Güncelleme Tarihi:
Babaannemin yönettiği geniş mutfakta hazırlanan iftar ve sahur yemekleri. Sanki pembe gül yapraklarından yapılmış bir şerbet hatırlıyorum. İçinde pembe periler ve unutulmaz anıların kokusunun yüzdüğü bir şerbet. Sanıyorum sahurda içiliyordu. Ramazanda ahşap köşkte bir hareket, bir heyecan olurdu. Günler öncesinden hazırlıklar başlar; babaannem kahvesini balkonlu odada içerken, kuru hurma, güllaç, gülsuyu ve badem ezmeleri ısmarlardı Kadıköy’e inecek olanlara.
TAŞLIKTAKİ O SOFRA
Ramazan deyince aklıma hep o yıllar, çocukluğum, bahçedeki dut ağacı, taşlıkta kurulan uzun yemek sofrası, gece camlı kapıları açılan orta kattaki salon gelir. Ramazanda köşkün bütün panjurları açık olurdu. Işıklar neredeyse bazı odalarda sabaha kadar yanar, babaannemin seccadesinin serili olduğu aynalı dolaplı odadan hurma çekirdeği tespihinin şıkırtısı gelirdi. Her ramazan ahşap köşke birtakım konuklar gelirdi. Bunlar hayal meyal hatırladığım yaşlı insanlardı. Çok tatlı dilli idiler; bana birşeyler anlatırlar, kendi aralarında sohbetler ederlerdi. Eski zaman insanlarıydı bunlar; ramazanda meydana çıkarlar, uzun gecelerin, toplanan sofraların, uzaktan duyulan ezan sesinin bir parçası olurlar, uzunca elbiseleri ile çevrede dolaşırlar, bazıları mutfakta puf böreği açardı.
Eski insanlar… Ne kadar güzeldiniz. Yaşadığım ramazanın bir parçasıydınız işte. Bazen bana masallar anlatırdınız. Uzak akrabalar olmalıydınız. Kiminizin bacağı aksardı, kiminiz az görürdünüz, ama iftar sofrasının neşesi olurdunuz geceleri. Evlenmemiş kızlar mıydınız dul kalmış kadınlar mı, belli değildi. Sizin gibi insanlara sonra bir daha hiç rastlamadım. Ramazanla birlikte ahşap köşke gelen kırlangıçlar gibiydiniz. Babaannemin dostları… İftardan sonra salonda toplanılırdı. Yuvarlak gümüş tepside kahveler gelir, güllü lokum gezdirilirdi. Hafız Hala, komşular, Hacı Raif Bey ve hanımı, karşıda oturan Maide Hanımlar, Nidai Beyler, herkes salonda toplanırdı.
ORUÇ TUTMAK İSTEYİNCE...
Bir gün oruç tutmak istemiştim. Sekiz yaşımda olmalıydım. ‘Olmaz,’ demişti babaannem. ‘Sen çocuksun daha.’ ‘İlle de tutacağım babaanne, ille de tutacağım!’ diye tutturmuş, bir gece önceden niyet edip erkenden yatmıştım. Ertesi sabah uyandım. Artık oruçluydum. Bir süre çıkıp bahçede lale ve sümbüllerin arasında oynadım. Susamıştım. Öğlene doğru acıktım. Başıma bir ağrı girmişti. Babaannem, ‘Günah olmaz, sen şu suyu iç. Boz orucunu. Sen daha çocuksun. Bak yarım gün tuttun sayılır,’ diyordu.
Bozmuyordum orucumu. Alışık olmadığım için birden bir halsizlik çökmüştü üstüme. Eskimiş bir elbise gibi bir köşeye atmıştım kendimi. Babaannem,‘Ben senin orucunu satın alacağım evladım,’ dedi. ‘Bir fakiri doyuracağım. Dayanamazsın, iç şu suyu.’ Üstünde tertemiz beyaz bir tülbent örtülü olan su küpünün çevresinde dolaşıyor, ayağıma mırıldanarak dolanan kedi Zertop’u itiyordum. Öğleden sonra dayanamayıp suyu içtim. Orucum bozulmuştu. Büyük bir suçluluk hissediyordum.
Babaannem, ‘Hiç zararı yok’ diyordu. Canım sıkılmıştı. Sonra o eski insanlardan biri yanıma geldi. Bana değişik hikayeler anlattı balkonlu odada. Eski dünyalardan, yitmiş gitmiş zamanlardan, duymadığım, görmediğim insanlardan bahsediyordu bana. Onu hayranlıkla dinliyordum. Orucumu bozduğum aklımdan çıkıp gitmişti. Uzakta pırıl pırıl parlayan denizi seyrediyorduk bir yandan. Köşkün yanındaki upuzun selvi ağacının içinden bir yerden bir yusufçuk ötüyordu. Ne güzeldi o ramazan.
