Memur emeklisi bir baba ile öğretmen bir annenin oğlu. Çankırı doğumlu (1963), Ankara TED mezunu. Zenginliği babadan kalma değil ve paradan çok iyi bir şeyler yapmaya önem veriyor -o buna ‘‘varolmak’’ diyor. Pek takım elbise giymiyor, daha çok spor, hatta salaş kıyafetler. Sekreterleri, koruma ordusu yok. Otomobilinin şoförü kendisi. Odasının -ki Kuştepe'de- kapısı her daim açık. Sosyetik yerlerde değil, Bebek Kahve'de gazete okurken, Beyoğlu'nda
sinema izlerken görülüyor. Kültür, sanat ve dünyada olup bitenlerle yakından ilgili, bir kitap kurdu. Bir ara televizyonculuk yapan, prodüksiyon şirketleri kuran, küçük bir özel hastane işleten Oğuz Özerden'in adının 900'lü hatlarla anılması on yıl kadar önce Türkiye'de başlattığı furyadan kaynaklanıyor. O bugün unutmak istese ne yazar, tarihe, ‘‘900'lü hatların babası’’ olarak geçti bile. Çünkü pazarlamacıların deyimiyle ‘‘niş’’ bir alan yakaladı ve inanılmaz paralar kazandı. Alo Bilgi'yi yedi kişiyle kuran Özerden, bugün yedi bin öğrencisi, bine yakın çalışanı olan İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Mütevelli Heyeti Başkanı. Onun cesareti ve sermayesiyle 1996'da kurulan üniversite, uluslararası eğitim anlayışı, kültür sanat etkinlikleri, en fazla burslu öğrenciye sahip olması ve kaynaklarını öğretim üyesi yetiştirmeye seferber etmesi, sürekli yenilik peşinde koşması gibi özellikleriyle dünya üniversitesi olma iddiasında. O ise üniversitenin birinci adamı olmasına rağmen halen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde doktora yapıyor.
Niye alışık olduğumuz patronlardan değilsiniz?
- Ben işadamı filan olmak için girişmedim hayata. İstanbul Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler okuduktan sonra gazeteci oldum. İki yıl Yeni Asır'da çalıştıktan sonra gazetecilikten sıkıldım, bir burs kazanarak İngiltere'ye gittim, Cambridge Üniversitesi'nde master yaptım. London School of Economics'te doktoraya devam ettim. O sırada 12 ülkede 900'lü hatlarla audiotext servisi veren bir şirkete tanıtım-reklam konularında danışmanlık yaptım. Bana bu işi Türkiye'de beraber yapmayı teklif ettiler ve o andan sonra hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı!
Bir özel üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı olmak ne demek? Sizi tanımayan biri, ne iş yaparsınız, diye sorunca ne cevap veriyorsunuz?
- Bunu ben de hep düşünüyorum. Bilgi Üniversitesi'nde çalışıyorum diyorum. Burası bir vakıf üniversitesi: Sahibi de yok, ortağı da yok, kár amacı da güdemez. Kazandığını eğitime yatırır. Üniversite vakfının resmi kurucuları var. Ben, Yiğit Ekmekçi, Halit Kakınç, Toktamış Ateş, Gülten Kazgan, Asaf Savaş Akad, Latif Mutlu, Orhan Gemicioğlu, Orhun Çavdar, Lale Duruiz... Ve de bize ilk günden beri destek veren diğer çalışanlarımız, akademisyenlerimiz ve öğrenciler. Üniversite'nin sahibi onlar. Gözyaşartıcı oldu ama öyle.
Peki bütün gün ne iş yapar mütevelli heyeti başkanı?
- Kuruma göz kulak olur. Projeler geliştirir, sorunları çözmeye çalışır, dert dinler. Benim kendime iş edindiğim alanlar üniversiteyi bir adım ileriye sıçratacak projelerle, yeniliklerle uğraşmak; kurum içinde çalışanlarla, öğrencilerle sohbet edip daha insani, keyifli bir yaşam alanı oluşturmak. Kolay işleri ben yapıyorum anlayacağınız. Hem içerde, hem de dışarda bir nevi halkla ilişkiler.
Öğrencilerden gelen paralarla koca bir üniversite dönüyor mu?
- Evet enteresandır, bunu araştırın. Bazı özel üniversiteler devlet yardımı alır. Biz, devlet yardımı almayı reddeden ilk ve şu anda tek vakıf üniversitesiyiz. Bu bir prensip meselesi. Mesela ODTÜ rektörü çıkıyor, okulun kaloriferlerini yakacak para bulamıyorum, diyor. Biz niye üniversite kuralım kendimiz idare edemeyeceksek.
