Onun yüreği gazeteci

Güncelleme Tarihi:

Onun yüreği gazeteci
Oluşturulma Tarihi: Şubat 08, 1998 00:00

Haberin Devamı

Hürriyet Yazarı Bekir Coşkun'un Ümit Yayıncılık'tan çıkan yeni kitabı ‘‘Avukatımı İstiyorum’’un ilk baskısı on günde tükendi. Kitabına ‘‘Mevsimleri hep kaçırdım’’ diyerek başlayan Coşkun'un bu sözleri, yazılarının ardındaki sır aynı zamanda. Neyi, neden, nasıl yazdığını eleveren bir itiraf. Ya da yazar olmasının nedeni. Günlük hayatta her gün yanından, yöresinden geçilen ‘şeyleri’, başka ‘şey’ yapıyor yazılarıyla Coşkun. Resmi satrancın tüm piyonlarının yerini değiştiriyor. Coşkun, kitabının sonunu ‘‘Biz erken ölürüz’’ diyerek getiriyor. Çünkü ‘‘Eğer yürek gazeteciyse herşey öldürür insanı.’’

Mevsimleri kaçırdım. Hürriyet Yazarı Bekir Coşkun'un yeni kitabı böyle başlıyor.

‘‘Mevsimleri hep kaçırdım. Baharlar kaçtı.’’

Bu sözcükler, Coşkun'un yazılarının ardındaki sır aynı zamanda.

Neyi, neden, nasıl yazdığını eleveren bir itiraf.

Ya da Coşkun'un yazar olmasının nedeni.

Gündelik yaşamdaki mizahı, duyguları, umut ve hayalkırıklıklarını örten külü üfleyen ve altındaki koru açığa çıkaran yazıların gizi...

Mevsimleri hep kaçırmıştır... Ama, aynı nedenle nostaljiyi asla!

Geçmişe özlem, bazen memleketi Şanlıurfa'nın taş duvarlarla örülü yollarında mola verir, bazen bir sokak köpeğinin başını okşar.

Bazen üç tekerlekli bir bisiklettir nostalji:

‘‘Ben baharı tanımam. Kışı bilirim, hüzün mevsimi sonbaharı bilirim, soğuk havaları bilirim, fırtınaları bilirim...

Ilık mevsimler kaçtılar..

‘Kendime bir bisiklet alacağım' diye tutturduğumda kaç yaşındaydım? Ki karım, ‘Aman Allahım! Bu yaşta bisiklet?' demişti. Utandım, ona aslında üç tekerlekli bisiklet istediğimi söyleyemedim.’’

Daktilosunun başına suratını asarak otursa da, ‘‘içindeki çocuk üç tekerlekli bisikletine biner.’’

‘‘Üç tekerlekli bisikletteki çocuk söyler’’, o yazar.

Çocuğun yüzü, gülümsemesi önce tuşlara sonra kağıda vurur. Hüzünleri, kaçırdığı mevsimler de... Daktilonun tıkırtısı, üç tekerlekli bisikletin sesine karışır. Oradan günlük hayatın kalabalık sokaklarına dalar.

Beşinci mevsimin kitabı

Kağıtta, kiminde bulutların arasından doğan, kiminde bulutların arkasına saklanan bir gülümseme belirir.

Ve mevsimleri, yazı, baharı kaçıran Coşkun, beşinci mevsimi yakalar.

Zaman tünelinden bugüne gelen, bir çocuk gibi şaşkın ve o denli meraklı, çokça sitemkar, başına buyruk beşinci mevsimi...

Coşkun'un beşinci mevsiminde, ne güneş herkesin gördüğü, bildiği gibidir, ne de gece.

Beşinci mevsimin kışını, sokaklarda kömür toplayan bir çocukla, yanındaki ‘Bobi'sinden tanır Coşkun.

Yaz, ustasının istediği stepneyi çember çevirir gibi yuvarlayarak yetiştiren çocuğun, yağlı, çamur birikintisinde yüzdürdüğü kağıttan kayıkla ayrılır bildik ‘yaz'dan.

