Güncelleme Tarihi:
Delege seçimlerinin gerçekleştiğini ve bu seçimlere yaklaşık 1 milyon 450 bin kişinin katıldığını ve bunu çok memnuniyet verici bir rakam olarak gördüklerini dile getiren Çelik, "Üyelerimizin bu derece yoğun bir şekilde delege seçimlerine katılmış olması tabandan tavana doğru politika oluşturan, tabandan itibaren siyasal talepleri siyasi temsile çevirmeye çalışan siyaset sosyolojisini kapsamlı bir şekilde görmeye, kavramaya çalışan partimiz açısından son derece önemlidir." diye konuştu.
Çelik, belde kongreleri ve diğer planlamaların devam edeceğini, toplantıda bu konuda ayrıntılı bilgi verildiğini bildirdi.
DİYARBAKIR ANNELERİNİN EYLEMİ
Diyarbakır annelerinin eyleminin 112'inci güne girdiğini anımsatan ve eylemin hiçbir şekilde gündemden düşmesini arzu etmediklerini anlatan Çelik, Türkiye'deki en ufak bir şey konusunda hemen haber geçen uluslararası basın yayın organları tarafından eylemin görmezden gelinmesinin çifte standardı açık bir şekilde ortaya koyduğuna dikkati çekti.
Türkiye'ye DEAŞ saldırısı olduğunda haber geçenlerin, PKK saldırısı olduğunda haberi atlamaya çalıştıklarını söyleyen Çelik, "Fakat milletimizin her kesimi Diyarbakır'daki annelerin yanındadır. Onların bu vicdan eylemine hem dualarıyla hem ziyaretleriyle katılmaktadır. Her kesimden insanımız onlarla beraber olduğunu göstermektedir. Bu aynı zamanda teröre karşı, terörün ortaya koyduğu vahşete karşı en anlamlı duruşlarından bir tanesidir." diye konuştu.
Diyarbakır'daki annelerin yürekleriyle konuştuklarını dile getiren Çelik, "Terörün bu evlatları nasıl zorla dağa kaçırdığı ve buna karşı mücadelemiz karşısında ise terör örgütüyle bitişik düzende duran siyasilerin hiç sesinin çıkmaması son derece manidardır. İnsanı yaşatmaktan, demokrasiden, hukuktan bahsediyorlar, yeri geldiği zaman en çok kullandıkları kelime barış kelimesi ve bunu da tamamen farklı bir manada kullanıyorlar. Bu ortaya koydukları şey de ise annenin evladına kavuşması ile ilgili bu vicdani çağrı bu duruş karşısında ise maalesef terör örgütü ile aynı dili konuşmaya devam ediyorlar." ifadelerini kullandı.
Konunun her türlü siyasi mülahazanın üstünde olduğunu vurgulayan Çelik, "Siyasi duruşunuz ne olursa olsun bu annelerin yanında olup olmamak meselesi insandan yana olup olmamak meselesidir, insanlıktan yana olup olmamak meselesidir, anne yüreğinden yana olup olmamak meselesidir. Bu da hepimizin vermesi gereken çok önemli bir sınavdır, sınavın kimlerin verdiği, kimlerin bu sınav karşısında maalesef yanlış noktalara bir kere daha sürüklendiği görülmektedir." değerlendirmesinde bulundu.
"TÜRKİYE DÜNYANIN VİCDANI OLMAYI TEK BAŞINA YÜKLENMEKTEDİR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsviçre ve Malezya'ya ziyarette bulunduğunu hatırlatan Çelik, bu ziyaretlerin önemli gündemlere sahip olduğunu ifade etti.
Çelik, özellikle Küresel Mülteci Forumu'nun Türkiye'nin mülteciler konusundaki tezlerinin yeniden dile getirilmesi ve uluslararası toplumun gündemine sokulması bakımından son derece önemli olduğuna dikkati çekerek, "Türkiye tek başına dünyanın yapmadığını yapmaktadır. Dünya, Avrupa Birliği Akdeniz'deki ölümlere sessiz kalırken Türkiye dünyanın vicdanı olmayı tek başına yüklenmektedir." dedi.
