Sefa KAPLAN
Oluşturulma Tarihi: Mart 01, 2003 01:47
Hayır, öyle Gülün Adı veya Foucault'un Sarkacı gibi daha önsözünde pes edeceğiniz bir kitap değil bu. Vallahi değil! Tam aksine, Batılı pek çok eleştirmenin dile getirdiği gibi, Umberto Eco'nun en keyifli ve en komik eseri.
Öyle ki, Binbirgece Massaları da, Yüzüklerin Efendisi de, hatta Harry Potter da hayli yavan kalıyor Eco'nun hayal gücünün karşısında. Üstelik, olayların önemli bir kısmı İstanbul'da geçiyor ve Eco, Türkler'i bir hayli övmeyi de ihmal etmiyor.
‘‘Eco'nun bugüne kadar yazdığı en neşeli ve komik eser.’’
‘‘Modern Dünya’’ sitesinin kurucusu olan Allen B. Ruch, Ülker İnce'nin Türkçe'ye çevirdiği denemesinde bu sözlerle tanımlıyor ünlü İtalyan yazar Umberto Eco'nun olağanüstü tadlarla bezeli son romanı Baudolino'yu. Ancak, Allen B. Ruch, hiç de yalnız değildir bu tesbitinde. Baudolino, okuyan hemen herkesin dilinde-damağında Eco'dan beklenmeyen bir lezzet bırakacaktır. Gülün Adı veya Foucault Sarkacı gibi sıkıcı da değil, tam tersine, Ruch'un dediği gibi, ‘‘neşeli ve komik’’ bir roman.
Ve üstelik, hikáyenin mühim bir kısmı İstanbul'da geçiyor. İstanbul'un Kostantinopolis olduğu ve Üçüncü Haçlı Seferi sırasında Latin ordularının işgali altında inim inim inlediği yıllarda.
YALANCI BİR KAHRAMAN
Ve İtalya'nın kocaman sakallı çocuğu Umberto Eco, ünlü tarihçi kimliğinin yanısıra, romanın temel kahramanlarından da biri olan Niketas'a, ‘‘Türkler asla böyle bir şey yapmazdı. Onlarla ilişkilerimiz çok iyi. Kendimizi asıl Hıristiyanlardan korumamız gerekiyormuş’’ bile dedirtiyor.
Üstadın bu sözleri, PKK lideri Apo dolayısıyla Türkler'in İtalyan mallarını boykota yeltendiği yıllarda yazdığını hatırlatmak gerekli mi sahiden de?
Başta İtalyanlar olmak üzere muhtelif eleştirmenler tarafından Umberto Eco'yla paralellikler taşıdığı sık sık vurgulanan roman kahramanı Baudolino'nun temel meziyeti, yeryüzünün en usta yalancısı olmasıdır. Hayır, hemen aklınıza kötü şeyler getirmeyin, yalanlarının amacı kimseye kötülük etmek filan değildir. Aksine, yalanlarıyla tarihi ve insanlığı güzelleştirmek, insanların hayatını kolaylaştırmaktadır Baudolino. Nitekim, hemen her zaman başarılı olduğuna görünce, okur olarak yüzümüzün aydınlanması doğaldır. Hele kitabın sonunda, Baudolino'nun hikáyelerini yazdığı tarih kitabına sokmasına itiraz edilen Niketas'ın, ‘‘Güzel bir öyküydü. Ne yazık ki hiç kimse bilmeyecek’’ diye hayıflanmasına verilen cevap, Umberto Eco üstadımızın yazdığı metnin keyfini ne kadar da güzel çıkardığının somut bir göstergesidir:
‘‘Kendini bu dünyadaki tek tarih yazarı sanma. Er ya da geç Baudolino'dan daha yalancı biri çıkıp, onu anlatacaktır.’’
Baudolino'dan ‘‘daha yalancı biri’’nin Umberto Eco olması, talihin garip bir cilvesi değil, yazarının son satırda bile ‘‘oyun’’dan vazgeçmediğinin güzel ve anlamlı bir kanıtıdır aslında.
