Güncelleme Tarihi:
Ahmet Ümit, bugün Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından biri… Onu bugünlere getiren kendi yolculuğuysa başlı başına bir roman heyecanına sahip! Hikaye 1960 yılında Gaziantep’te başlıyor. Ümit, yedi çocuklu bir ailenin en küçük üyesi olarak dünyaya geliyor. Babası, dedesiyle birlikte kilim ticaretiyle uğraşıyor. Annesiyse terzi. Şehrin ileri gelenlerine gelinlikler, döpiyesler dikiyor. Aile kalabalık, ziyaretçileri de eksik olmuyor. Ümit, “Anneme çıraklık yapan kız çocukları sık sık bize gelirdi. Annem yalnızca bir terzi değil, ‘hayat ustası’ bir kadındı aynı zamanda…” diye başlıyor anlatmaya: “Şahane bir çocukluktu. 1960’lı yılların Gaziantep’i... Dedemin şehir dışında çok büyük bir bahçesi vardı. Yazın oraya giderdik. Bir ağabeyim Londra’daydı. Diğer iki ağabeyimden biri Yıldız Teknik Üniversitesi’nde mühendislik, öbürü de Hacettepe Üniversitesi’nde tıp okuyordu. O zamanlar Gaziantep’te televizyon yoktu ama bize Londra, İstanbul ve Ankara’dan haberler gelirdi.”
‘ÇOCUKKEN HERGELEYDİM’
Ümit, “Genelde yazarların eve kapanan çocuklardan çıktığı söylenir; hiç doğru değildir! Ben edebiyata meraklıydım ama tam bir sokak çocuğuydum, hergeleydim!” diye devam ediyor: “Sokaklarda kavga, dövüş, patırtı…” 14 yaşından sonraysa işler ‘politik’leşmiş: “12 Mart döneminden yeni çıkılıyordu. Sol çok kuvvetliydi. Ağabeylerimin de etkisiyle devrimci oldum; ‘Genç Sosyalistler Birliği’ diye bir gruba girdim ve 15 yaşımda okuldaki öğrenci liderlerinden biri oldum. Sonra Milliyetçi Cephe dönemi geldi. Sol eğilimli okulu düşürmek için polisle beraber 20-25 ülkücü öğrenci gönderdiler. Her gün kavga! En yakın arkadaşım öldürüldü. Ben bıçaklandım, dövüldüm, öldü zannedilip bırakıldım… Biz de masum değildik tabii, biz de onları dövüyorduk. Okul bir öğrenim dönemi boyunca yalnız bir ay açık kalabildi. Sonunda da bizi Gaziantep’ten sürdüler… Sene 1976’ydı.”
MİTİNGLERİN ARANILAN HATİBİ
Üniversite seçimini ‘devrim’ hedefine uygun gerçekleştirdi; Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi. Ancak, öğrencilik aslında ‘paravan’dı! Ümit, devam ediyor: “1978’de İstanbul’a geldim. Amacım işçi sınıfla buluşmak, devrimci hareketin merkezinde olmaktı. Tanıdığım kimse yoktu ama örgütüm vardı; Türkiye Komünist Partisi’nin gençlik örgütü olan İlerici Gençler Derneği. O dönem Türkiye’deki en yaygın kitlesel sol hareketiydi. En aktif görevlerde yer aldım. Okula çok az gidiyordum. Zaten bildiğim konulardı. İyi hatip olduğumdan mitinglerde konuşuyordum, Taksim yollarını pankartlarla kapatırdık. Ben arabaların üzerine çıkıp konuşmalar yapardım.”
‘BENİ POLİSİN ELİNDEN EŞKÂLİM KURTARDI...’
1979’da sıkıyönetim ilan edildiği günlerdi... Ahmet Ümit, “Faaliyetlerimizi yer altına taşıdık. Ben hareketin gençlik liderlerindendim” diyor. Bugünler daha sonra polisiyeler yazmasına da vesile olmuş! Nasıl mı? Şöyle: “Ben eylemleri planlarken polis gibi düşündüğümden hiç yakalanmazdım. Eşkâlim belliydi; ‘orta boylu, esmer genç bir adam’ olarak aranıyordum ama Türkiye’de bu tipten milyonlarca var! Darbeden sonra, 1982’de Anayasa oylaması yapılıyordu. Biz de duvarlara ‘Anayasaya Hayır’ afişleri yapıştırıyorduk. Örgütte bana bağlı çalışan arkadaşla randevumuz vardı, gelmedi. Yakalanmış. Polis onu konuşturmuş, beni de yakalamaya çalışıyorlar... Telefonda gergin bir sesle benimle buluşmaya çalıştığını fark ettim. İşlek bir caddede randevu verdim. Baktım, arkasında yürüyen şüpheli kişiler var... Yanılmamıştım polisi buluşmaya getirmişti. Amaç beni de yakalayıp örgütü çökertmekti ama başaramadılar.
