Oyunun kurallarıBABAM gazeteciydi. Gazeteci olmaya 18 yaşında karar verdim. Üniversitenin son yarı yılında, 22 yaşındayken, bir gazetede çalışmaya başladım. 24 yıl önceydi.
Hakkımda gereksiz ayrıntılarla bu köşeyi işgal etmek istemem. Ancak şu kadarını söyleyeyim: Gazetecilik, radyoculuk, televizyonculuk ve uluslararası ajans haberciliği yaptım. Çaylak muhabir, muhabir, şef,
haber müdürü, yapımcı, deneyimli yapımcı oldum. Sokakta, gösteride, basın toplantısında, iç savaşta, baloda muhabirlik yaptım. Masanın dışında kaldığım ya da başında oturduğum zamanlar oldu.
Bunları
"Hürriyet Gazetesi’nin yeni Okur Temsilcisi kimdir acaba?" diye sorabilecekler için yazıyorum. Kendimden de burada son kez söz ediyorum.
Bu görevi üstlenmem istendiğinde büyük onur duydum. Türkiye’nin tartışmasız en etkin gazetesinde Okur Temsilciliği yapabilmek, önemli bir ayrıcalık ve fırsat kuşkusuz. Omuzlarıma yüklediği sorumluluk ise olağanüstü büyük.
Bu sorumluluğun ışığında, son günlerde, Okur Temsilciliği konusunda epey malzeme okudum. Geçmişi dünyada 1970’lere, Türkiye’de ise 1999’a dayanan bu kurumla ilgili olarak yazılanları değerlendirince,
"doğrusu işte budur" diye nitelenecek tek bir uygulama olmadığını, her yere uyan tek bir model bulunmadığını net bir şekilde gördüm. Bunun nedenlerinden biri, toplumların demokrasi geçmişi ve kültürel dinamikleri ise diğeri, uygulamayı başlatan yayın organlarının yapıları ve gelenekleri. Ancak ne olursa olsun, Okur Temsilciliği’ni oluşturan yayın kuruluşlarının tümü, bunu, daha iyiye gitmek için çok önemli bir adım olarak görüyorlar. Hürriyet açısından da gerçek bu. Okur Temsilciliği, gazeteyi daha dinamik ve kaliteli kılma çabalarına, okur diyaloğunu güçlendirerek katkı sağlıyor, sağlayacak.
Bu bir ilk yazı ve konusu da aslında şu: Oyunun kuralları.
Kuralsız oyunun, kazananı belli olmaz. Burada kazanması gerekenler bellidir: Okurlar ve Hürriyet Gazetesi. O nedenle Hürriyet Gazetesi’ndeki bu köşenin kurallarını anımsatmakta yarar görüyorum.
Benim Hürriyet Gazetesi’nde bir yayın yetkim yok. Yani kararlar alınırken bana sormuyorlar, ben de gazeteyi sabahları sizinle birlikte görüyorum. İşim, haftada bir bu köşede, sizlerle gazete arasında bir köprü görevi üstlenmek.
Hürriyet Gazetesi’nde farklı görüşleri savunan yazarlar var. Bu yazarların görüşlerine katılırsınız, belki de katılmazsınız. Hatta bazılarına kategorik olarak karşı da olabilirsiniz. Bu, açıkçası bu köşeyi ilgilendirmiyor. Bu yüzden de Hürriyet yazarları ile ilgili görüşlerinizi doğrudan onlara göndermenizi öneririm. Çünkü, sizin, yazarlar ile ilgili görüşlerinizi okumak, beni sevindirecek olsa da tepkilerinizi burada değerlendirebilmem mümkün olamayacak.
Hürriyet ve yazarları ile ilgili hakaret içeren mesajlarınızı YANITLA düğmesine basarak size geri göndereceğimi belirtmek isterim. Bence her şey, her zaman söylenebilir; ama söylenme şekli, gösterilecek tepkiyi belirler.
Örgütlü e-posta mesajları gönderildiğinde, bunların ilkini okuyup, diğerlerini genellikle doğrudan doğruya ÇÖP KUTUSU’na atacağım. Örgütlü mesajlar, ideolojik nedenlerle Hürriyet’i hedef alan bir kampanyanın parçasıysa, kesinlikle hiç değerlendirilmeyecekler. Ancak iyi niyet içinde Hürriyet bağlantılı bir konuya dikkat çeken mesajlar, örgütlü de olsa, burada ele alınabilecek.
Gördüğünüz gibi, sizin açınızdan, bu oyunun çok da kuralı yok aslında.
Kendi adıma, sizlerden gelen
"anlamlı" tüm mesajları değerlendirmeye, gazetenin ilgili birimleri veya kişileriyle değerlendirmelerinizi paylaşmaya, takipçiniz olmaya söz veriyorum. Değerlendirmeleriniz de bu köşede sıkça yer alacak.
Haberlerdeki maddi hatalar, atılan başlıklar, haber öncelikleri... Bunlar konularımız ve ben sizin temsilcinizim.
Mesajlarınızı bekliyorum.