ÜNİVERSİTE KURMAYA TEŞEBBÜSTEN YARGILANDIM
Alo Bilgi'den, Bilgi Üniversitesi'ne geçiş hikayenize dönelim
- O zamanlar (1993) uzaktan eğitim projeleriyle ilgili bir şirket kurmuştuk. Alo Bilgi'de teknolojiyi kullanarak bilgi verdiğimiz için, gidişatı hissediyordum. Aslında benden daha iyi hisseden, neredeyse 40 yaş büyüğüm, üniversitemizin kurucularından Latif Bey'di (Zafer Mutlu'nun babası). 1994'te Zülfü Livaneli'nin
seçim kampanyasını yürütürken yazdığım metinlerde ‘‘bu kente uluslararası standartlarda bir eğitim kurumu, bir think-tank gerekir’’ cümlesi vardı. Seçimler kaybedildi. -Sanırım iyi oldu, yoksa yine ‘‘kader kurbanı’’ olarak kendimi belediye fen işlerinde buluverirdim kimbilir!- Ama bu cümle aklımda kaldı. Latif Bey'in de yüreklendirmesiyle bunu, London School of Economics ve University of Portsmouth'la ortak bir proje haline getirdik. İsmi de İstanbul School of International Studies oldu. Bu kurum bir üniversite olmayacaktı, öğrenciler hazırlık ve birinci sınıfın derslerini okuyacak, ardından eğitimlerini İngiltere'de tamamlayacaklardı.
Öğretim üyesi kadrosunu siz oluşturdunuz değil mi?
- Evet, kuvvetli bir kadro çıktı ortaya. Alternatif bir kurum olacaktı. Büyük bir rağbet oldu. Bu da çok dikkat çekti. O sırada YÖK Başkanı Mehmet Sağlam'dı. Aleyhimize bir kampanya başladı. Yalçın Pekşen, ‘‘çocukları kandırıyorsunuz bu korsan üniversiteyle’’ mealinde yazılar yazdı. Korsan üniversite lafı çok tuttu. Biz de çok beğendik doğrusu. YÖK de beğendi. Hemen bir dava açıldı, ben ve ortaklarım -suç aletlerimiz olan bilgisayar, kitap ve tükenmez kalemlerle yakalandık- üniversite kurmaya teşebbüsten Ağır Ceza'da yargılandık.
Öyle bir madde yok ki ceza yasasında?
- Tabii yok, zaten o yüzden beraat ettik. Tatsız oldu, ama bugün sicilimle gurur duyuyorum.
Böylece üniversite kurmaya tam teşebbüs ettiniz!
- Evet. Bu konuda Mehmet Sağlam'ın payı büyük. Biraz azar işittim ama doğru yola girdik. YÖK sisteminin içine girmek istemiyorduk aslında ve bugünkü gibi iddialı bir kurum düşünmemiştik. Kanunun çıkması için iki yıl uğraştık. Alo Bilgi'den sonra 900'lü hatlar furyası olmuştu, yine bizden sonra da vakıf üniversiteleri furyası başladı. Türkiyede ilk defa internet aracılığıyla MBA (İşletme Yüksek Lisans) programı başlattık. Şimdilik bu konuda tekiz. Şimdi de bazı lisans bölümlerini on-line ve TV destekli yapmak için çalışmalarımız sürüyor. Türkiye'nin her yerinden insanların yararlanacağı bir eğitim hizmeti planlıyoruz.
Bilgi'nin farkı ne diğerlerinden?
- Her şeyden önce kuruluşu farklı. Devlet eliyle ya da büyük sermaye veya özel okulculuk geleneğiyle kurulmadı. Gerçekten ‘‘üniversite’’yi her zerresiyle yaşayan insanlar, düşünerek, geçmişten ders alarak tasarladılar. Bir Amerikan ya da Avrupa sistemi örnek alınarak oluşturulmadı. Bilgi, Türkiyeli bir üniversite, alla Turca yani. Uluslararası arenada varolma yarışındayız. 26 ülkeden öğrencimiz var. London School of Economics programımızdan mezun bir öğrencimiz geçen yıl ‘‘dünyanın en başarılı öğrencisi’’ seçildi. Asıl mesele, kimseyi taklit etmiyoruz.