Türkiye'nin mültecilere karşı yaptıklarının hem dünya hem de Birleşik Milletler tarafından da takdir edildiğine değinen Çelik, buna karşılık hala Avrupa ülkelerinde mülteci almak için referandum yapmaktan bahsedildiğini, mültecileri gemilerde bekletip aylar sonra ana karaya ayak basmalarına izin veren insanlık dışı uygulamaların sürdüğünü anımsattı.
Ömer Çelik, Türkiye'nin bu konudaki yüz akının ve vicdani duruşunun dünyaya daha doğru bir şekilde anlatılması bakımından Küresel Mülteci Forumu'nun son derece önemli olduğuna dikkati çekti.
Malezya ziyaretinde de çok önemli meselelerin gündeme geldiğine işaret eden Çelik, bağımsızlık, kalkınma, iyi yönetişim, kültür, kimlik, adalet ve özgürlük konuları ile kalkınmanın önceliği ve sınamalar konusunda Erdoğan'ın çok önemli mesajlar verdiğine işaret etti.
Malezya'daki zirveye bazı ülkelerin katılmasının birtakım propagandalar vasıtasıyla engellendiğini dile getiren Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Basına yansıyan bazı bilgiler İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki bazı sözcülerin bundan rahatsız olduğunu gösterdi. Halbuki İslam İşbirliği Teşkilatı'na alternatif bir iş yapılmıyor tam tersine İslam İşbirliği Teşkilatı'nın hedeflerini ve ajandasını güncelleyecek bir katkı şeklinde bu derece önemli işlere imza atılıyor. Tabii en önemli konulardan bir tanesi Cumhurbaşkanımızın dile getirdiği 1,7 milyarlık İslam aleminin kaderinin Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç üyeye bırakılmış olmasıdır. Burada bu dünyayı temsil edecek, bu dünyanın değerleri ile politikalara bakacak, politikalara filtre uygulayacak, yön verecek bir bakış açısının olmamasıdır. Buradaki reform çağrısı daha güçlü bir şekilde devam etmektedir."
"TÜRKİYE HUKUK VE DİPLOMASİ YOLUYLA CEVABINI VERMİŞTİR"
Türkiye ile Libya arasında imzalanan mutabakata ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Çelik, "İstanbul'da imzalanan güvenlik ve iş birliği mutabakat muhtırası son derece önemlidir. Bizi Antalya Körfezi'ne mahkum etmeye çalışan Yunanistan'da üretilmiş Sevilla Haritası diye bir harita vardı. Buna göre neredeyse Meis Adası'na Meis Adası'nın 4 bin katı kadar egemenlik alanı tanıyorlardı, Meis Adası üzerinden Yunanistan'a. Ana karadan ölçmeden sahip oldukları adalardan egemenlik kıta sahanlığı gibi, deniz yetki alanları gibi birtakım sınırlar ortaya koyuyorlar, neredeyse Cumhurbaşkanımızın dediği gibi Türkiye'yi Akdeniz'e olta atamaz hale getirmeye çalışıyorlar, üstelik de bunu Avrupa dayanışması adı altında bir mahalle dayanışmasını arkalarına alarak veya birtakım Türkiye'ye muhalefet etmek için bunlarla iş birliği yapan devletlerin Akdeniz'deki politikalarını manipüle ederek yapmaya çalışıyorlardı." diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Akdeniz'deki Sevri Libya'yla imzaladığımız anlaşma ile paramparça ettik." ifadelerini aktaran Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Fakat nasıl bir idrak düzeyidir ki bazı yorumcular 'Sevr'in bu konuyla ne ilgisi var, Sevr Lozan ile zaten parçalanmıştı' diye yorumlar yaptılar. Bahsedilenin tabi anlaşılmadığını net bir şekilde görüyoruz. Sevr'in bir benzerinin Akdeniz'de Türkiye'nin önüne Sevilla Haritası ya da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Mısır, Yunanistan arasındaki bir mutabakat olarak gelmesi karşısında Türkiye, Libya'yla imzaladığı bu antlaşmayla bunu paramparça etmiştir, kendisine Akdeniz'de örülmeye çalışılan duvarı bu şekilde yok etmiştir. Dolayısıyla hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin egemenlik haklarının sonuna kadar korunacağı bir kere daha ifade edilmiştir."