Sonbaharın geldiğini, bir çocuğun gökyüzüne kaçırdığı kırmızı balonu izleyen gözbebeklerinden anlar.

Bahar ise ‘‘telgraf telinden yapılan’’ bir arabadır.

Telgraf telleri Coşkun'u sadece nostaljiye ulaştırmaz. Güncel siyasetin, yapısal sorunların arenasına da taşır her gün.

Sistemin çarpıklığı, keskin bir siyasi hicivle yansır satırlarına.

Çocukluğunun geçtiği ‘‘o uzak ve küçük yer’’deki anıları, babasının radyosuyla bütünleşir. Coşkun'u siyasi hicive yönelten ‘‘ajans haberleri’’ ilk kez o günlerde kulağına işler. Anlatır içindeki çocuk, o yazar: ‘‘O uzak ve küçük yere herşeyin ilkini babam getirdi... Otomobil, pulluk, dondurma makinesi, termos, lüks lambası, pilli fener, radyo...

Haberler çeviz sandıkta

Babamın radyosu küçük bir ceviz sandık gibiydi. Önünde perdesi kapalı bir tiyatro sahnesini andıran motif vardı. Yanlarında birer çay tabağı büyüklüğünde düğmeler. O düğmelerden birisini çevirince de en üstteki cam ekranda yürüyen kalem kalınlığında bir ibre..’’

İbre dolaşır ‘Ajans'ta durur. Hemen tümü Türkçe bilmeyen köylüler toplanır radyonun çevresinde: ‘‘Babamın yüzüne bakarlardı. Çünkü haberlerin iyi mi, kötü mü, heyecanlı mı, heyecansız mı olduğu babamın yüzünden belli olurdu. Diyelim ki Demokrat Partili bir bakan bir şey söylemiş. CHP'li olan babam, ‘Hadi ordan' anlamında yan gözle radyoya bakar, elini mangal yelliyor gibi sallardı.’’

Gerçek bir çevreci ve hayvansever olan Coşkun, insanlararası yaşamda olmayan dostlukları aktarır. Ve hayvanlar alemi ile insanlar, daha doğrusu siyaset alemi arasındaki köprüyü kurar:

‘‘Bir kedinin televizyona çıkıp konuşmasından sonra birçok kuşun, köpeğin, keçinin de konuştuğu haberleri geliyor. Özellikle kanalları konuşan birer kedi, köpek, kuş bulup ekrana çıkartma yarışına girdiler.

Doğrusunu isterseniz ekranlara çıkartılan hayvanların konuştuğunu kimse anlamıyor. Ama spiker, ‘Aslında konuşuyor' dediğinde, izleyenler ‘Aaaa nasıl da konuştu...' demeye başlıyorlar...

Geçen gün bir gazetede fotoğrafı ile birlikte vardı:

‘Köpek de konuştu...'

Bir de konuşan kuzu var...

Acaba ‘Konuşan Türkiye...' sloganı etkisini hayvanlarda mı gösterdi?’’

Kızar ‘Konuşmayan Türkiye'ye. Kızar, kızar ama sevgisindendir kızması. Ondandır ince azarları...

Mat’lar şah, filler piyon

Seyrettiği filmin finali istediği gibi gelmediği için karısını döven Müslüm'e kızar. Ve böylesine dayakçı bir toplumda Başbakan olan bir kadına.

Başbakan olan erkeklere de çevirir eleştiri oklarını. Olamayanlara da... Yazılarında Meclis'i ‘aile gazinosu' yapar, karı-koca tartışmasını ‘aile meclisi'...

Günlük hayatta her gün yanından, yöresinden geçtiğimiz ‘şeyleri', başka ‘şey'e dönüştürür. Resmi satrancın tüm piyonlarının yerini değiştirir. ‘Mat'lar ‘Şah' olur, ‘Fil'ler piyon, ‘Kale'ler mat...

‘‘Sürekli bir değişim’’ olarak özetlediği yaşamda, değneğini her nesneye, her olaya değdirir.