900’lü hatları unutmak istiyorum Türkiye'de bir boşluğu yakalayarak 900'lü hatların babası oldunuz. Neydi tam olarak başlattığınız?
- Telefonda bilgi verdik diyelim, bilgi de denemez ya, enformasyon ya da hafif bilgi. Bir kısmı gerçekten faydalı bilgilerdi: Hukuk, sağlık konusunda, pratik bilgiler. Sonra halkın eğilimi doğrultusunda yarışmalara, oyunlara ve Türk milletinin en ciddiye aldığı konu olan astrolojiye ağırlık verdik. Doğrusu bir amaç güderek değil, tesadüfler sonucu bu işin içinde buldum kendimi. Bir nevi kader kurbanıyım. Sonuç olarak bir işti ve para kazanmak için en iyisini yapmaya çalıştık. Ve bu kazanma süreci insanın hayal sınırlarını zorlayıcı bir hızda başladı ve aynı hızda bitti. Allahtan bitti. Tadını kaçırmadan 1993 sonunda şirketi kapattık. Sadece 2-3 yıl. Geriye baktığımda bunları unutmak istiyorum, işin içeriği benim ideallerim açısından pek gurur verici değildi doğrusu.
Bir de şu meşhur ‘‘seks hatları’’na geçiş var...
- Hemen savunmaya geçeyim. ‘‘seks hatları’’na geçiş olmadı, ısrarla bundan kaçınıyorduk, Şu anda Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni olan Mehmet Yılmaz o zaman Penthouse dergisini çıkarıyordu. Bana dergiyle bağlantılı olarak, -kabahatimizi örtmez ya, erotik diyelim - ‘‘hafifmeşrep’’ hatlar yapmak konusunda çok ısrar etti. Direndim, ‘‘başımız derde girecek’’ dedim ama rakipler zaten böyle işler yapıyorlardı ve iş elden gidebilirdi. Nihayetinde, bir aylık Penthouse macerasından sonra Alo Bilgi kapatıldı. Ama bu arada Mehmet Yılmaz beni zengin de etti! Şirket iki ay kadar kapatılınca İngiliz ortaklar panik oldular. Şirketi satalım, dediler. Ben yüzde 30 ortaktım ve şirketin tamamını aldım. Hatlar tekrar açıldı, ama eskisi kadar iyi olmadı. Birbuçuk yıl uzatmaları oynadık, tasfiye ettik.
Dakikası şu kadar şu kadar yazar ya ilanlarda, onun ne kadarını siz kazanıyordunuz?
- Şu kadarı! (İşaret parmağı ile baş parmağı arasında bir santim var) Başta PTT yüzde 50 alıyordu, bu sonra 70'e çıktı. Biz payımızı yüzde 50-50 TV'ler, gazeteler, dergilerle ve sanatçılarla paylaşıyorduk; kısa sürede medyanın payı da yüzde 90'lara çıktı. En az payı biz alıyorduk yani. Korhan Abay'ın bir yarışma programı vardı, Abay oradan kazandığı parayla uçak aldı. Israrlarına rağmen hiç binmedim, neme lazım bir telefonzedenin bedduasına kurban gitmek istemedim.
Herkes kazandı ben kazanmadım demiyorsunuz herhalde?
- Elbette ben de çok kazandım. Evim barkım, kenarda üç beş kuruşum oldu. Yine de sanıldığı kadar değil. Şunu tekrar söyleyeyim; ben iş adamı değildim, şimdi de değilim. Öğretim üyesi olmak istiyordum. İktisat Fakültesi'ndeki asistanlık sınavını kazanamadım. Benim yerime giren arkadaşım şimdi ‘‘iyi ki kazanamamışsın’’ diyor. Belki de öyle.
SAHİP OLMA DUYGUM YOKBilgi Üniversitesi İstanbul'un Taksim, Kuştepe ve Dolapdere semtlerinde konuşlanıyor. Burası da Dolapdere Kampusü'nün insana enerji veren kırmızı koridorları. Dersler sürerken, Oğuz Özerden ellerini pantolonunun cebine sokup bu koridorlarda geziniyor. Kimse de bu Mütevelli Heyeti Başkanı'nı idare ettiği okulun öğrencilerinden ayıramıyor. O da zaten şöyle anlatıyor kendisini: ‘‘Benim hayatta maddi beklentilerim çok yüksek değil. Sahip olma duygularım pek gelişmemiş galiba. Satın almaktan çok, var olmaya, gezip tozmaya önem veriyorum. Bunu yapacak imkanım da var.’’