HAYAT İÇER GİBİ İÇTİM
Akşam top atıldı. Mutfakta tatlılar, lalangalar, narlı güllaçlar hazırlanmıştı. Yavaş yavaş taşlıktaki sofraya geliyordu. Babaannem bana gül şerbetinden uzattı. ‘İç bakayım evladım,’ dedi. Lıkır lıkır içtim şerbeti. Bir rüya, bir hayat içer gibiydim, yudum yudum. Tepeden sarkan lamba taşlığı aydınlatıyor, herkesin yüzüne değişik gölgeler düşürüyordu. Eski insanlar, tireden koyu renkli hırkalarını giymişlerdi. Bu güzel gecede mutlu olmuştum. Birazdan salona çıkıp babaannemin kahvesinden bir yudum içecektim. Gece davulcunun sesi ile uyanacak, sonra yeniden arkamı dönüp çocukluğun o eşsiz rüyalarına dalacaktım.
Ne güzeldin ramazan. On bir ayın sultanıydın. İki minarenin arasında incecik yeşil ampullerle öyle yazıyordu. Okumuştum. Ne güzeldin. Çocukluğumun ve rüyalarımın bir parçasıydın. Ağzımda narlı güllacın tadı, avucumda babaannemin elinin sıcaklığı…
RAMAZAN SORFRASI
Banduma:
Malzemeleri: 35 cm çapında 4 ev yufkası, 2 tavuk göğüs eti, 1 kase tavuk suyu, dövülmüş ceviz içi
Hazırlanışı: Tavuk etini haşlayıp suyunu ayırın. Tavuk etlerini ufak parçalara ayırın. Yufkaları sekiz parçaya kesin. Uzun kenarlarına tavuk etinden yerleştirip sigara böreği gibi sarın. Tereyağını eritin. Tavuk suyunu kaynatın. Yufkaları tavuk suyuna batırıp birbirinin üzerine gelecek şekilde servis tabaklarına dizin. Üzerlerine tereyağı gezdirip dövülmüş ceviz içi serpin. İkinci sırayı da aynı şekilde hazırlayın. En üste gelen yufkaları taç şeklinde yerleştirip haşlama suyundan 1 kepçe gezdirin. Kalan tavuk etlerini üzerlerine yerleştirin. Ceviz içi serpip sıcak servis yapın. KAYNAK: www.lezzet.com.tr
Hastaneye ramazanda ‘çay’ ayarı
MUĞLA, Yatağan’da, Devlet Hastanesi’nin çay ocağı, geçen perşembe günü kapatıldı. Ocağın kapatılmasını bazı doktor ve hastane çalışanları ‘oruç tutmayan personelin cezalandırılması’ olarak yorumladı. Çay ocağının kapatılması talimatını verdiği iddia edilen Yatağan Devlet Hastanesi Başhekimi Gürsel Topal, “Oruç tutan kişilerin yanında çay ve meşrubat içen oluyor. Ramazanın geldiği belli olsun” dedi. Muğla İl Sağlık Müdürü Cihan Tekin konuyu inceleyeceklerini belirtti.
? Cavit YILDIRIM / DHA
SURELERE iSiM VEREN AYETLER
ZUHRUF SURESİ: Mushaftaki 43’üncü, iniş sırasına göre ise 63’üncü olan sure ismini, sözlükte “süs” mânasına gelen, süslenmede vazgeçilmez bir araç olduğu için altın manasında da kullanılan zuhruf kelimesinden almıştır: “Eğer insanlar tek tip bir topluluk haline gelecek olmasaydı Rahman’ı inkâr edenlerin evlerine (her biri) gümüşten tavan, yukarı çıkmak için kullanacakları merdivenler, evleri için kapılar, üzerlerinde yaslanıp istirahat edecekleri koltuklar yapar, altınla da süslerdik. Ama bunların hepsi dünya hayatına ait geçici faydalardan ibarettir, ahiret ise rabbinin katında takva sahiplerine mahsustur. (33-35)”
KUR’AN’DAN ÖĞÜTLER
MAL TOPLAYANLAR VE DURMADAN SAYANLAR: “Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline! O, malının, kendisini ebedileştirdiğini sanır. Hayır! Andolsun ki o, Hutâme’ye atılacaktır. Hutame’nin ne olduğunu sen ne bileceksin? O, Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir. Şüphesiz uzatılmış direkler arasında (bağlı oldukları hâlde) ateş onların üzerine kapatılacaktır.” (Hümeze, 104/1-9) KAYNAK: KUR’AN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Prof. Dr. Hasan ONAT:
Kur’an’ın Bazı Temel Özellikleri
Kur’an-ı Kerim, insanlık tarihinde derin izler bırakan, en çok okunan kitaplardan birisidir. Hz. Muhammed’e 23 yıllık peygamberliği esnasında, yeni bir toplumun inşa süreci içinde ayet ayet inmiştir. Hz. Muhammed’e ilk gelen vahiy Alak suresinin şu ayetleridir: “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı rahmin duvarına yapışan aşılanmış bir yumurtadan yaratmıştır. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazma yeteneği vermiş, ona bilmediklerini öğretmiştir.” (Alak, 1-5)
Vahiy Hz. Muhammed’in yaşadığı çok özel bir tecrübedir. Onun Allah katından gelen bilgiyi insanlara ulaştırması esnasında yanılması söz konusu değildir. Hz. Muhammed kendisine gelen vahyi hemen vahiy katiplerine yazdırmıştır. Müslümanlardan hafızası güçlü olanlar, vahyi geldiği zaman ezberlemişlerdir. Böylece Kur’an, hem yazılı olarak, hem de hafızadan hafızaya aktarılarak bize kadar gelmiştir. Kur’an hakkında sağlıklı bir kanaat elde edebilmek, ondan en iyi şekilde yararlanabilmek için öncelikle Kur’an’ın kendisi bize nasıl tanıttığına bakmak gerekmektedir.Kur’an’dan hareketle Kur’an’ın bazı temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Kur’an Allah kelamıdır. Şuara suresinde bu husus şöyle dile getirilir: “Şüphesiz Kur’an, alemlerin Rabbinin indirmesidir. Kur’an’ı Ruhulemin / Cebrail, uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir. Kur’an, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.” (Şuara, 192-6)
2. Anlaşılsın diye Arapça olarak gelmiştir. Yusuf suresinin 2. ayetinde “Biz bu kitabı, düşünüp anlamanız için Arapça indirdik” buyrulmaktadır. Arapça Hz. Muhammed’in anadilidir. Beşer ürünü bir dil olarak Arapça’nın diğer dillerden bir üstünlüğü yoktur.
