Güncelleme Tarihi:
Mülkiye'deki lakabıyla ‘‘İhtiyar Hikmet’’ artık aktif siyaset yapmayacak...
Mülkiye'nin ‘İhtiyar Hikmet’iydi Uluğbay. Her zaman ölçülü oluşu, ağırbaşlı hali bu lakabı kazandırmıştı ona. İçe dönük, insanlardan uzak bir öğrenciydi. Okuldaki etkinliklerden, spordan ve siyasetten uzak dururdu.
Oysa fırtınalı yıllar yaşanıyordu Ankara'da. Mülkiyeliler, Demokrat Parti iktidarına karşı yürütülen protesto eylemlerinin odağındaydı. 27 Mayıs darbesi öncesinde düzenlenen ünlü ‘555 K’ gösterisinin başrol oyuncuları da Mülkiye öğrencileriydi. 5. ayın 5'inde saat 5'te Kızılay'da yapılan bu mitingde, ‘İhtiyar Hikmet’ yoktu!
TURGUT REİS'E HAYRAN
Çünkü o, Mülkiye öğrencilerinin büyük çoğunluğunun tersine aktif siyasetin içinde değildi. CHP Gençlik Kollarına girmemişti. Siyasetle sadece teorik düzeyde ilgileniyordu. Türkiye'nin sorunlarıyla ilgili bilgi ve fikir sahibi olmaya çalışıyor, bol bol okuyordu. Tarihe meraklıydı. Ünlü Türk denizcisi Turgut Reis'e hayrandı...
Asıl dünyası dersleriydi. İlk yıllardan itibaren düzenli ders çalışan bir öğrenciydi. Zaman zaman tökezlediği de oluyordu. İkinci sınıftayken Şubat ayında girdiği İdare Hukuku sınavı da böylesi bir örnekti.
TONZİMAT FÖRMANİ
Sınav sözlüydü. Prof.Tahsin Bekir Balta'nın yanına giren her öğrenci iki üç dakikada dışarı çıkıyordu. Hem de darmadağın bir ifadeyle. Belli ki soruları bilemiyorlardı! 14.sırada olmasına rağmen 45 dakika sonra sıra ona geldi. Yeterince hazırlanamamıştı. İdare Hukuku'ndan bihaberdi! Boynu bükük girdi içeriye. Balta, ‘‘Biir’’ dedi, Karadenizli hoca. ‘‘Tonzimat Förmani?’’ Yazdı. İkinci soruyu anlamadı, soramadı da. Üçüncü soru da Islahat Fermanıydı. Düşünmesi için biraz zaman verdi.
O sırada hocanın asistanı içeri girdi. İkinci soruyu ona sordu. ‘‘İdarenin icra yetkisi’’ karşılığını verdi. Bir dakika sonra hocanın karşısında ter dökmeye başladı. Birinci soruyla ilgili ilk cümlesini duyan Balta, sözünü kesti. ‘‘Geç ikinciye..’’ İkinci sorunun ilk cümlesinde yine aynı tepkiyi gösterdi. ‘‘Atıyorsun, geç üçe.’’ Üçüncü soruda da pek konuşmaya fırsat bulamadan kendini dışarda buldu.
MAYTAP EMRİ İŞİTMİŞTİ
Felaket kısa sürmüş, üzerindeki etkisi büyük olmuştu. Bir daha benzer bir sıkıntı yaşamamak için derslere daha sıkı asıldı. Dersleri dikkatle izledi. Sonuna kadar da böyle devam etti.
1961'deki son sınavlar, Şeker Bayramı'nın hemen öncesine rastlamıştı. Bayramı unutup, her zamanki gibi kendini sınav hazırlığına kaptırdı. IV. Mali Şube'de ders çalışırken ‘Kuş Alpay’ (Alpay Özkaynak) yanına geldi, fısıldadı. ‘‘Bende bayram füzeleri var.’’ Birini ateşlemeye karar verdiler. Sınıfta ateşlenen maytap, oradan oraya savrulmaya başladı. Sonunda ‘Lodidur Kadir Beg’e yöneldi. Yanan bir şeyin kendisine doğru geldiğini farkeden Kadir, korkuyla ayağa fırladı: ‘‘Lo lo dur...’’
Maytap daha fazla dayanamadı. Barutu bittiği için Kadir'in ayaklarının dibine düştü. Sanki maytap, emri işitmişti! Kahkahalarla güldüler...
Üniversiteyi bitirince birkaç ay özel sektörde çalıştı. Aynı yıl içinde kamuya geçti. Hazine Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği'nde çalışmaya başladı. Hemen ertesi yıl, kamu hizmetine ara vermek zorunda kaldı. Askerlik zamanı gelip çatmıştı.
YEDEK SUBAY
Yedek subaylığını Polatlı'daki topçu okulunda yaptı.
