Güncelleme Tarihi:
Bir röportajında ‘‘anılarımı yazsam ortalık birbirine girer’’ diyor. Gösteri dünyasında ne kadar parlak isim varsa hepsiyle çalışmış biri olduğunu düşünürsek, yerinde bir laf etmiş. Yaşı otuzun altında olan onu daha çok, Best Model yarışmalarının organizatörü olarak tanısa da, Erkan Özerman adı, geçen 40 yılın pırıltılı eğlence dünyasını temsil ediyor. İçinde bulunduğu camiaya yakışır hayatı, en az starlarınki kadar renkli. Gazetecilere anlattığı kadarıyla bile...
Erkan Özerman için, ‘‘tilki gibi zekidir’’ diyorlar. Ayak oyunlarıyla, itiş kakışlarla dolu gösteri dünyasının içinde 40 yıl varlık gösterebilmek belli bir zekanın sonucu olsa gerek. Ancak konuşurken zekasından çok, güzel sözlerle süslediği etkili konuşması dikkat çekiyor. Hayat hikayesine başlıyor: ‘‘1938 senesinin 26 Ekimi'nde, yani Atatürk vefat etmeden iki hafta evvel dünyaya gelmişim. Annem lohusa yatağında olduğu için, cenazeye gidemediğinin üzüntüsünü hep anlatır.’’ Ondan üç yaş küçük kızkardeşi Nurkan'ın doğumu daha heyecanlı: ‘‘O zamanlar 2. Dünya Savaşı sürüyordu. Hitler Yunanistan'a girdi, Türkiye'ye de gelebilir demişler. Annem korkudan doğuruvermiş.’’
Erkan Özerman, 1700'lerde Kastamonu'dan İstanbul'a gelen Mehmet Efendi'nin altıncı kuşaktan torunu olan Mehmet Emin Özerman Bey ile Çerkes güzeli Nurhayat Hanım'ın oğulları. Ancak hayatına damgasını vuran insan ne çok değer verdiği rahmetli babası, ne de hala birlikte oturduğu annesi. Özerman Melek Hanım diyor başka bir şey demiyor. Melek Hanım deyince akla, Hürriyet yazarı Yavuz Gökmen'in çok sevdiği, yazılarında çok söz ettiği ve tüm Türkiye'ye tanıttığı büyükannesi Melek Hanım geliyor.
Erkan Özerman'ın Melek Hanım'ı ise anneannesinin kızkardeşi. Ondan cicianne diye söz ediyor. Atatürk'ün özel emri ile Yanıkuçar soyadını alan Melek Hanım'ın hikayesi dokunaklı: ‘‘Ciciannem, 1925 Kürt isyanında şehit edilen ilk havacı Miralay Rıfat Neşet Bey'in eşiydi. Beylerbeyi'ndeki köşkünü bırakıp Anadolu'ya Kurtuluş Savaşı'na gitti. Kocası öldükten sonra hayatının sonuna kadar yas tuttu. Eşinin uçağı yanarak düştüğü için Yanıkuçar adını aldı. Öldüğü zaman da herşeyini THK'ya bıraktı.’’
LİSEDE YOLDAN ÇIKTI!
Özerman, iyi eğitilmiş, gün görmüş bir ailenin çocuğu olarak, yine Melek Hanım'ın isteği üzerine Galatasaray Lisesi'ne kaydolur. Babası Türkiye'yi ‘‘karayollarıyla ören’’ Menderes döneminin inşaat mühendislerinden olduğu için, sık sık İstanbul dışına çıkar. Bu yüzden Erkan yatılı öğrenci olur. Daha okul öncesi dönemlerinde, çizdiği eskizlerden modaya ilgi duyduğu anlaşılır. Ancak aile bu ilginin önüne geçmeye çalışır. Çünkü, onun değil ama ailesinin hedefi, Erkan'ın hariciyeci olmasıdır. Bu hedefin bir hayal olarak kalacağı lisede belli olur. Çünkü o, 6-18 yaş arasını resim yaparak, Galatasaray Lisesi'nin radyosunu idare ederek, sinema kulübünde çalışarak, eli gitar tutan arkadaşlarına konserler organize ederek geçirir.