Türkiye'nin anlaşmayı Birleşmiş Milletler nezdinde meşru Libya temsilcisi konumunda olan Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığına dikkati çeken Çelik, konuşmasına şöyle devam etti:
"Türkiye'nin imzaladığı anlaşma da taraf olanlar Birleşmiş Milletler nezdinde Libya'da meşru taraf kabul edilenlerdir, yani hukuka uygun olarak Birleşmiş Milletler paradigmasına, parametrelerine uygun olarak kim meşru yönetim kabul ediliyorsa biz Türkiye olarak onunla anlaşma imzalamışız. Türkiye'den birilerinin çıkıp da bunu 'orada iki taraf var biz yanlış tarafla anlaşma imzaladık' gibisinden gündeme getirmeleri tamamen cehaletten kaynaklanıyor. Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin çıkarlarını hiçe sayarak fiili durum oluşturmaya çalışanlara karşı Türkiye bir kere daha hukuk yoluyla, diplomasi yoluyla cevabını vermiştir. Hukuk ve diplomasi yolunda cevabımızdan anlamayanlara karşı da kahraman Deniz Kuvvetleri orada bayrak göstermeye devam etmektedir. Bütün bu hususlar NATO zirvesinde Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Yunanistan Başbakanına da ifade edilmiştir. Dolayısıyla birilerinin Sevilla Anlaşması adı altında Akdeniz'de yeni bir Sevr Anlaşması ortaya koyması Libya ile yapılan mutabakatla darmadağın edilmiştir."
Anlaşmanın Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçtiğini aktaran Çelik, şunları kaydetti:
"Bizi en çok şaşırtan şey şu oldu, karşımızda bu anlaşmayı eleştirmeye çalışan devletler var, Avrupa Birliği'nden eleştiri geliyor, Amerika Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden eleştiri geliyor, Fransa'dan geliyor, başka ülkelerden geliyor, anlıyoruz onlar orada başka denklemler kurgulamaya çalışıyorlar bizse Türkiye'nin egemenlik ve milli çıkarları açısından bu meseleye yaklaşıyoruz ama burada bizi çok şaşırtan şey, ilk önce Cumhuriyet Halk Partisi 'Bu ileride çok farklı bazı sıkıntılara neden olabilir' gibi şeyler söylediler, daha öncesinde de 'Burada geç kalıyoruz' demişlerdi. Daha sonra 'Bu farklı sıkıntılara neden olabilir'in ne olduğunu anlamaya çalıştık tabii. Arkasından şöyle bir iddia geldi, Akdeniz'de geç kalındığı iddia ediliyordu biliyorsunuz, daha sonra da çıkıp Akdeniz'de çok acele ettiğimizi, Türkiye'nin çok aceleci davrandığını söylemeye çalıştılar.
Fakat en garip açıklama yine bir CHP Sözcüsünden geldi Türkiye'nin anlaşma imzaladığı Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni yani Birleşmiş Milletler'in tanıdığı hükümeti CHP Grup Başkanvekili 'cihatçı bir grup' olarak nitelendiriyor, onun karşısında kimsenin tanımadığı yani Birleşmiş Milletler nezdinde meşru muhatap kabul edilmeyen Hafter'i ise 'ılımlı ve seküler bir yapı' olarak ifade ediyor. Dolayısıyla Türkiye'nin Hafter'i desteklemesi gerektiğini, Birleşmiş Milletler'in desteğini almış olan Ulusal Mutabakat Hükümeti ile iş tutmaması gerektiğini söylüyor."
"BİZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN MİLLİ ÇIKARLARINA BAKARIZ"
"Cihatçı" ifadesinin Hafter'e destek veren birtakım Fransız sözcülerinin lafı olarak gündeme geldiğini söyleyen Çelik, şu bilgileri verdi:
"Neye göre söylüyor, bunu nasıl değerlendiriyor ya da Hafter'i destekleyen güçlerin kimler olduğuna bakın, Orta Doğu'da hangi devletler Hafter'i destekliyor o güçlere baktığınız zaman Hafter gerçekten seküler midir? Ayrıca dış politikada böyle bir ayrımı nasıl yaparsınız? Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin milli çıkarlarına bakarız. Milli çıkarlarımız açısından nerede, hangi pozisyonu almanız gerekiyorsa onu alırız ki destek, beraber anlaşma imzaladığımız kesim Birleşmiş Milletler tarafından meşru kabul edilen kesimdir, yani hukuka uygundur ama bunun yerine tutup Birleşmiş Milletler'in meşru muhatap kabul ettiği kesime 'cihatçı' diyor Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili, Hafter'e ise 'makul ve ılımlı' diye bir şey söylüyor."
"Peki bu Hafter'in ılımlılığı nasıl bir ılımlılıktır?" diye soran Çelik, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bakalım Hafter'in Türkiye hakkında söyledikleri nedir? Türkiye'yi sık sık tehdit ediyor, Türk gemilerini vurmaktan bahsediyor, Türk rüyasını yok etmekten bahsediyor ve bunun ötesinde de Türkiye'nin bütün oradaki varlığını düşman unsur olarak kabul etmeye çalışıyor. Şimdi buna 'seküler ve ılımlı' diyorlar halbuki Türkiye ile anlaşma imzalayan Ulusal Mutabakat Hükümeti üstelik Birleşmiş Milletlerin resmi muhatap kabul ettiği hükümettir, meşru muhataptır, onun bize karşı oluşturulmaya çalışılan Yunanistan'ın başını çektiği ve diğer devletlerin katıldığı bu Akdeniz'deki Sevr'i darmadağın etme siyasetimiz karşısında Türkiye ile mutabakat imzalamış bu gruba ise 'cihatçı' diyerek bir muamele yapmaya çalışıyorlar."
Bunun eleştirinin bile imkansız olduğu bir alan olduğunu söyleyen AK Parti Sözcüsü Çelik, "Birisi güzel bir soru sormuş 'bu parti hangi ülkenin partisi' diye bu açıklamalardan sonra, çünkü 'eleştiri' dediğiniz şey nihayetinde belli bir dairenin içinde yer alırsınız, o dairenin içerisinde ise zıt pozisyonlarda olursunuz, tutarsanız onu eleştirirsiniz, bu gayet doğaldır, demokrasinin doğası bunu gerektirir, demokrasinin genetiğinde bu vardır. Fakat bunların siyaseti GDO'lu, genetiği ile oynanmış bir siyaset." dedi.
Türkiye-Libya arasındaki güvenlik ve askeri iş birliği mutabakatınca Libya'ya asker gönderme tartışmalarına değinen Çelik, bu konuda çeşitli tartışmaların yapıldığını hatırlattı.
"Milli çıkarlarımızın korunması için Akdeniz başta olmak üzere herhangi bir yerde açık ve aleni bir şekilde Türkiye'ye karşı bir organizasyon kurulmak isteniyorsa diplomasi ise diplomasi, diplomasinin devamı olarak sert güç unsurlarını kullanmak gerekiyorsa Türkiye Cumhuriyeti sert güç unsurları kullanılır. Bu Türkiye'nin ulusal çıkarlarının korunması için gerekliliktir." ifadesini kullanan Çelik, Türkiye'nin milli çıkarlarının korunması gereken durumlarda duyarlı, bilgili ve daha sağlıklı bir politikanın üretilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Ömer Çelik, şunları söyledi:
"Ana muhalefet partisi tarafından, Türkiye düşmanı birisine 'ılımlı ve seküler' diyerek destek veriyorlar. Türkiye'nin Akdeniz'deki çıkarlarının korunması için imza atan Ulusal Mutabakat Hükümetine 'Cihatçı' diyor ama Türk gemilerini vurmaktan bahseden Hafter'e ılımlı ve seküler diyorlar. Bu açıkça özür dilenmesi ve geri alınması gereken bir şey. CHP'ye yönelik her zaman eleştirilerimiz vardı ama CHP geçmişteki genel başkanları zamanın da hiçbir zaman bu şekilde bu kadar gayrimilli bir duruş sergilememiştir."