SAHTE PASAPORTLA MOSKOVA YOLCULUĞU
1984’ten sonra Ümit’e yeniden sürgün yolu göründü. Bu seferki sürgün onun için ‘ideallerinin’ gerçek olduğu yeryüzü cennetiydi; Moskova! Parti, onu ‘ileri komünizm eğitimi’ için ‘Moskova Marksizm-Leninizm Eğitim Enstitüsü’ne yolluyordu. Ümit anlatıyor: “Türkiye’den sahte pasaportla çıkacaktım; ismim Nejat. Güya teknisyenim ve Almanya’da Frankfurt’a çalışmaya gidiyorum. Sofya’dan uçakla Moskova’ya gönderilecektim. Kapıkule sınır kapısından geçtim ama Bulgarlar benden şüphelenip trenden indirdiler. Amirlerini, Komünist Partisi’nin konuğu olduğuma güç bela ikna edip yoluma devam ettim!” Ancak onu hayallerinin ülkesinden ziyade bir hayal kırıklığı karşılamış… Ümit, “O kadar hayalciydim ki uçaktan ‘Vay sosyalizmin bulutlarına bak’ romantizmiyle indim” diye devam ediyor: “İlk dikkatimi çeken insanların yüzündeki mutsuzluktu… Sıkıntıların düzeleceğine inanıyorduk ama baktım benim kafamdaki sosyalizmle bu aynı şey değil. Korkunç bir alkolizm ve kuyruklar.. Hantal devlet yapısı toplumun ihtiyaçlarını karşılayamıyordu.”
BAKALIM YAZARLIK İÇİN PAZILARIN SAĞLAM MI?
Bu hayal kırıklığı, Ahmet Ümit’in bir yıl sonra ülkesine bir yazar olarak dönmesine vesile olacaktı. Yazdığı bildirilerin yerini kısa hikâyeler almıştı. ‘K. Yalçın’ takma adıyla yazdığı ‘Bu Son Sınav Değildir’ adlı öyküsü ‘Barış ve Sosyalizm Sorunlar Dergisi’nde yayınlandı. Ümit, “Politik bakışın sanata kıyasla daha dar olduğunu gördükten sonra ‘Ahmet, sen insanlara yazar olarak seslenmelisin!’ dedim” diye anlatıyor: “Sovyet yoldaşlar bana bir hoca buldu. Fırça gibi saçlı tam bir Rus geldi. Karşılaştığımızda ilk iş pazımı sıktı. Şaşırdım, ‘Yoldaş niye pazımı sıkıyorsun?’ dedim. ‘Tolstoy, Savaş ve Barış için binlerce sayfa yazdı. Yazı için fiziksel kondisyon lazım’ dedi. Bu arada Nâzım Hikmet’in eşi Vera sağdı. Sık sık onun evine gidiyordum. Bana Nâzım’ı anlatıyordu… Yazar olmamda Nâzım’ın manevi varlığı çok büyük bir rol oynamıştır.”
‘GENÇKEN POLİSİYEYİ KÜÇÜMSÜYORDUM’
Ümit, 1986’da yine sahte pasaportla ülkeye giriş yaptı. Faaliyetleri artık yerüstündeydi: “1989’da şiir kitabı çıkardım. TKP kendini feshedip Sovyetler Birliği de yıkılınca işi gücü olmayan bir adam olarak kalakaldım (gülüyor)! Ölümle sırt sırta bir hayatın içinde olunca her şeye entrika ve polisiye gözüyle bakıyorsun! Bana ‘polisiye yazarı’ dendiğinde başta zoruma gitmişti. 1996’da ilk polisiye romanım ‘Sis ve Gece’ çıktı. O günden bu yana 24 kitap, üç film, iki dizi, iki tiyatro, bir opera, radyo tiyatroları ve çizgi romanım oldu. 30 dilde yayınlanmış kitabım var. Polisiye yazmayı seviyorum, bana ‘polisiye yazarı’ denmesi hoşuma gidiyor.”
‘TARİHİMİZ ENTRİKALI CİNAYETLERLE DOLU‘
Türkiye’de polisiye edebiyatına karşı bir önyargı var mı? Ümit, “Yok. Ülkemizde üç bin yıldır polisiyeye konu olacak cinayetler işleniyor; Hititlerin saray içi entrikaları, Osmanlı’da şehzade cinayetleri, İttihat Terakki dönemindeki polisiye vakaları, Cumhuriyet döneminde Atatürk’e yapılan İzmir suikastı, 1 Mayıs 1977, Susurluk Olayı... Kuzey Avrupa polisiyelerinde karda ıssızlık güzel ama bizdeki kadar suç çeşitliliği yok” diyor.
EMNİYET’TE ÇOK OKUNUYORUM
Ahmet Ümit denince akla elbette ‘Beyoğlu’nun en güzel abisi Başkomiser Nevzat’ geliyor. Ümit’in Başkomiser Nevzat’la ilişkisi nasıl acaba? Şöyle yanıtlıyor: “Nevzat rahmetli Okay Gönensin’in Yeni Yüzyıl gazetesinde pazar günü yayınlanan hikayelerle, iki sinema ve bir gerçek karakterden yola çıkarak yaratıldı; ‘Ah güzel İstanbul’da Sadri Alışık’ın canlandırdığı Haşmet İbriktaroğlu karakteri, Muhsin Bey ve gerçek bir polis, Adana’da öldürülen Cevat Yurdakul. Çok sevildi çünkü Nevzat bizden biri. Önce vicdanlı, dürüst bir insan sonra göreve giden polis. Her cinayeti çözdüğünde biliyor ki aslında başka bir yerde birileri daha öldürülüyor... Eski İstanbulla iç içe geçmiş bir karakter. Okurlar korkmasın, Başkomiser Nevzat’ı asla öldürmeyeceğim (gülerek)! Polisler tarafından da çok okunuyorum.”