Lise sonrası, 58-60 yılları arasında Zafer Gazetesi'nde sanat ve magazin muhabiri olarak çalışır; 1960 yılında sekiz sene çalışacağı Ankara Radyosu'na girer. Hem ülkeyi hem de radyoyu askerlerin yönettiği bu dönemde, sivil bir program müdürünün onun için söylediklerini unutmuyor: ‘‘İşe başlarken beni bir süre deneyeceklerini söylediler. Bir ay sonra beğenirlerse kontrat imzalayacaktık. Program müdürü ile tanıştım, bir süre sohbet ettik. Müdür Bey, benden sonra idareye gitmiş, hemen kontrat yapalım, cayar korkusu içindeyim, demiş. Bu müdürün adı Mahmut Tali Öngören'di. Öğleden sonra kontratı yaptık.’’
Erkan Özerman'ın çocukluğunu etkileyen kişi ciciannesi Melek Hanımsa, profesyonel yaşamını yönlendiren, ilk Türkçe şarkıları söyleyen Dario Moreno. 8 sene menajerliğini yaptığı Moreno ile, iş ilişkisi dışında da paylaştıkları bir çok şey olduğunu söylüyor: ‘‘Beni o yetiştirdi. Fransa'da başarılı olabilmem için yönümü çizdi.’’ Fransız kültürü ile yetişmesinin bir sonucu olarak geliştirdiği Paris tutkusu, Fransız sanatçıları Türkiye'ye getirmesine, Türk sanatçılarını da Fransa'ya tanıtmasına yolaçmış. Yıllar önce Ajda Pekkan'ı, geçtiğimiz yıllarda da Bülent Ersoy'u meşhur Olympia'da sahneye çıkarmak yine onun marifeti. Ancak bir başka vukuatı daha var ki... ‘‘Sanat dünyasındaki hanımların çoğunu yıllardır ben giydirdim. Güngör Bayrak'a kırmızı elbiseyi yaptığım zaman, ‘yalnız bunu giyip ünlü olacaksın' dedim. Yıldırım Mayruk çizdiğim elbiseyi dikti. İçinde çamaşır var mı yok mu diye senelerce konuşuldu.’’ Türkiye’yi Güngör Bayrak'ın küloduna kilitleyen yine Erkan Özerman'dı.
MELEK HANIM'IN HAYATI
Erkan Özerman, hayat felsefesini özetlerken, ‘‘ne rasist ne de entegristim’’ diyor sonra da bu iki kelimenin Türkçelerini söyleme ihtiyacını hissediyor: ‘‘Rasist, yani ırkçı değilim. Entegrist, yani aşırı dincilikten de hiç hazzetmiyorum. Konuşmalarında din konusunu ortaya atan hiçbir insana gönlümden bir çiçek vermiyorum. Çünkü iç dünyalarda taşınması gereken güzel duyguların kullanılması beni çok rahatsız ediyor. Felsefemi sevmek ve sevilmek üzerine kurdum. ‘Biz dünyaya önce sevmek sonra sevilmek, bir sevi için geldik' diyen Yunus Emre gibi’’.
Magazin gazetecileri ile dirsek temasında olsa da onları eleştirmekten çekinmiyor: ‘‘Sanatçıların yaşamlarını vıcık vıcık eden, magazin adı altında çok rahatsız edici bir sistem var Türkiye'de. Dünyada böyle bir şey yok. Başka hiç bir yerde bir sanatçının hayatına böylesine giremezsiniz. Girerseniz onun hesabını verirsiniz.’’ Özel hayat ve anılar dendiğinde, ‘‘Ben herkesin özel hayatını bildiğim kadarıyla yazabilecek cesaretteysem önce kendiminkini yazayım, sonra başkalarını’’ diyerek konuyu bağlıyor. Aslında o da bir kitap yazacak. Son zamanların trendine uyan, biyografik bir kitap olacak bu; Melek Yanıkuçar Hanım’ın hayatı. Erkan Özerman, tüm zamanını ülkeden ülkeye uçup yeni modeller keşfetmeye, yeni organizasyonlar ve prodüksiyonlar yapmaya harcasa da, Melek Hanım'ın hayatını yazmadan bu dünyayı terketmemeye kararlı.