Ankara'dan yine fazla uzaklaşmamıştı. Gerçi 29 Mart 1939'da baba memleketi Isparta'da doğmuştu. Ancak inşaat yüksek mühendisi olarak kamuda çalışan baba Neşet Uluğbay, Anadolu'nun birçok kentini dolaştıktan sonra Ankara'ya yerleşmişti. Rağıp, Hikmet, Minüre, Leman ve Muazzez adlarındaki beş çocuğunu, Cumhuriyet'in genç başkentinde büyütmüştü. Ailenin iki numarası olan Hikmet, Sarar İlkokulu ve Atatürk Lisesi'nde okumuş, oradan Mülkiye'ye geçmişti. Ankara, çocukluk ve gençlik yıllarının kentiydi.
RAHAT ASKERLİK
Dolayısıyla Ankara'nın 70 kilometre uzağındaki Polatlı'da yabancılık çekmedi. Rahat bir askerlik yaptı. Arkadaşı Yener Dinçmen ile birlikte briç öğrendi. Tavladan ve öbür kağıt oyunlarından hoşlanmıyordu ama briç farklıydı. Belirli sinyallerden yola çıkarak peşpeşe oyun senaryoları hazırlamayı gerektiren bu zeka oyununu çok sevdi. Briç, askerlik günlerinin en büyük eğlencesi oldu. İki yıl süren askerlik sonrasında da briçten hiç kopmadı. Briç, en büyük hobisi haline geldi...
Askerlik sonrasında Hazine'deki işine geri döndü. Görevini sürdürürken bir yandan da İngilizce çalıştı. Mülkiye'de öğrendiği Fransızca ile yetinmek istemiyordu. İngilizce öğrenmekle kalmadı, lisansüstü eğitim için 1966'da Amerika'ya gitti. Maliye Bakanlığı bursuyla gittiği bu ülkede Southern California Üniversitesi ekonomi bölümünde master yaptı.
4 HAZİRAN 1969
Artık mesleğinde hızla ilerlemenin yolu açılmıştı. İlk kez bu kadar uzun süre ayrı kaldığı Ankara'ya, 1968'de döndü. Kısa süre sonra da Şube başkanlığına atandı. En önemlisi, Mülkiye'den yeni mezun olan Nedret Batumlu ile tanıştı. Aralarında beş yaş fark vardı. Nedret hanım, fakültede voleybol oynayan aktif bir genç kızdı. Birbirlerini sevdiler, evlenmeye karar verdiler. 4 Haziran 1969'da kıyıldı nikahları. İkisi de Hazine personeli olduğu için nikah tanıklarından biri, Hazine Genel Sekreteri Kemal Cantürk'tü...
Bürokrasi yaşamı problemsiz gidiyordu. Tek sıkıntısı, vejetaryan olmasıydı. Bir pilavdaki et suyunun kokusunu ya da bir çatalın ete batırılmış olduğunu hemen anlıyordu. Nefretinin temeli, altı yaşında yaşadığı bir olaya uzanıyordu. Dört ay beslediği kuzusunun kurban edilmesini unutamıyor, asla et yiyemiyordu. Bunu bilen arkadaşları, ona ‘etyemez’ derlerdi...
1971'de, Tokyo Büyükelçiliği Maliye ve Ekonomi Müşavirliği'ne atanınca vejetaryanlığı daha büyük sorun haline geldi. Denizden çıkan her canlının tüketildiği Japon mutfağı, vejetaryanlığa çok uzaktı. Özellikle Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile birlikte çıktıkları gezilerde sıkıntı çekiyordu. Büyükelçilikte ise ona özel yemekler çıkarılıyordu. Elçiliğin aşçısı, Japon kavas Kaşamura'ya, bu durumdan yakınıyordu hep...
Tokyo'daki mutluluk kaynağı eşi Nedret hanımdı. Yeni evli bir çift olarak ayrılamamışlardı birbirlerinden. İlk çocukları Burak, gözlerini orada açtı. İkinci çocukları ise Türkiye'ye döndükten bir yıl sonra, 1974'de doğdu. O da oğlandı. Adını, Çağlar koydular...
Hazine Genel Müdür Yardımcılığı'na yükseldi. Dış ekonomik ilişkilere bakıyordu. Bu görevi NATO nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği Maliye ve Ekonomi Müşavirliği izledi. 1981'de ise Hazine Genel Müdürlüğü'ne getirildi. Banker faciası öncesi ve sonrasında yasal düzenlemeler hazırlayabilmek için gecesini gündüzüne kattı. Bir teknisyen olarak işiyle ilgileniyordu; rakamların büyüsüne kapılmıştı...
