OluÅŸturulma Tarihi: Eylül 27, 2000 00:00
OLİMPİYATLAR VE FİLMLER (1) Olimpiyat Oyunları'na dair gelmiş geçmiş en iyi
film sizce Leni Riefenstahl'ın "Olympia"sı mıdır yoksa Kon Ichikawa'nın "Tokyo Olympiad"ı mı? Yanıt hiçbiridir. Çünkü Olimpiyat Oyunları ile ilgili en güzel film Hugh Hudson'ın yönettiği "Chariots of Fire" (Ateş Arabaları) adlı filmdir. Nostalji yüklü bu filmde yönetmen Hugh Hudson, 1924 Paris Olimpiyat Oyunları sırasında iki atlet arasında geçen bir mücadeleyi anlatır. Dört oskar kazanan filmin Vangelis tarafından bestelenen müziği de unutulmaz film müziklerinden biri olmuştur.Filmde Musevi atlet Harold Abrahams (Ben Cross) ile ilahiyat öğrencisi atlet Eric Lidell (Ian Charleson) arasında yaşanan gerçek mücadele anlatılır. Bu iki sprinter sosyal bir kendini beğenmişlik içinde, kendilerini destekleyen kesimlerden gelen "Sen kazanmalısın" baskıları ile mücadele ederler. Ama film, atletlerin çabalarını doyurucu bir şekilde betimlemek konusunda biraz başarısızdır. Pazar günleri koşmayacağını söyleyen Lidell'in tüm hayatını dini inançlarının belirlediğini düşündüren filmde daha sonra atletin koştuğu zamanlarda Tanrı'yı hissettiğini öğrendiğimizde bunun öteki atletik coşkulardan nasıl bir farkı olduğunu sorgulamadan edemeyiz.Yahudi asıllı Abrahams'ın kökeni hakkında sadece söylenenleri bilebiliriz. Ailesi hakkında fazlaca bir bilgi sahibi edilmeyiz. Filmde Abrahams'ın Yahudiliği ve onu takımda istemeyen kesimlerin muhalefeti oldukça kısık bir sesle ifade edilir. Durum böyle olunca da Abrahams'ı eleştiren kesimlerin haklı olabileceğini düşünürüz. O, her ne kadar "What Makes Harold Run"ı hiç göremesek de iyi bir Sammy Glick sayılabilir. "Ateş Arabaları"ndaki en içten karakter, aristokrat Lord Andrew Lindsay'dir. (Nigel Havers). Engel atlama yarışlarına hazırlanırken engellerin iki ucuna içi şampanya dolu kadehler koyarak çalışan Lord Lindsay, filmde, gelişmiş bir mizah duygusuna sahip tek kişidir. Filmin nostaljik ruhuna, İngiltere'nin pastoral güzelliğine öyle güzel uyum sağlar ki hayran olmamak imkansızdır. Sinematograf David Watkin, yaslı bir hava kattığı doğayı öyle güzel sunar ki sanki perdeden yansıyan ormanlarda yalınayak dolaşıyor olduğunuzu hissedersiniz. Vangelis'in olağanüstü müziği görsel zenginliklerle birleşince ortaya unutulmaz bir film çıkar. Prens Charles ile Prenses Diana'nın balayı gezilerinde yanlarına bu filmi almaları kesinlikle öylesine bir tercih değildi. Filmin başarısının arkasında yatan neden bize kalırsa Watkin ve Vangelis'in başarılı çalışmasının yanı sıra insani çıkarların, zafer coşkusu ve mağlubiyetin hüznü gibi iki öğe ile çok ince bir şekilde birleştirilmesidir. Zaten bir çok Olimpiyat filmi benzer temalar üzerinde yoğunlaşır.Ama Olimpik sporun kendisini ana konu olarak işleyen birkaç yönetmen de çıkmıştır sinema tarihinde. Kon Ichikawa: "Tokyo Olympiad""Tokyo Olympiad" olağanüstü güzel bir filmdir. Riefenstahl'ın "Olympia"daki duygusallığına denk bir film de denilebilir "Tokyo Olympiad" için. Akira