Güncelleme Tarihi:
Aşkta, kızlarla nasıl iletişim kurulur sorularını anne ve baba yerine modern bir sesten öğrenmek gerekmez mi? Okul modernleştiriyor mu? Anne-babadan ileri götürüyor mu? Ben böyle şeyler okumadım. İnsanlık öğrenmedim. Okul insan olmayı, iyi insan olmayı öğretmeli. Onun yerine boyun eğmeyi, bağırıp çağırmayı, kanlı zaferleri öğretirler.
NOBEL ödüllü yazar Orhan Pamuk ile söyleşimizin ikinci günü... Yazar, neden asla akademisyen olamayacağını, okulda hiç insanlık öğrenmediğini, Twitter’a ve Ergenekon davasına bakışını anlatıyor.
ŞEFKATLİ ANNE TARZIM DEĞİL
Amerika’da üniversite hayatı nasıldı? Akademisyen olabilir miydiniz?
Olamam. Öğrencinin bir şey öğrenmesine evladı bir kaşık mama yemiş gibi sevinen öğretmenler var. Bense dersi monolog halinde veririm. Öğrenciyi pek kontrol etmem. Dersi verip giderim, anında da unuturum. Şefkatli anne tarzı öğretmen değilim. Dersten kitap çıkarabilir miyim diye bakıyorum.
Amerika’da yaşayabilir misiniz peki?
Bir sömestr New York’a gitmek güzeldi. Bu yıl burada kitap çalışmalarımız var, okulda ilk iki haftayı kırıyorum. Biraz ayıp ediyorum oradaki öğrencilerime. Burada kalmak için bahane arıyorum. Ama sonbaharda New York’ta kütüphaneler, müzeler, yeni filmler, PEN (Dünya Yazarlar Birliği) davetleri güzel. Türkiye’ye dışarıdan bakıyorsunuz. Türk gazetelerini, olup biteni takip ediyorum. Güzel yanı Amerika’daki profesörlere emeklilik yok. Konuşamaz oluncaya kadar ders vermeye kararlıyım.
LİSEDE BİR TEK SAİT FAİK ADLI YAZARI ÖĞRENDİM
Yeni romanda eğitim sistemini eleştiriyorsunuz. Tüm sorunlar okulda mı başlıyor?
Türk eğitim sistemi ezbere dayanıyor. Tartışmayı, güvenmeyi öğretmiyor. Ezberin arkasında otoriterlik, iktidara boyun eğmek vardır. Ortaokul ve lisede okuduğum bütün edebiyat kitaplarını bulup, okuyup şöyle bir makale yazmayı düşünüyorum: “Ben Orhan Pamuk. Okulda altı yıl edebiyat okudum. Şimdi dünyaca ünlü bir yazarım. Bu kitaplar bana ne öğretti? Edebiyatçı olmama nasıl yardımcı oldu? Neye yaradı?” Hiçbir şeye!
Failaütün failün’ü öğrenmediniz mi yoksa!
Bir tek Sait Faik diye bir yazarın olduğunu lisede öğrendim, o kadar.
KENDİMİ DÖVE DÖVE YAZAR YAPTIM
Nasıl olmalı eğitim sistemi?
İsveç’te nasıl konuşulması gerektiğini; yanlış, kaba davranan insanları kalplerini kırmadan nasıl doğru yola getirebileceğinizi öğretirler. Aşkta, kızlarla nasıl iletişim kurulur sorularını anne ve baba yerine modern bir sesten öğrenmek gerekmez mi? Okul modernleştiriyor mu? Anne-babadan ileri götürüyor mu? Ben böyle şeyler okumadım. İnsanlık öğrenmedim. Okul insan olmayı, iyi insan olmayı öğretmeli. Onun yerine boyun eğmeyi, bağırıp çağırmayı, kanlı zaferleri öğretirler.
Metinlerde anneye düşkünlük ögesine sıklıkla rastlıyoruz. ‘Annem, Babam ve Kaybolma’nın sonunda anne ve babayı buzlu camın arkasında uygunsuz durumda görme iması var. Hayatı Freudyen bir bakışla mı okursunuz?
Freud çok şey öğretti. Ama insanoğlunun çocukluktaki cinsellikten o kadar etkilendiğini düşünmüyorum. Çocukluğumuza ve tarihe karşı özgür yanımız var. Bazılarımız kimliğini dayatır, dünyasını çizer. Ben kendimi döve döve yazar yaptım. Anne sevgisine gelince... Annemle kitaplarımda yazdığım şeylerden, huysuzluğumdan dolayı hep çatıştım. Şimdi 91 yaşında. 10 gün önce bu balkona geldi at arabasıyla. Adaya 30 yıldır gelmemişti. “Aa, evladım!” dedi, “Ne kadar zenginleşmiş, ne kadar güzel olmuş buralar. Eskiden viraneydi bu ada...” dedi!