"MÜTTEFİKLİK İLİŞKİMİZ KIRILGAN HALE GELİYOR"
ABD Senatosunda, "2020 Ulusal Savunma Yetki Yasası"nın kabul edildiğini ve Amerikan Kongresi'nin iç siyasi hesaplarla hareket ettiğini ifade eden Çelik, "Bunlar rasyonel dış politika hesaplarıyla yapılmıyor, yapılsa Türkiye'ye, böylesine önemli bir müttefike şu zamanında yaptırım diliyle konuşmak yerine tam tersine 'daha çok iş birliği nasıl yapabiliriz?' diye bir yarışın olması gerekiyordu. Burada sağduyudan yoksun bir yaklaşım var. Her iki kanadın da böylesine bir yarışı var. Burada Amerikan yönetiminin ilişkilerimize daha çok zarar verebilecek bir noktaya gitmemesi için Kongre kaynaklı bu adımlar karşısında tabii ki tedbir alması gerekiyor. Son derece tarihsel ve güçlü ilişkilere sahip müttefiklik ilişkimiz giderek bu kararlarla kırılgan hale geliyor." şeklinde konuştu.
Çelik, ABD'ye sağduyulu ve rasyonel politika üretme konusunda çağrıda bulunarak, "Tabii ki eğer Türkiye'ye karşı bir yaptırım dili kullanılacaksa egemen ve güçlü bir devlet olarak Türkiye bunlara mütekabiliyet esasına göre gereken cevabı verecektir." dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İdlib konusundaki konuşmalarında uluslararası topluma uyarılar yaptığına değinen Çelik, "2019 mayıs ayı başından itibaren İdlib'de sivillere ve altyapıya dönük birtakım saldırılar düzenleniyor. 17 Eylül 2018 tarihinde Rusya'da Cumhurbaşkanımızın Putin ile imzaladığı Soçi Muhtırası'nın açık ihlali anlamına gelen saldırılar son dönemde yoğunlaşmıştır. Bu mutabakatın korunması, ihlal edilmemesi gerekiyor. Rejimin 31 Ağustos'ta tek taraflı ilan ettiği ateşkesin ardından bile rejim tekrar bu ihlalleri sürdürdü. O zaman da bir ayda 100'den fazla sivil hayatını kaybetmişti." diye konuştu.
AK Parti Sözcüsü Çelik, Rejimin İdlib'de altyapıyı ve sivilleri hedef almasından kaygı duyduklarına işaret ederek, şunları kaydetti:
"Tekrar bir mülteci akınının orada hareketlendiği geliyor. Bundan sonra Türkiye bu mülteci akınını tek başına karşılayamaz. Avrupa'da, diğer yerlerdeki dostlarımız ve müttefiklerimiz 'Türkiye nasılsa bu yükü çekiyor' diye şimdiye kadar mükellefiyetlerini yerine getirmediler. Bundan sonra Türkiye'nin burada Cumhurbaşkanımız tarafından ifade edilen güvenli bölge kurulması, bu güvenli bölgede bu insanların döneceği konutların inşa edilmesi gibi politikalarına destek verilmezse artık mülteci meselesini birilerinin Türkiye'nin meselesi gibi sunma politikasının tamamen sona erdiğini, bundan sonra mülteci meselesinin Türkiye'den çok Avrupa'nın meselesi haline geleceğini, Türkiye'den çok müttefiklerimizin meselesi haline geleceğini tavrımızın bu şekilde olacağını açık bir şekilde ifade ediyoruz."
"TATMİN EDİCİ BİR KARAR DEĞİL"
Suudi Arabistan mahkemesinin Cemal Kaşıkçı cinayeti kararına ilişkin soru üzerine Çelik, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Tatmin edici bir karar değil, maalesef kaygılarımızı haklı çıkaran bir karar oldu. Biliyorsunuz sürecin en başından beri birkaç noktaya vurgu yaptık. Dedik ki yargılama İstanbul'da yapılsın. Niye? Uluslararası toplumun gözetimi altında uluslararası kurumların katılımıyla bu yargılanmanın yapılması gerekirki yargı sürecinin adalete, hakkaniyete ve hukuk kurallarına uygun işlediğinden herkes mutmain olsun. Bir kere böyle yapılmamıştır, kapalı bir yargı, dava süreci götürülmüştür." ifadesini kullandı.
