri doğurmakta, savaş zamanının belirsizliği askeri fabrikaların yeteneklerini muhafazasını gerektirmektedir. Ayrıca, askeri fabrikaların aksine ticari kaygılara sahip olan savunma sanayi kuruluşlarının, yurt dışı pazarlara açılması ve TSK dışında alıcılara ulaşması bu kuruluşlar açısından aşılması gereken diğer önemli bir husustur.
SORU 11: Bakım ve onarım konusu gündeme gelmişken, Silahlı Kuvvetlerin en önemli lojistik faaliyetlerden birisini de “bakım ve onarım” faaliyetlerinin olduğunu biliyoruz. Bugün yerli savunma sanayi kuruluşlarınca gerçekleştirilen bir kısım platform üretim projelerinde ortaya çıkan ürünün, üreten firma tarafından “Performansa Dayalı Lojistik Sistem” içinde bakımlarının gerçekleştirilmesi TSK’nın lojistik sistemine nasıl bir katkıda bulunabilir. Bu sistemi uygulayan ülkeler göz önüne alındığında bizim ülkemizde olabilirliği ne oranda mevcuttur?
Bilindiği gibi son dönemde; silah sistemlerine yönelik tedarik maliyetlerinin yanı sıra işletme idame maliyetlerinin de düşürülmesine yönelik büyük çabalar harcanmaktadır. Bu kapsamda; klasik lojistik yaklaşımdan farklı olarak kullanıcıların daha çok harekât faaliyetlerine odaklanmasını, lojistik desteğin ise sistemin tasarım ve üretimini gerçekleştiren yüklenici ile idare arasında oluşturulacak iş birliği ve sorumluluk paylaşımı vasıtasıyla yerine getirilmesini öngören yaklaşımlar ağırlık kazanmaktadır.
Böylece, klasik lojistik yaklaşımda idare tarafından yapılan bazı altyapı yatırımı, iş gücü ve eğitimden tasarruf sağlanarak, işletme idame maliyetlerinin düşürülmesi yani lojistik hacmin küçültülmesi ve harekât odaklı çalışması hedeflenmektedir.
Performansa Dayalı Lojistik (PDL), doğrudan bakım yapılması ya da nerede yapıldığı ile değil, istenen performans değerinin sağlanması ile ilgilidir.
NATO’da ve batılı ülkelerde geçmişteki lojistik yapılanma, lojistik desteğin tamamının organik yapıdan (kendi bünyesinden) karşılanması şeklindeyken, son dönemdeki gelişmeler askeri gücün ihtiyaç duyacağı lojistik desteğin belirli bölümlerinin (malzeme temini, malzeme onarımı vb.) sivil sektör tarafından da karşılanmasını öngören bir lojistik yapılanmaya gidildiğini göstermiştir.
Günümüzde yerli savunma sanayi kuruluşlarınca gerçekleştirilen bir kısım platform üretim projelerinde üreticilerin “Performansa Dayalı Lojistik Sistem” yaklaşımı içerisinde bakım hizmetlerini de sunmalarının önemli bir gelişme olduğu değerlendirilmektedir.
Halen TSK bünyesinde PDL benzeri uygulamalar mevcut olup, envanterimize girecek yeni sistemler ile daha yaygınlaşıp, kapsamının da genişleyeceği düşünülmektedir. Ancak, bakım olayına sistemlerin harekât etkinlik boyutundan baktığımızda, kritik sistemler için kriz ve gerginlik durumunda yüklenicinin taahhütlerini yerine getirmeme/getirememe ihtimali nedeniyle, bakım faaliyetlerinin organik bünyede kalması hususu da değerlendirilmektedir.
SORU 12: TSK bünyesinde yürütülen profesyonel ordu çalışmalarında gelinen son durum hakkında bir değerlendirme alabilir miyiz?