Benzer bir durum, romanın daha ilk satırlarında da çıkar okurun karşısına. Ayasaofya'yı yağmalayan ve bu arada önlerine gelen Bizanslıları kılıçtan geçiren Latin 'barbarlar'ın karşısında bir başka Latin olan Baudolino vardır ve 'barbarlar'dan kurtardığı kişi de Niketas'tan başkası değildir.
BU YANGIN BİTMEZ
Ancak, asıl şaşırtıcı olan, romanın bu iki ana karakterinin, değme İstanbul tarihçisinin bile bilmediği ama varlığından söz ettiği Ayasofya'nın altındaki tünellere girerek Yerebatan üzerinden Eminönü'ne inmeleridir. Bu gizli geçidin Umberto Eco'nun hayal gücünün bir ürünü mü olduğunu, yoksa sahiden oralarda bir yerde durup durmadığını merak edenler varsa eğer, Ayasofya orada duruyor işte, Terleyen Sütun'un altından girince sağa dönmeniz gerekiyor sadece...
‘‘Niketas ve Baudolino üç yana açılan iki kanatlı pencereleri olan küçük bir kulenin odasında karşılıklı oturmuşlardı. Pencerelerin birinden Haliç ile kenar semtlerin ve küçük evlerin arasında yükselen Galata Kulesi'yle Pera'nın karşı kıyısı görünüyordu’’ diye tarif ettiği manzara, bir yangın yeridir aslında. 'Barbar Latinler,' kenti yağmalamakla kalmayıp yakıp yıkmışlardır da. Ancak bu arada Baudolino, ünlü tarihçiye, yüzyıllar sonra ünlenecek muhteşem öyküsünü anlatmaya başlamıştır bile. Öyle bir öyküdür ki bu, yanında ‘‘Yüzüklerin Efendisi’’ de, ‘‘Harry Portter’’ da kelimenin gerçek anlamıyla yoksul kalmaktadır. Binbirgece Masalları'ndan zihnimizin bir kenarına yerleşen hemen her ayrıntı vardır bu öyküde. Ne Doğu'nun belirsiz iklimlerinde karşılaşılan devlerin ve cücelerin, ne akan taşlardan oluşan Sambatyon ırmağının, ne de kanatlarına binilip bir Boing 707 rahatlığıyla uzak diyarlardan İstanbul'a gelinen kuşların yadırgatıcı bir tarafı yoktur. Deyim yerindeyse, Umberto Eco, ‘‘Arkadaşlar, postmodern metin üretilecekse, bakın böyle olur’’ diyerek gevrek gevrek gülmektedir satırların arasından.
Baudolino'nun ve kendisinin doğum yeri olan Alessandrai'daki bir oturumda, ‘‘Gençlere Baudolino'yu okumayı neden tavsiye edersiniz?’’ diye soran genç hanıma üç noktada teşekkür edip şu çarpıcı cevabı verecektir zaten: ‘‘Ben mi, aslında önermiyorum, ben onu yazdım, okumak size kalmış. Belki de onu okuyan da benim onu yazarken eğlendiğim kadar eğlenir.’’
UMBERTO ECO
Kelimeler değişince tarih de değişiyor
Umberto Eco, Milano'da, Castello Meydanı'na bakan güzel evinde canavarlar yaratmaya devam ediyor. Hiç kimse, 30 bin kitaptan oluşan kütüphanesinde zevkle mırıldanarak gezinen ve kısa süre önce dede olan 68 yaşındaki bu beyefendiden daha rahat bir edáya sahip olamaz. Halbuki, konforlu odalarda muhteşem yaratıklar hayal ederek ölüm makineleri hazırlıyor.
Siz, Baudolino ile Gülün Adı'ndan birkaç asır öncesine, çok sevdiğiniz ortaçağa geri döndünüz. Bu ruhunuzdaki vatan mı ?
- Gülün Adı romanının mevzu manastırlar çevresindeydi. Baudolino daha laik ve hatta muzır. Barbarosso da silahlı ve zırhlı halinden ziyade külotlu görüntüsüyle yer alıyor.
Sizin daha önceki romanlarınızda, genellikle bir genç kendinden daha yaşlı birisiyle karşılaşır ve onun da sayesinde, olaylar esnasında hayatı tanırdı. Ya Baudolino?