Ömer Çelik, karara yönelik eleştirilerini şu sözlerle sürdürdü:
"Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporu son derece önemsiyoruz. Birleşmiş Milletler raporundaki ifadeleri karşılayan bir karar olmasını beklerdik. Şeffaf yürütülmemiş, kapalı yürütülmüş bir karar. Kaşıkçı cinayetini faillerini serbest bırakmaktan çok, bütün dünya bunu böyle algılıyor, daha çok bunun üstünü örtmeye çalışan bir karar olarak gündeme gelmiştir. Bir kere daha şeffaflık çağrısı yapıyoruz, saygın bir mahkeme çağrısı yapıyoruz. İstanbul'da hem uluslararası kurumların gözetiminde yüksek yargı standartlarında bir mahkeme yapılması gerektiğini ifade ediyoruz."
KANAL İSTANBUL
Gazetecilerin "CHP'nin Kanal İstanbul'a yönelik eleştirileri var. Kanal İstanbul'un Montrö'yü riske atacağına dair yorumlarına ne diyeceksiniz? CHP'nin 'Gelecek seçimde iktidarız ve Kanal İstanbul'u yapan şirketlere ödeme yapmayacağız.' açıklamasına dair yorumunuz nedir?" sorusuna Çelik, şu yanıtı verdi:
"'Ödeme yapmayacağız' türü bir şey devlet mantalitesinden, devlet adamlığından nasıl yoksun olunduğunun bir işareti. CHP'den sonra iş başına gelmiş kendi siyasi tarihimizdeki hükümetler de çıkıp 'Biz CHP'nin borçlarını ödemeyeceğiz.' deseydi kim zarar görecekti? Vatandaş zarar görecekti."
Hükümetin yetkisini milletten aldığını, milletten aldığı yetkiyle icraatları gerçekleştirdiğini ifade eden Çelik, "Ben de bu şirketlere para ödemem." denmesinin milli iradeyle kavga etmek olduğunu söyledi.
Daha temeldeki problemin siyasal psikolojiyle ilgili bir sorun olduğuna değinen Çelik, "İstiyorlar ki kim hükümete gelirse gelsin onlar yönetsin. Geçmişte bunu yapıyorlardı. Kim hükümete gelirse gelsin darbeler, yargı vesayeti, milli güvenlik kurulları üzerinden yürütüyorlardı." diye konuştu.
Kanal İstanbul'un Montrö Anlaşması ile çelişir hiçbir tarafı bulunmadığının altını çizen Çelik, "Montrö ile ortaya konulan boğazlardan geçiş serbestisi aynen korunacak. Askeri gemilerin boğazdan geçişi sağlanacaktır. Kanal İstanbul, ticari gemiler için alternatif bir su yolu olarak son derece pratik, önemli bir alan oluşturacaktır. Zaman içerisinde Kanal İstanbul'un siyasi ve ekonomik getirilerini daha çok paylaşacağız." şeklinde konuştu.
"AİLE İLİŞKİLERİ ÜZERİNDEN GİTMEK AYIPTIR"
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel'in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik "aile devleti" eleştirilerinin hatırlatılması üzerine Çelik, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Daha önce 'parti devleti' diyorlardı, parti devletine kendi geleneklerinden cevap verdik. CHP AK Parti'yi parti devleti olarak suçlayacak yeterlilikte değil. Bu memlekette tek parti rejiminin antidemokratik kalıntılarını Cumhuriyetimize, Anayasamıza zarar veren kalıntılarını biz temizledik. Parti devleti eleştirisi yapıyorlarsa parti devletinden kurtulmalarının bir tane formülü var. Bu formülü onlara veriyorum; İş Bankası hisselerini Hazineye devretsinler. Devlete ait olanı devlete devretsinler. Parti devleti mantığı budur. İş Bankası hisselerini devlete, millete ait olan İş Bankası hisselerini kendi parti bünyende tutacaksın, arkasından parti devleti diyeceksin. Şimdi de utanmadan Bayraktar ailesinin ismini zikrederek, Hazine Bakanımızın ismini zikrederek, TÜRGEV ve KADEM'de görev yapan Cumhurbaşkanımızın çocuklarının ismini zikrederek 'aile devleti' diye bir şeyden bahsediyor. Siyaset üretemeyenlerin, siyasi zavallılık içinde olanların yetersiz bir siyasi magazin üretme çabası. Aile ilişkileri üzerinden gitmek son derece ayıptır. Söyleyeceğiniz varsa somut yapılanlarla ilgili söyleyin."