3. Kur’an okumanın bir tek ön koşulu vardır; euzü besmele çekmek ve önyargılardan arınmak. Abdestli olmak Kur’an okumanın ön koşulu değildir.
4. Evrenseldir. İnsana hitabeder. Aklını etkin kullanan insanın onun Allah kelamı olduğunu kolayca görebileceğini öngörür. Akla güvenir. Kur’an Allah’ın güvencesi altındadır.
5. Kur’an Hz. Muhammed’e verilen bir mucizedir: “Bu Kur’an, Allah’tandır, başkası tarafından uydurulmuş değildir. Ancak kendinden öncekini doğrular ve O Kitab’ı açıklar. Alemlerin Rabbinden geldiğinde şüphe yoktur. Ey Muhammed ! senin için, ‘onu uydurdu mu?’ diyorlar. De ki: ‘Onun surelerine benzer bir sure meydana getirin, iddianızda samimi iseniz, Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın”. (Yunus, 37-38)
6. Kur’an’da çelişki yoktur: “Kur’an’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı”. (Nisâ, 82)
7. İnsanların yolunu aydınlatmak için gelmiştir. İnsanlığın mutluluğu akıl ve vahyin işbirliği yapmasına bağlıdır. Kur’an’la birlikte aklın doğruları yaptırım gücü kazanır. “Bu, Rablerinin izniyle bütün insanlığı kopkoyu karanlıklardan aydınlığa, O yüceler yücesinin, O her övgüye layık olanın yoluna çıkarasın diye sana indirdiğimiz bir vahiy, bir ilahi kelamdır” (İbrahim, 1).
8. Anlaşılması kolaylaştırılmış bir kitaptır: “Biz bu Kur’an’ı kolaylaştırdık/ akılda kolay tutulur kıldık; öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?” (Kamer, 17, 22, 32, 40)
9. Kur’an, öğüttür; rahmet ve şifa kaynağıdır: “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalblerde olana bir şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir”. (Yunus, 57)
10. Kur’an hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıran bir kitaptır. (Furkan, 1)
Kur’an’ın daha pek çok özelliğini saymak mümkündür. Kur’an, ön yargılardan arınmış olarak, samimiyetle kendisine yaklaşan kimseye, gerçekten kendini açar. Bu onun mucizevi özelliklerinden birisidir.
Kur’an, kendisinin de ifade ettiği gibi anlaşılmak için indirilmiştir. Ne var ki, Müslümanlar, günümüzde anlamak için çaba harcamak yerine, anlamaksızın okumaya daha fazla önem vermektedirler. Üstelik Kur’an’a rağmen, Kur’an’ın anlaşılamayacağı gibi bir kanaat topluma yüklenmektedir. Kur’an, hiç kimsenin tekelinde değildir. Her insan kendi kapasitesi, birikimi, yetenekleri doğrultusunda Kur’an’ı anlar. Türkçe iyi bir mealden okuyan kimse, en azından dini tahsil görmemiş Arapça bilen bir kimse kadar anlayabilir. Kur’an’ı anlama çabası, başkalarına öğretmeden önce, anlayıp içselleştirmek ve değer üretmek için olmalıdır. Kur’an’ın kurucu ilkelerinden uzaklaşıldığı zaman, gelenek din haline gelir ve din temel işlevlerini kaybeder. İslam dünyasında İslam’ın bir tür siyasal ideolojiye indirgenmesinin sebebinin Kur’an’ın kurucu ilkelerinden uzaklaşma olduğunu söylemek pek yanlış olmasa gerektir. Müslüman Kur’an’dan uzaklaşınca, akıl da devre dışı kalmaktadır.