ZİRVEDE
Bir tesadüf olsa gerek, 12 Eylül dönemi, askerliği seçen ağabeyine de yaradı. Ağabeyi Rağıp Uluğbay, 1981'de orgeneralliğe terfi etti, ertesi yıl da Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı'na ve hemen ardından NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. Ağabeyi, 1985'te emekli olurken, Hikmet Uluğbay da aynı yıl OECD'deki görevinden, Washington Ekonomi ve Ticaret Müşavirliği'ne geçti.
Bu görev, onun için bürokrasinin zirvesiydi. İşinden arta kalan zamanını, ikinci elden kitapların satıldığı köhne kitapçılarda geçiriyordu. Öğle tatillerinde arkadaşlarını kitapçılara sürüklüyordu.
1992'DE EMEKLİ OLDU
Şubat 1989'da Türkiye'ye döndükten sonra Devlet Bakanı Işın Çelebi, danışmanlık önerdiğinde aktif bir görevi yoktu. Kabul etti. Danışmanlığı süresince Çelebi'ye mevzuat bilgisi ve deneyimiyle yardımcı olmaya çalıştı.
Ekim 1991'den itibaren Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümünde, Ekonomi Tarihi ve Kamu Finansmanı derslerini verdi. Bir yandan da Daily News gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Yazılarında günlük çözümlere karşı çıkıyordu.
1992'de emekli oldu. Kendini, dersler ve gazetenin yanısıra kitap yazmaya verdi. ‘İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik’ adlı kitabı, Bülent Ecevit ile tanışmasına ve hiç düşünmediği bir anda politikaya girmesine vesile oldu.
HEDEF TAHTASI
Yıldızı, DSP Grup Başkanvekilliği döneminde parladı. Milli Eğitim Bakanlığı sırasında İslamcı basının hedef tahtası haline geldi. 28 Şubat kararlarını uygulaması, 8 yıllık eğitim konusundaki ısrarından nefret ediyorlardı. Laik kesim ise onu ‘İkinci Hasan Ali Yücel’ olarak görüyordu.
Milli Eğitim Bakanlığı'ndan alınması, DYP Genel Başkanı Çiller'in Ecevit azınlık hükümetini desteklemek için neredeyse tek koşuluydu. Çiller, malvarlığını aklayan komisyon raporuna Uluğbay'ın yazdığı muhalefet şerhinin acısını çıkarmak için iyi bir fırsat yakalamıştı doğrusu!
Ecevit, Çiller'in istediğini yaptı ama Uluğbay'ı, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığına getirdi. Milli Eğitim'deki teknisyen tavrını bu görevde de sürdürdü. Bildik bakanlardan değildi.
KALENDER BİR TİP
Milletvekilleri ve hiçbir yakınının tayin, terfi işlerine bakmıyordu. Makam arabasını Bodrum'daki yazlığına götürmüyor, orada maliyeci arkadaşlarıyla birlikte taksiye, minibüse biniyordu. Gösterişten hoşlanmayan, kalender bir tipti.
Küçük oğlu Çağlar'ın, 12 Temmuz 1998'deki nikahını bile etrafa duyurmamıştı. Oğlunun nikah tanığı, bakan arkadaşı Hüsamettin Özkan'dı. Bir yıl sonraki intihar sürecinin yakın
tanığı da Özkan oldu.
İntiharın nedenleri konusunda ne Özkan konuştu, ne de Ecevit...
Nedenler hala derin bir sis perdesi altında. Açık olan, Uluğbay'ın bu noktaya gelmiş olduğu ve yaşamı, ölümle yüceltmeye çalıştığı. Tıpkı, ünlü Japon yazar Yukio Mişima'nın ‘Yaz ortasında ölüm’ünde olduğu gibi...
‘PAPAZA SÖYLE TAYİNİ YAPSIN’
Hikmet Uluğbay, zamanın Hazine Genel Sekreteri Cantürk'ün gözdesiydi. Cantürk, onun ketum davranacağına inanıyordu. Devalüasyon ile ilgili etüd görevini ona verdi. Uluğbay, iki gün evine kapanıp çalıştı, raporunu verdi. Hükümet, IMF ve dönemin DPT Müsteşarı Turgut Özal'ın da etkisiyle devalüasyon kararı aldı.
Karar, büyük bir gizlilik içinde IMF'ye bildirildi. 15 gün önceden haber vermek zorunluydu.
Washington'daki görevliye, kısa bir mesaj iletildi: ‘‘Papaza söyle, 10 Ağustos'ta tayini yapsın.’’ Bu şifrenin anlamı belliydi; ‘‘IMF'ye bildir, 10 Ağustos'ta (1970) devalüasyon ilan edeceğiz.’’ Böylesine gizli yürütülen hazırlıkları bilen yedi kişiden biriydi Uluğbay. Amirleri, onun enine boyuna tartmadan ve uzun süre düşünmeden karar vermediğini biliyorlar; iş disiplinine, dürüstlüğüne güveniyorlardı...