Ya çocukluğun karanlık tarafı...
Bunu severim. Edebiyatçılar bundan beslenir. Çocukluk hayal gücümüzün, davranışlarımızın belirlendiği bir dönemdir. Tarihle de ilgilenirim ama pozitivist değil, romantik tarihçi gibi. Hayal gücüyle birleştirmek isterim. Bu kitapta çocuklukla tarihin masalsı yanını birleştirmeye çalıştım. Aslında bu, benim tarzım olan edebiyatın temel ikilemidir.
KAHRAMANI OLAYLARIN KENARINDAN GEÇİREMEDİM
Nasıl bir ikilem?
Size bir örnek vereyim... 35 yılını İstanbul’da geçirmiş kahramanım var. Mevlut’un okulunda benim o dönem ders verdiğim Behçet Kemal Çağlar Lisesi’nde gördüklerime benzer olaylar olur. Polis gelir, gider. Kronolojilere, Wikipedia’ya baktığınızda o yıllardaki olayların hepsi var. 1977-1 Mayıs mesela... “Her şeyden bahsedeyim” diyorsunuz ama romana uymuyor. Sosyal-gerçekçi bir yazar, kahramanını o olayların kenarından geçirmek ister. Ben de istedim, geçmedi. 1 Mayıs 1977’ye tekabül eden unsurları başka bir atmosfer içinde yeniden yarattım. ‘Kar’da da bunu yapmıştım. Birebir gazeteci gerçekçiliği değil. Gazetecilerin anlattığı gerçekler üzerine çok düşünüyorum ama bir yanım ona masalsı bir hava veriyor.
Ama o gerçeklere değinmeden geçemiyorsunuz...
Sorumluluk hissediyorsunuz. Yazarlığın bir kronikçi, tarihçi yanı olduğunu unutmamak gerek. “Historia-histoire”... Frenk dillerinde, tarihçi ile hikâyeci aynı kelime. ‘Benim Adım Kırmızı’da Türk kültürüne ve tarihine resim üzerinden baktım. ‘Kar’ da siyaset; ‘Kara Kitap’ta İstanbul üzerinden baktım. Toplumun ruhunun, temel çatışmaların gerçek resmini görüp, etrafında masal kurmak... Gerçek çatışmanın tarihine gönderme yapmak istiyorum ama kendime has şekilde.
ORHAN, BİZİ YAZACAK MISIN?
15-20 yıldır uluslararası bir yazar olmanıza rağmen yine Türkiye’yi yazıyorsunuz...
Yazarlar bildikleri şeyleri yazarlar.
Farklı bir şey denemek aklınızdan geçiyor mu?
Columbia Üniversitesi’ndeki profesörler, arkadaşlar biraz korkarak sorarlar hep: ‘Orhan, bizi yazacak mısın?’ Bir janr vardır, ‘kampus romanı’ diye. Okulla, üniversiteyle alay edilir. Onlara, “Merak etmeyin, sizlerle dalga geçen roman yazmayacağım” derim. Altı senedir her sonbahar New York’tayım ama içimden tamamen New York’ta geçen bir roman yazmak gelmiyor.
Yazarken karşınıza hayali bir okur koyar mısınız?
Eski romanlarımı okumuş insanları düşünerek yazarım. Yeni kitabınızı alacaklarını bilirsiniz. Türkiye’de de dünyada da artık aynı insanlar okuyor. Her ülkede satış rakamları aşağı yukarı aynı. Onları düşünür, sevindirmek istersiniz.
Geniş bir kitle...
Evet, dünyada 12 milyon kişi. Twitter’a giriyorsunuz, hakkınızda konuşan birileri hep var.
Twitter’a bakar mısınız?
Tabii. Fikir edinmeye yarıyor. Mesela Gezi... Bütün olayları takip ettim. Ne zaman, nerede bir daha toplanacaklar vs. Bir de makale yazdığımda tepkilere göz atıyorum.
TWITTER CÜMLESİNİ 40 YILDA YAZABİLDİM
Ama kendi isminizle girmiyorsunuz.
Twitter’ım, Facebook’um yok. Sizin üzerinden söyleyelim: Sahte hesaplara inanmayınız! İçimden gelmiyor. Twitter’da bir cümle yazıyor ama düşünce geliştiremiyorsunuz. Belki muhafazakâr bir tepki ama öyle. Batılıların ‘one-liner’ dediği tek cümlelik espriler için iyi. Ben öyle değilim. Mesela Cemal Süreya takır takır Twitter cümlesi üretirdi. O şekilde düşünürdü. Benim “Ben bir ağacın kendisi değil, manası olmak istiyorum” sözüm de güzel bir Twitter cümlesi ama anca 40 yılda yazabildim!
