Güncelleme Tarihi:
Müzikte yeni soluklar arıyorsanız, şu sıralarda Portekiz'e dönmelisiniz. Portekizce ile söylemek, uçsuz bucaksız coşkuları da bulmaktır, en derin acıların içine sürüklenmek de. Dilin sanki başka bir gezegene aitmiş gibi kulağa gelen güzelliğini her iki yönüyle de bizlere hatırlatan, çılgın Brezilya ile hüzünlü Portekiz arasındaki Portekizce diyarı Cabo Verde'den büyüleyici ezgileriyle dünyayı sarıveren Cesaria Evora olmuştu.
Avrupa'nın sırlarına ermek için de Portekiz'i anlamak gerek. İsviçreli yönetmen Alain Tanner, kahramanı Lizbon olan başyapıtı 'Beyaz Kent'i bu amaçla yarattı. Alman film yaratıcısı Wim Wenders Lizbon'la yetinmedi, Madredeus grubunun zaman-dışı sesini de bizimle birlikte tanıdı, sevdi.
Bizdekine benzer bir hüzün var Portekiz'de. En çok müziğine yansıyan terkedilmişlik, kenara itilmişlik duygusu. Sürekli yenilen insanın kendisini en iyi anlattığı dil. Yüzyılın yalnızı Pessoa'nın dili.
Portekizli fado söyler, fado dinler. Fado, kader ile eşanlamlı. Fado, 'arzu ve rüyaların her zaman bireysel kontrol dışındaki güçlerin yıkımı altında olduğunu sessizce, onurla anlatır' bize. Güney'in blues'u, Buenos Aires'in tangosu, İzmir'le Pire'nin rebetikosu gibi, tıpkı. 40'lardan beri tüm yitik aşkları, yenik ruhları, yalnızları kucaklar fado. Acı ile söylenir, notalarına aşağıdan uzanılır, yukarıdan süzülerek inilir. Hissetmeyen, fado yorumu yapamaz. Bireyle birebir örtüşür bu müzik çünkü.
Misia'yı tanıyın: Yüzyılın bitiş noktasını yakalayan, gerçek bir fado yorumcusu. Porto doğumlu. Babası Portekizli, anası Katalan. Uzun süre Barselona'da yaşadı. Fado'ya buradan hem yerli, hem yabancı gözüyle baktı. Lizbon işçi mahallelerinin yarattığı türe yeni sözler katmak gerektiğini düşündü. Ute Lemper gibi, gülümsemeyi ve çok ince bir ironiyi de bunlara ekledi. Yetinmedi: Kimsenin akıl etmediğini yaparak, ülkesinin Nobel adayı iki büyük yazarını, Antonio Lobo Antunes ile Jose Saramago'yu, müziklere güfte yazmaya ikna etti. Başka yazarları da. Pessoa'yı, De Sa-Carneiro'yu yorumladı.
'Garras Dos Sentidos', Misia'nın Türkiye'de çıkan ilk albümü. Hem çok modern, hem alabildiğine geleneksel. Misia müziğinin ufkunu çizerken en çok fado'nun 60 yıl önceki söyleyişini dikkate alıyor: Metnin ruhla bütünleşmesi. Bu açıdan, o bir vokal akrobatı değil. Yorumlarının ölçütü, duygusal yoğunluk. Ama eğer metin kılcal bir alayı, gelip geçici bir umut parıltısını barındırıyorsa, bundan da kaçınmıyor.
Özenle seçilmiş müzisyenler var yanında. Tabii, geleneksel fado sazları ile. 6 çift telli fado 'guitarra'sını ülkenin son dönemdeki en önemli icracılarından Custodio Castelo'ya teslim etmiş. Ricardo Dias piyano ve akordiyonda muhteşem. Kemanda Manuel Rocha da.
Albümde birbirinden derin 11 beste var. Her biri, kapakta, fransızca çevirileriyle yer almakta. Ama korkmayın: Pessoa, Saramago filan dedikse, o sıkıcı ve müzik fakiri 'edebi' ürünlerden biri değil bu. Hem ayrıksı, hem de rahat ve popüler. Çünkü, Misia ne yaptığını biliyor. Kendisini olduğundan fazla göstermek derdinde de değil.
Kıtanın ucunda, yalnızlığın tüm seslerini okyanusa döken bir büyük şarkıcıdan, her seferinde yepyeni tadlar alacağınız bir albüm, 'Garras Dos Sentidos'.
Bizim Sezen'i de yakalayacaksınız içinde. Serçenin deneyip deneyip bir türlü, ne yazık ki tam yakalayamadığı, belki Misia'ya nasip olmuş. Duygu, yalınlığı seviyor.