Kadınlı haberlerde sorun var
TÜRKİYE’de kadın hareketinin önde gelen isimlerinden Yardımcı Doçent
Pınar İlkaracan şu notu gönderdi:
"Bir Hürriyet okuru olarak 22 Mart 2006 Çarşamba günü Hürriyet Gazetesi’nin 14. sayfasında ’Can Bey, çöpçatanlıkta ’şişman kadını’ geçti’ başlığı altında yayımlanan, Hayri Çetinkaya imzalı haberden büyük rahatsızlık duydum. Haberde, manşetten başlayarak defalarca ’şişman kadın’ olarak tanımlanan Gonca Artunkal, uluslararası bankacılık sektöründe genç yaşta son derece başarılı bir kariyer yapmış olan, Avrupa’da gurur duyduğumuz vatandaşlarımızdan biridir. Haberde, biri kadın biri erkek iki başarılı bankacının performansından bahsedilirken, kadın bankacıyı dış görünümü bazında son derece rencide edici bir üslup sergilenmektedir. İş dünyası, politika, vb. kamu alanlarında başarılı erkeklerin medyaya yansımaları hiçbir zaman için dış görünümleri üzerinden değerlendirilmezken (’Ayşe Hanım, kel adamı geçti’ gibi bir haber başlığı olmuyor örneğin), kadınların yaptıkları işin içeriğinden ziyade dış görünümleri bazında değerlendirilmeleri son derece cinsiyetçi bir yaklaşımın yansımasıdır. Hürriyet Gazetesi’nin kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik büyük bir atılımda bulunduğu bu dönemde gazetenizde bu tip cinsiyetçi üslup ve bakış açısı içeren haberlerin yer alması kendi içerisinde çelişkilidir."
NEDEN O BAŞLIK
Dikkatli okurlar fark etmişlerdir. Hürriyet Ekonomi Müdürü
Vahap Munyar 27 Mart günkü yazısında (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4150431&tarih=2006-03-27) bu talihsiz başlığın neden atıldığını anlattı ve özür diledi.
Munyar ile geçen cuma günü konuştum. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı da olan
Munyar, konuyu Cemiyet Yönetim Kurulu’na götürdüğünü, orada tartışıldığını ve yazdığı yazı ile konunun kapanmış olduğunda fikir birliğine varıldığını söyledi. Yazının tonu ve tartışma yaratan haberin odak noktasındaki kişilerle konuşulup görüşlerinin yansıtılmış olması,
Munyar’ın yazısını sıradan bir düzeltme çabasının ötesine taşıyor ve bence de konuyu kapatıyor.
BARBIE OPERASYONU
Ancak o haberin yayınlanmasından sonraki günlerde, gazetelerin sayfalarına giren ve merkezinde kadınların olduğu haberlerin sunuluşunda tüm medyanın bocaladığını düşünüyorum. Bunun en iyi örneğini, gözaltına alınan herkesin serbest bırakıldığı ve İstanbul Polisi’nin Barbie diye adlandırdığı sözde operasyon oluşturuyor. Emniyet Genel Müdürlüğü sözcüsünün de,
"sanık olmadan dinlenmek üzere çağrıldıklarını" söylediği kadınların teşhiri, suçlu olmadan cezalandırılmaları sonucunu doğurdu.
Hürriyet, Emniyet’e çağrılan kadınların isimlerini açık olarak vermedi. Bazı gazeteler ise isimleri açık açık yazdığı gibi, fotoğraflarını da yayınladı.
Medyanın
"rezil de, vezir de" edeceğini söyleyenler çıkacaktır. Ama önemli olan, haberi hakkıyla, doğru şekilde vermek olduğuna göre... İstanbul Polisi’nin bu girişiminin medya yansımaları, haberin merkezindeki kişilere zarar verdiği için kötü olmuştur.
Doğru fotoğraf
Geçen hafta Hürriyet Pazar’da yayımlanan
"Biri Dünya Diğeri Türkiye Şampiyonu İki Rallici" başlıklı haberde geçen yılın Türkiye Şampiyonu
Mehmet Besler’in fotoğrafı yerine eski co-pilotu
Afşin Baydar’ın fotoğrafı basıldı. Bu yanlışlığı yukarıdaki doğru fotoğrafla düzeltir
Besler’den ve okuyucularımızdan özür dileriz.
Hürriyet ellerimi boyamasın
BELKİ doğrudan doğruya bu köşenin sorumluluk alanı içine girmiyor; ama yine de tüm okurların ilgisini çekeceği için
Nihan Eröz’ün aşağıda okuyacağınız şikáyetini araştırdım:
"Ben gazetenizin sürekli takipçisiyim. Son 4-5 aydır her sabah aldığım Hürriyet Gazetesi’ni okuduktan sonra ellerim nedense simsiyah olmaya başladı. Hürriyet ile birlikte aldığım Radikal Gazetesi’nde böyle bir sorun yaşamıyorum. Acaba kullanılan mürekkep veya káğıttan mı kaynaklanıyor?"Hürriyet’in Üretim Planlama Müdürü
Aydan Erbuğ ile görüştüm. Benzer birkaç şikáyet daha geldiğini anlattım; cevabı aşağıda:
"Kullandığımız káğıt ve mürekkep, dünyanın en iyi gazetelerinin kullandığı ile aynı; yani bir kalite sorunu yok ortada. Renkli sayfaları az gazetelerde mürekkebin ele çıkma sorunu fazla hissedilmiyor. Ancak Hürriyet gibi çok sayfalı ve sayfalarının çoğu renkli gazetelerde bu sorunla ne yazık ki karşılaşıyoruz. Sorun henüz dünyada çözülmedi. Mürekkep teknolojisi ilerledikçe sözü edilen sorun ortadan kalkacak."