Biraz da egosantrizm ayıp bir şeymiş gibi mi geliyor?
Kitabımı 2-3 milyon kişi okuyacak zaten, bir de üstüne tweet yazmak fazla. Benim durumumdaki yazarlar yapmıyor. Milan Kundera, Gabriel Garcia Marquez haberi gazetede
yayınlanırken bir de oturup deli gibi tweet atmıyor!
ABİ YIRTINMA KARA KİTAP’TAN İYİSİNİ ZATEN YAZAMAYACAKSIN
‘Kara Kitap’ başyapıtınız mı?
Asistan arkadaşım Emre roman yazdığımı görünce şöyle der: “Orhan Abi, bu kadar yırtınma, üzülüyorum. Zaten ‘Kara Kitap’ tan iyi yazamayacaksın!’ Bazen hak veririm, bazen öyle düşünmem. Ama ‘Kara Kitap’ın benim de nasıl yaptığımı bilmediğim yanları var. Ben de şaşarım.
Yeni romanınız kuvvetli görünüyor.
Utanıyorum. Beş yıldır kitap yayınlamadım. İlk kez altı yıl ara vermiş olacağım. Ben romancıyım, olmaması lazım. Tolstoy 2000 sayfalık ‘Harp ve Sulh’u dört yılda; Stendhal 500 sayfalık ‘Parma Manastırı’nı 42 günde yazmıştır. 500 sayfalık kitabı beş buçuk yılda yazdığım için kızıyorum. Ama arada müze, Columbia’da ders vardı. Siyasi dertler de vakit alır insandan... Nobel’in etkileri oldu. Konferanslar vs. “Hayır” diyemiyorsunuz. Ama şimdi iyice kapandım.
Nobel, yazınızı nasıl etkiledi?
Bir klişe vardır, “Nobel’den sonra iyi kitap yazamadı” diye... Bende olmadı. Nobel aldığımda “Masumiyet Müzesi”nin ortasındaydım, sonrasında ne olacak biliyordum. Kahramanlarını ve seslerini bulmuştum. “Aman, Nobel aldım, ne yapacağım?” derdim olmadı. Tek derdim romancı hayatına dönmekti. Yaş olarak da emeklilik mükafatı gibi değildi zaten.
Özgürlüğünüzü kısıtladı mı?
Basına baskı olan bir ülkedeyseniz, daha kolay konuşabiliyorsunuz. Haksızlığa uğrayanlar, “Şunu da söyle” diyor, tamam ama bir diplomata indirgeniyorsunuz. Gazeteci veya diplomat değil, Orhan gibi konuşmak istiyorum. Çözülemeyecek bir çelişki ama tatlı yanından tutmaya çalışıyorum.
SOKAKTA GAZETECİ YAZAR ÖLDÜRÜLMÜYOR
Türkiye’de güvenlik sıkıntısı hâlâ var mı?
Hâlâ korumam var ama kampanyalar bitti. Ergenekoncular ne yazık ki hapiste. Üzülüyoruz onlar için. Ama benim ve benim gibilere tehditler kesinlikle azaldı. Ergenekon davasından beri sokakta yazar, gazeteci öldürülmüyor. Mahkeme kapılarında kimseye saldırılmıyor. Zaten artık dava da yok çok şükür.
Ergenekon davasının genel işleyişini ve sonuçlarını nasıl değerlendirdiniz? Sizi çok siyasete sokmayacağız demiştik ama...
(Gülerek) Sokmayın o zaman! Hapiste olan insanlara üzülüyorum. Ama hükümeti eleştirmek için kendimizi kandırmayalım. Hepimiz biliyoruz ki böyle bir şey vardı.
Sırada ne var?
Roman kışa. Ayrıca her kitaba bir giriş kitabı hazırlanıyor. ‘Kara Kitap’ın Sırları’ çıkacak sonbaharda. 100-120 sayfa. Yazılış hikâyesi... Basit, bol resimli, fotoğraflı. Yapı Kredi Yayınları ile ‘İstanbul’un geliştirilmiş, resimli, hediyelik versiyonunu hazırlıyoruz. Yeni bir bölüm ekleyebilirim. Bir de İletişim’de ‘Kara Kitap Üzerine Yazılar’ çıkmıştı, o diziye devam edeceğiz.
Ne olacak bu Fener’in hali
Fenerbahçe’nin Avrupa’dan dışlanmamasını diliyorum. Ama şunu söyleyeyim: Gidişat kötü. Milliyetçi duygularla gerçeği biraz kendimizden saklıyoruz.