Kurosawa'nın çağdaşı ve dengi olan Kon Ichikawa, bu filmden önce "Fires on the Plain" ve "Odd Obsession" gibi başarılı çalışmalara imza atmıştı. Ama 1964 Tokyo Olimpiyat Oyunları'nı konu edindiği bu eğlenceli filmi çekene kadar belgesel nitelikte bir film çalışması hiç olmamıştı. Olimpiyat Oyunları'na sadece farklı bir gözle bakmakla kalmadı farklı bir kulak da getirdi: Görüntü ile sesin daha önce kaydedilmemiş birlikteliklerini kaydetti. Buna en güzel örnek bir bisiklet yarışı sırasında yaptığı kayıtlardır. Ichikawa, filminde atletik konsantrasyonun mizahi ve trajik renklerini keşfeder. Atletik beklentileri, gerginlikleri, arzuları ve ertelemeleri ele alır. Filmin en güzel sahnelerinden birinde Ichikawa'nın kamerası Abebe Bikila ile maratonun son metrelerini koşar. Bikila'nın bitiş çizgisine sarsılmaz bir inançla yaklaşması uzun mesafe koşucusunun yalnızlığını ve kahramanca azmini en güzel bir şekilde betimler. Ama Ichikawa, Bikila ile birlikte koşan diğer atletleri de ihmal etmez ve onları da sevecen bir tavırla filme alır; terlemelerini, ayaklarındaki nasırlaşmış yaraları ve nefes alıp verdikçe kabarıp inen göğüslerini ustalıkla perdeye yansıtır.Filmi bir başyapıt yapan unsur ise yönetmenin insan çabasını yansıtan vizyonu ve konu aldığı topluluğun nitelikleridir. Ichikawa, 1964 oyunlarını uluslararası aklıselimin bir sığınağı biçiminde betimler. Oyunlar, ona göre, güç, çeviklik ve hızın test edildiği şenliklerdir. Finalde, yarışlar bittikten sonra, atletler stadyumda eğlenceli bir tur için bir araya gelirler. Kapanış ifadeleri şöyledir: "Gece. Ve ateş güneşe döndü. İnsanlar ancak dört senede bir
rüya görüyorlar çünkü. Bu bizler için yeterli midir dersiniz? Bu, seyrek ve yaratılmış barış?"Bu final zorlama ile ortaya çıkmış deÄŸildir. Aksine materyalin neÅŸeli zirvelerinden doÄŸar gibidir. Ichikawa, uluslararası cemiyetler üzerine Aile Babası aynılığı empoze eden azaltımcı bir hümanist deÄŸildir. Takımların geçiÅŸ törenlerini sunduÄŸu ilk dakikalardan itibaren ırklar ve milletler arasındaki farklara bilhassa deÄŸinir. Her bir ülkenin geçiÅŸi ayrı bir yurtseverlik havası yayar etrafa. Ichikawa, filminde aksiyon halindeki karakterler üzerinde durur. Sovyet Valery Brumel'in yüksek atlayışı sonrasındaki "Anne bak ellerimi kullanmadan yaptım" tarzı sevinçleri perdeye taşır. Ä°ngiliz Ann Packer, 800 metre yarışını birincilikle bitirirken kendisini sadece bitiÅŸ çizgisine deÄŸil niÅŸanlısının kollarına da fırlatır. Ichikawa, Kazuo Miyagawa'nın çok yönlü, çok renkli sinematografisinden (Miyagawa, Kurosawa'nın "Rashomon" ve "Yojimbo" adlı filmlerinde de çalışmıştı) ve Toshiro Mayazumi'nin baÅŸdöndürücü müziÄŸinden (Mayazumi, John Houston'ın "The Bible" ve "Reflections in a Golden Eye" adlı filmlerinde de çalışmıştı) izleyicinin gözlerini sentetik dalgalara yıkamakta yararlanır. Film bittikten sonra seyrettiÄŸiniz sahneler tekrar tekrar gözlerinizde canlanır.Michael SRAGOV(Salon'dan Çeviren: Levent GÖKTEM) - 27 Eylül 2000, ÇarÅŸamba Â
button