"SİYASİ MAGAZİN PARTİSİ HALİNE GELMİŞLER"
Ömer Çelik, Bayraktar ailesinin dünya standartlarında savunma teknolojisinde üretim yaptığını, İHA'lar ve SİHA'larla ilgili çalışmalarının AK Parti öncesinden başladığını, yaptıkları işi yapmaya devam ettiklerini söyledi.
TÜRGEV ve KADEM'de yapılan faaliyetlerin de sivil toplum faaliyetleri olduğunu ve herhangi bir kar amacı gütmediğini vurgulayan Çelik, şöyle konuştu:
"Konuyu Hanımefendiye getirmiş, 'Çevre Bakanı gibi davranıyor' diyor. Hanımefendinin Sıfır Atık Projesine destek vermesi, Hanımefendinin çevreden gelen konularda duyarlılık göstermesi takdir görmektedir. Dünyanın her tarafından first ladyler çocukların eğitimi, çevre sorunları, kadınların kendilerini geliştirmeleri ile ilgili projelere destek verirler. Dünyadaki her demokratik devlet de bu tür uygulamaları takdirle karşılar. Sivil toplum faaliyetleri yapmanın neresi kötü? Siyasi magazin partisi haline gelmişler. Onu da yalan dolan üzerinden yürütüyorlar. Aile meselesi üzerinden siyaset yapmaya kalktığınız andan itibaren en temel ilkeyi ihlal etmiş olursunuz. Herkesin birbirinin ailesi üzerinden bu şekilde siyaset yaptığı bir şey, AK Parti'nin asla makul ve mazur görmeyeceği bir şeydir. Bu çirkin bir siyaset tarzıdır."
"Biz olayın dışında kalacağız" Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile eski CHP Milletvekili ve Ankara Ticaret Odası Başkanı, mühürlenen Togo Kuleleri inşaatının müteahhidi Sinan Aygün arasında yaşanan gelişmelere ilişkin görüşleri sorulan Çelik, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bu olayın bizi ilgilendiren hiçbir tarafı yok. Sadece basından izliyoruz. Bu konuda kapsamlı ve ayrıntılı açıklama yapması gereken taraf, CHP yönetimidir. Gördüğüm kadarıyla konu kapandı gibi bir açıklama yapmışlar. Bu tabi kimseyi tatmin etmez. Biz kim kime ne demiş, kim haklı kim haksız bilebilecek durumda değiliz. Olayı biz sadece basından takip ediyoruz. Herhangi bir şekilde bizi ilgilendiren bir durum değil. CHP ile ilgili bir gündemdir. O konuda, CHP yönetiminin kamuoyunu tatmin edecek ayrıntılı bir açıklama yapması gerekir. Biz olayın dışındayız ve dışında kalacağız."
AK Parti Sözcüsü Çelik, İçişleri Bakanlığının olaya ilişkin müfettiş görevlendirmesi konusunu ise "hukuk içinde ortaya konulan bir tasarruf" olarak yorumladı.
CHP'nin İş Bankası hisselerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığında gündeme gelip gelmeyeceğine yönelik bir soruya karşılık Çelik, şu yanıtı verdi:
"Cumhurbaşkanımız bunu açıkladılar, bu gündemdedir gerçekleşecek ama bu gerçekleşmeden evvel CHP bunu kendi kendine yaparsa CHP parti devleti olmanın, devlete partiyi hakim kılmanın, devleti parti üzerinden yönetme geleneğinin bir devamı olan bir siyaset tarzından, uygulamadan kurtulmuş olur. Onlar için de bir şans olur."