TSK’nın en değerli kaynağı, nitelikli insan gücüdür. Tüm yeteneklerin önünde bir kuvvet çarpanı olarak yer alan insan faktörü, aynı zamanda silah ve sistemlerin nihai amaca yapacakları katkının temel belirleyicisidir. Bu nedenle, nitelikli insan gücü ve lider yetiştirmede hedefimiz; zihinsel, fiziksel ve psikomotor yetenekleri ile ehliyet sahibi, çağın teknolojisine hâkim, kendi görev/sorumluluk alanında uzman, yeni teknolojilere çabuk adapte olabilen ve özgüveni yüksek, ortak aklı kullanabilen, istekli, çalışkan, disiplinli, askerlik mesleğinin temel değerlerine ve kurumuna gönülden bağlı, “Atatürk İlke ve İnkılâplarını” özümsemiş bireylerin yetiştirilmesidir. Bununla birlikte;
TSK’nın karakter ve kimliğindeki değişim ve gelişmenin; askeri ve akademik eğitim ve öğretimimizin, uluslararası standartlara yükseltilmesine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Bunun için TSK eğitim ve öğretim kurumlarında; bilinmeyen, belirsiz, beklenmeyen ve görülmeyenle mücadele etme, eleştirel ve yaratıcı düşünmeyi bilen, kendini mesleğine adamış, bütün imkânlarını, bütün zamanını, bütün yeteneklerini bu amaç doğrultusunda yönlendiren, kariyer planlamasını “savaş sanatı ve savaş biliminde uzmanlaşmayı” hedef alacak şekilde yapan personel yetiştirilmesi hedef alınmaktadır.
Geleceğin liderlerinin; iyi bir taktik düzeyden başlayarak, seviye yükseldikçe stratejik yönetim ve liderlik alanlarında askeri ve beşeri bilimler ile teçhiz edilmelerini sağlayacak, disiplinler arası eğitim metot ve modellerinden faydalanacak etkin bir “Askerî Meslek Eğitim Sistemi” geliştirilmesi yönünde çalışmalar devam etmektedir. Ayrıca; TSK’nın ihtiyaçları doğrultusunda, istekli ve gerekli nitelikleri sağlayan personele, mesleki gelişim ve meslek içi eğitim programları kapsamında yurt içi ve yurt dışındaki seçkin eğitim kurumları ve üniversitelerde çeşitli eğitim programlarına katılma, yüksek lisans ve doktora eğitimi alma imkânı sağlanmaktadır.
TSK personelinin mesleki gelişiminde çok önemli bir aşama olan dil öğreniminin, en üst düzeye çıkarılabilmesi amacıyla; modern dil öğrenim tekniklerinden yararlanma, eğitim ortamlarının zenginleştirilmesi, öğrenilen dilin yurt dışında etkin bir şekilde kullanılması için harp okullarından itibaren bölge uzmanlığının esas alınması ve özellikle çevre kuşak ülkelerinde konuşulan diller öncelikli olmak üzere, etkin bir dil öğretim sisteminin planlanması da üzerinde çalışılan bir başka önemli konudur.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin hedefi, mevcut durumda yaklaşık olarak %35 olan uzman personel oranının önümüzdeki dönemde artırılmasıdır. Bu hedefe ulaşmak maksadıyla, askerlik sisteminde uzmanlaşma oranının artması, günümüz şartlarına ve kamuoyu beklentilerine daha uygun bir yapıya dönüştürülmesi yönündeki çalışmalarımız devam etmektedir. Ancak, ordu-millet bağının önemli bir unsuru olan yükümlü askerlik sisteminin de devamı öngörülmektedir. Uzmanlaşma oranını artırmak maksadıyla yapılan çalışmalar kapsamında, 2008 yılından itibaren komando birliklerinin muharip unsurlarının tamamının uzman personelden oluşması sağlanmıştır. Ayrıca, sözleşmeli erbaş/erlik sistemi ile ilgili, başvurularda askerlik yapmış olma şartını kaldıran yeni düzenleme sonrası, sözleşmeli er temininin daha da artacağına inanıyorum.