- Yapıcı olamayan bir roman denebilir. Ders çıkartılması gerekmeyen bir hikáye. Yazmaya başladığımda aklımda önceden şekillenmiş bir hikáye yoktur. Hep bir hayalden yola çıkarım. 1960 yılında, Bonpiani'de, Rahip Gianni ve dağılmış İsrail kavimlerinin de yer aldığı konuları ihtiva eden, ‘‘Efsanevi Ülkeler’’ adlı bir kitap yayınlamıştık. Kapağında bir tek ayaklı figürü vardı. Bu figür bende, Rahip Gianninin hikáyesine ve aynı zamanda da benim ve Baudolino'nun şehri olan, önce Alessandria olarak adlandırılıp, daha sonradan, imparatora yaranmak için, adı alelacele Cesarea'ya çevrilen şehrin yaratılmasına bağlandı. Komik gelebilir ama, kelimeyi değiştirince tarih de değişiyordu. Bugünü bir düşünelim: dünyanın barut fıçısı olan Filistin topraklarını tapınak veya camiler vadisi olarak adlandırmak ufak bir detaydan ötedir.
Hayvanlar, resmi evraklar, kutsal kalıntılar ve edebi verilerle sizinkiler hep ansiklopedik romanlar. Baudolino da farklı değil. Siz bu eğitim amaçlı anlatımı rahatlamak için mi kullanıyorsunuz ?
- Her şeyden önce, eğlenmek için. Çünkü İsa'nın doğumuna hediye getirenlerin Colonia'ya geçişi veya Carlo Magno'nun azizliğinin tanınması gibi olaylar gülünç dehaların ürünü gibidir. Halbuki gerçekten vukû bulmuş olaylardır. İnternette, tarihi Bizans mutfağı hakkında siteler bulabilme tuhaflığı bana mutluluk veriyor. Böylece anlatım ansiklopedik bilgi vermenin ötesine geçiyor.
Baudolino hayalle dünyevi figürleri bütünleştirerek ihtiva eden bir kişilik. Ama, özellikle iyi amaçlı da olsa büyük bir yalancı. O derece başarılı ki, sonunda kendi yalanlarına inanıyor...
- Evet, şairler gibi, gerekli yalanları söyleyerek hayalperest olan büyük yalancılardan biri. Bu, büyük yalanlar söyleyen kişilere yer verdiğim ikinci romanım. Pendolo'da hikáye hasta zihinlerden çıktığı gibi yansıtılmıştı. Baudolino'da ise büyük 'h' harfiyle yazılmış olan Hikáye, herkesin katıldığı kolektif yalanların ürünü. Kitapta ortaya çıktığına göre, Baudolino tüm Batı kütüphanesini saptırıyor, Abelardo ve Eloisa arasındaki mektuplaşmanın asıl yazarı ve San Vittore di François Rebelais kütüphanesinin de yazarı o. Hatta ve hatta evrensel hayalcilik yolunda çaba sarf ediyor. Baudolino yalnızca hayalinin peşine düşmüyor, tarihin akışını da değiştiriyor.
Bu kötümser bir bakış değil mi ?
- Ebedi döngüde kötümserlik olması kaçınılmazdır. Barbarossa'nın danışmanlarıyla yaptığı konuşmaların Ronald Reagan'ın çalışma arkadaşlarıyla yaptıklarından daha masum olduğunu zannetmiyorum. Barbarossa, İtalyan beyliklerinin ruhunu anlayamıyor idiyse, Bush da Balkanlar'ın nerede olduğunu bile bilmiyordu. Ancak ben, tarihe karşı olan kötümserliğe, anlatımın iyimserliğini katıyorum. Baudolino hayalin savunucusudur. Tiplemede, anlatımıyla gerekli kahramanları yaratma gücü vardır. ‘‘Hikáye anlatmak’’ deyiminin hem yalan söylemek, hem de roman yazmak anlamına gelmesi boşuna değildir.
İtalyan Panoroma Dergisi'nde Roberto Barbolini'nin Umberto Eco ile yaptığı söyleşiden özetlenmiştir.