Coşkun'un ‘‘Avukatımı istiyorum...’’ isimli kitabının ilk baskısı rekor bir sürede, 10 günde tükendi. Tükenen sadece kitap mıdır?

Kitabının finalini mesleğini, ‘gazeteciliği' anlatarak getirir.

‘‘Biz erken ölürüz’’ der. Gazetecilerin yaş ortalamasının, yeraltı karanlığında çalışan madencilerle aynı olduğunu vurgular.

‘‘Kırk beş mi, kırk yedi mi?’’

‘‘Sizler bilmezsiniz’’ der örtülü bir sitemkarlıkla. ‘‘Maden işçisinin soluduğu hava, karanlık. Gemi adamının yorgunluğu ve özlemi de bir parça öldürür bizi... Genellikle yüreklerimiz dayanmaz.

Yer yer yanan, savaşan, ölen, öldüren bir ülkede gazeteci olmanın faturası ağırdır. Tabii ki yüreğiniz gazeteciyse...

Herkesten ağır çıkarız yola..

Nasıl derlerdi meyhaneciler:

‘‘Erkenci...’’

Eğer yürek gazeteciyse, ‘‘Ülkenin neresinde olursa olsun, her kavga biraz da bizi döver.. Her taş biraz bizi yaralar... Her kurşun biraz bizi vurur. Ve erken çekip gideriz’’...

Gündüzleri ‘‘Erkenciler’’in camına kurşun sıkarlar.

‘‘Bazen bombalar, kurşunlar kimimizi daha da erken götürür. Bir bakarsınız postacı gelir, her zarftan bir ürperti çıkar... Bir tehdit, karanlıklarda alınmış bir idam kararı..

Ya da bir yoksulun yakarışı... Bir çocuğun kalem defter isteyişi.

Hiç fark etmez..

Her biri biraz daha öldürür bizi..’’

Evet, hiç fark etmez. Farkeden yazarın tuşlara dokunan elidir.

Bazen sıcak bir kırmızı şarap gibi dökülür tuşlara kelimeler.

Bazen kesilen parmağa sarılan kanlı çaputtur her dokunuş.

Yerinden kopup, tuşların arasına düşen beyaz bir tel saç kadar incedir sanki, ikisi arasındaki çizgi. Ama bir uçurum kadar da derin.

Hiç fark etmez.

Sadece, ‘‘Birimiz çekip gittiğinde, kalanlar sıra bekleriz...’’

Demorkasi jetonu var mı?

Telgraf telleri Demokratikleşme Paketi’nin ardından karakola düşen vatandaşa ulaştırır Coşkun'u:

‘‘Diyelim ki karakola düşen sanığın aklına demokratikleşme paketi geldi ve komisere dönüp ‘Avukatımı istiyorum' dedi..

Kıçını kaşımakta olan komiser kızdı:

‘Ne istiyorsun?'

‘Avukatımı'

‘Demek avukatını istiyorsun.'

‘Evet...'

‘Ulan burası Amerika mı, Japonya mı?'

Sanık: ‘Japonyada'da avukatımı istiyorum var mı?'

‘Varsa var, yoksa yok. Cahil olduğun buradan da belli. Yani Japonya'da da avukatımı istiyorum olsa ne yazar, olmasa ne yazar. Burası neresi?'

‘Türkiye'

‘Eeee... Türkiye'de kimse karakoldan avukatını aramış mı, söyle bakalım'

‘Demokratikleşme paketi gelmedi mi?'

‘Geldi...'

‘İçinde avukatımı istiyorum yok mu?'

‘Vaaaarr...'

‘Tamam işte, telefonla avukatımı isterim.'

‘Bir defa jetonun yok... Demokrasi var jetonun yoksa neye yarar? Jetonun var mı?'

‘Yok...'

‘Gördün mü işte... Jeton bulabilirsem, hadi diyelim ki demokrasiyi kullan... Ama jeton yoksa demokrasiyi nasıl kullanacaksın?'

‘Numarayı çeviririm.'

‘Çevir... Demokrasi düşmez...’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!