SORU 13: TSK’nin diğer ülke Silahlı Kuvvetleri ile yapmış olduğu “Askeri Eğitim ve İş Birliği Anlaşmaları” gereğince eğitim vermekte olduğu dost ve müttefik ülke askeri personeli hakkında bilgi verebilir misiniz?
TSK’nın dost ve müttefik ülke askeri personeline verdiği eğitimler iki ülke arasında imzalanan Askerî Eğitim İş Birliği (ASEİŞ) Anlaşmaları esasları doğrultusunda icra edilmektedir. Bu kapsamda; bugüne kadar 53 ülke ile ASEİŞ Anlaşması imzalanmış ve 29.303 Misafir Askerî Personele (MAP) TSK eğitim ve öğretim kurumlarında eğitim verilmiştir. Halen 50 ülke ile ASEİŞ Anlaşması imzalamak üzere müzakere süreci devam etmektedir. Ayrıca 2014-2015 Eğitim Öğretim Yılı faaliyetleri kapsamında 31 ülkeden toplam 1.313 MAP’ın (Gnkur. Bşk.lığı 3 MAP, MSB 2 MAP, KKK 709 MAP, DzKK 151 MAP, HvKK 150 MAP, JGnK 25 MAP, Harp Akademileri Komutanlığı 101 MAP, GATA 166 MAP, SGK 6 MAP) TSK eğitim ve öğretim kurumlarında eğitimi devam etmektedir. Dost ve müttefik ülkelerin TSK eğitim ve öğretim kurumlarına giderek artan ilgisinin bir göstergesi olarak 2011-2012 Eğitim Öğretim Yılı’nda 1.414 olan MAP kontenjanı, 2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı için 3.355 olarak planlanmıştır.
İLAVE SORULAR
SORU 14: Uydu haberleşmesi imkân ve kabiliyetlerini artırmaya yönelik olarak TSK’nın vizyonu nedir?
Etki ve ilgi alanlarının büyümesi, giderek artan haberleşme ihtiyacı ve karar vericilere anlık bilgilerin iletilmesi gerekliliği, TSK’yı uydu teknolojisinden azami faydalanmaya yönlendirmiştir.
Bugün Türkiye, kendisine ait uydusu olan 30 ülkeden birisi, TSK ise; kendi X Bant uzay kapasitesini kullanan 6 NATO üyesi ülke silahlı kuvvetlerinden biridir.
Son olarak 2014 yılında fırlatılan TÜRKSAT 4A uydusuna koyulan aktarıcı ile daha geniş kapsama alanında haberleşme imkânı sağlanmıştır.
Artan uydu ihtiyaçları, TÜRKSAT uyduları üzerine TSK’ya ait aktarıcılar yerleştirmek yerine, TSK’nın müstakil uydu/uydulara sahip olması gerekliliğini ortaya çıkartmıştır. Müstakil askeri uydu fırlatılmasına yönelik başlatılan proje ile uydu kapasitemiz gelecek yirmi yılı karşılayacak şekilde artacaktır.
SORU 15 : İletişim ve bilgi teknolojileri alanında dünyada yaşanan gelişmeler tüm dünyada Silahlı Kuvvetleri de etkilemektedir. Bu kapsamda, siber tehditler ve siber savaş konusunda görüşlerinizi alabilir miyiz?
Teknoloji, silahlı kuvvetlere, barışta ve savaşta çok önemli avantajlar kazandırabilir. İyi kullanılan teknoloji ile donatılmış küçük birlikler, muharebe sahasında önemli etkiler yaratabilir. Teknoloji kuvvet çarpanının en önemli bileşenlerinden birisi “Bilişim Teknolojisi”dir.
Bilişim teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak, askeri uygulamalarının yaygınlaşması, sistemleri elektronik harp ve siber harekâta karşı daha hassas hale getirmektedir.
Özellikle 21’inci yüzyılın başından itibaren siber saldırı haberlerinin her geçen gün arttığı görülmektedir. Günümüzde bu saldırılar özellikle hedef odaklı olarak gerçekleştirilmektedir. Hedefler sadece askeri unsurlarla sınırlı kalmamış, ülkelerin kritik altyapı (enerji, su, finans, sağlık vb.) ve Komuta Kontrol Sistemlerini de içine almıştır.
TSK olarak; siber alanı yeni bir tehdit ortamı olarak kabul ediyor ve karmaşık bir yapıda olan siber dünya hakkında farkındalığımızı devamlı geliştiriyoruz.
Bu kapsamda; TSK’da siber savunma faaliyetlerini merkezi olarak yönlendirmek, siber olayların takip, analiz ve değerlendirmesini yapmak, siber güvenlik standartlarını oluşturmak ve TSK’da kullanılan sistemlerin zafiyet analizlerini yapmak üzere TSK Siber Savunma Komutanlığı kurulmuştur.
Siber tehditleri önleyerek, gelişmiş Siber Savunma İkaz ve Tepki Sistemlerine sahip olmak maksadıyla; mevcut yeteneklerimizi geliştirmek ve yeni yetenekler elde etmek için, TSK Siber Savunma Projesi başlatılmıştır.
Siber savunma konusunun gelecekte daha da önem kazanacağını düşünüyor ve TSK’nın siber kabiliyetlerini artırmak üzere yoğun çaba harcıyoruz. Bu bağlamda Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile birlikte yürüttüğümüz TSK Siber Savunma Projesi bunun önemli bir ayağını oluşturmaktadır.
SORU 16: Silahlı Kuvvetlerimizin iletişim ve bilgi teknolojileri alanındaki projelerinden de bahsedebilir misiniz?
Bilgi çağında bilgiye erişim ve paylaşım, harekât etkinliğini artırarak kuvvet çarpanı olarak kullanılacaktır. TSK, bu doğrultuda hızlı bir şekilde ilerleyen, bilişim teknolojilerinin askeri uygulamalarına yönelik projeler geliştiren ve bunları hayata geçirerek etkin olarak kullanan dünya orduları arasındadır.
Bu kapsamda yürütülen projelerin bazılarından kısaca bahsetmek isterim;
a. TSK Bütünleşik Muhabere Sistemi (Turkish Armed Forces Integrated Communications System/TAFICS) Projesi kapsamında 1.600’den fazla TSK unsuru TAFICS ile birbirine irtibatlanmıştır. TAFICS altyapısında 24.100 km fiber optik kablo kullanılmaktadır ki bu dünya çevresinin yarısından fazlasıdır. TAFICS ile TSK birlik, kurum ve kuruluşları hudut birliklerine kadar milli algoritma ile üretilen kripto cihazlarıyla birbirleriyle irtibatlanmaktadır.
b. Çok Bantlı Sayısal Müşterek Telsiz (ÇBSMT) Projesi ile TSK envanterinde yer alan eski nesil, donanıma dayalı ve analog haberleşme yapan telsizlerin yerine TSK’nın tüm unsurlarında standart, müşterek, kara, deniz ve hava platformlarına entegre edilebilen milli telsizlerin geliştirilmesinde 11 farklı taktik telsiz prototip modeli tamamlanmış ve seri üretim aşamasına gelinmiştir.
c. 4G Dördüncü Nesil (4G/LTE) Haberleşme Sistemi ArGe Projesi ile taktik sahada muharebe etkinliğini artırmak için ihtiyaç duyulan yüksek kapasiteli ve aynı anda ses ve veri haberleşmesi imkânı sağlayan geniş bant askeri dalga şekli kullanım imkânı kazanılmış olacaktır.
ç. TAFICS Yeni Nesil Ses Muhabere Sistemi Projesi ile ses ve veri altyapısı birleştirilerek yeni bir teknolojiye (VoIP) geçilecek, daha az teknik personel, daha az operatör, daha fazla güvenlik, maliyet/etkinlik ve işletme kolaylığı sağlanacaktır.
d. IFF Mod-5 projesi ile hâlihazırda kullanılmakta olan, yabancı kaynaklı Dost-Düşman Tanıma Tanıtma (IFF Mode-4) Sistemi yerine milli bir IFF Sistemi’ni orta menzil olarak üreterek ABD, İtalya, Almanya, Fransa, İspanya ve İngiltere ile beraber IFF Mod-5 üretim yeteneğine sahip yedi ülke arasına girilmiştir. Uzun menzil yeteneğinin kazanılmasına yönelik proje de başlatılmıştır.
e. Müşterek Resim Projesi ile TSK’nın ilgi ve etki sahasındaki dost, tarafsız ve düşman unsurların, mevcut tüm imkânlardan istifade ile ihtiyaç duyulan detayda ve seviyede, gerçek zamanlı veya gerçek zamana yakın hassasiyetle takibini ve teşhirini sağlayarak, bilgi üstünlüğünü karar ve icra üstünlüğüne dönüştürecek bir komuta kontrol bilgi sistemi tesis edilmektedir.
f. TSK Bilgi Sistemi-2 Projesi ile; Gnkur. Bşk.lığı Karargâhında kullanılmakta olan bilgi sistemleri uygulamaları gelişen teknoloji ve değişen ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden ele alınarak, geliştirilecek Elektronik İçerik Yönetim Sistemi (EİYS) ile kağıtsız bir ortam yaratılacaktır.
g. TSK Bulut Bilişim Sistemi Projesi ile TSK’nın bilgi sistem altyapısının; esneklik, maliyet etkinlik, birlikte çalışma, güvenlik, taşınabilirlik, yönetim kolaylığı, dinamik kapasite tahsisi, idame edilebilirlik, felaketten kurtulma ve yedekleme maksadıyla, müşterek bir teşkilat tarafından yönetilecek şekilde “Bulut Bilişim” altyapısına geçirilmesi hedeflenmektedir.
SORU 17: İlave edeceğiniz bir husus var mıdır? Ya da geleceğe yönelik olarak okuyucularımıza vermek istediğiniz bir mesajınız var mıdır?
Yönetimimdeki TSK; Anayasa’da belirtilen temel niteliklere bağlı, demokrasiyi sözde değil özde özümsemiş, her türlü görevini hukuki mevzuat çerçevesinde yerine getiren bir kurumdur. Yüce Türk milletinin ordusuna duyduğu güveni artırmak için, bu güvenin kaynağı olan milli örf ve âdetlere saygılı ve mesleğimizin karakteristik özelliklerini oluşturan değerlere uygun olarak hareket etmektedir.
Tüm bu çalışmalar esnasında yolumuzu aydınlatan yegâne rehberimiz; başta Atatürk İlke ve İnkılapları ile şanlı tarihimizden süzülüp gelen millî değerlerimiz, askerliğin sanat boyutunda edindiğimiz tecrübe ve beceriler olmuştur. Hayali, tercüme çözümler değil, bize özgü hal tarzları geliştirmeye gayret sarf eden bizi biz yapan vasıf ve davranışları teşvik etmekteyiz. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; geleceğin muharebe ortamında “asimetrik üstünlük” sağlayacak asıl ve en önemli unsur, tarihimiz ve kültürümüzden damıtarak ortaya koyduğumuz “millî birikimimiz” olacaktır.
Bu anlayış doğrultusunda çalışmalarımızda; klasik usullerin mekanik süreçlerinden ziyade, ortak duygu, düşünce ve anlayış zemininin oluşturulmasını amaçlıyoruz. Bu değişimin başarıyla gerçekleşmesi; başta TSK’nın komuta kademesinde yer alan lider personel olmak üzere, tüm TSK personelinin, bu sürece inanması ve desteklemesiyle doğru orantılıdır.
Modern dünya silahlı kuvvetleri arasında saygın bir konumu bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerimizin; bir bütün olarak, çağın koşullarına uygun yetenekte, kaliteli eğitimden ödün vermeden, yüksek disiplin ve moralle, modern, harbe hazır, caydırıcı ve etkin bir askeri güç olması doğrultusunda, bir plan ve program çerçevesinde, bir tür seferberlik anlayışıyla başlatılan değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecinin başarıya ulaşacağına olan inancım tamdır.