Güncelleme Tarihi:
ÇEKİRDEK AİLEYE EVRİLİYORUZ
- Türkiye’deki aile yapısı ülkenin sosyo-ekonomik gelişimine paralel bir değişimden geçiyor mu?
Türkiye II. Dünya Savaşı sonrasında yüzde 25’i kentli, 75’i kırda yaşayan bir ülke. 2013 verileriyle neredeyse yüzde 80 civarı kentte, yüzde 20 civarı kırda yaşayan bir ülke haline geldi. Bununla birlikte 1940’lardan itibaren endüstri üretiminin GSMH içindeki payı arttı, tarımın payı azaldı. Tarım ekonomisinden endüstri ve hizmet ağırlıklı bir ekonomiye doğru değişiyoruz. Kırsal ve tarım toplumundan kentsel bir topluma doğru değişiyoruz. Aile bu gelişmelere gayet başarılı bir şekilde adapte oluyor. Geniş aileden çekirdek aileye doğru evriliyor.
Şu anda norm olarak büyük çoğunluğun gözünde anne-baba ve çocuk. Bir önceki kuşak bu manzaranın içinden yavaş yavaş çıkmış durumda. O kadar çıkmış durumda ki çoğunluk eskiden geniş aile içinde bakımları yapılan yaşlı ve muhtaç aile bireylerinin bakımını devletin üstlenmesi gerektiğini önermeye başladı. 1940’lardan itibaren İngiltere’de, Amerika’da,
Batı Avrupa’da görülen sosyal refah devleti olgusuna yol açan talepler Türkiye’de de çıkmış durumda.
DİŞİ KUŞ ROLÜNE KADININ İTİRAZI YOK
- Kentli yaşamın değiştiremedikleri neler?
Geleneksel olarak kır toplumuna ve geniş aileye özgü bir takım değerler de hâlâ varlığını devam ettiriyor. Bunlar özellikle toplumsal cinsiyet rolleriyle ilgili. Erkek hâlâ ailenin hane dışında kazanç getiren işleriyle uğraşan ve aileyi mali olarak ayakta tutan birey. Kadın ise ailede özellikle çocukların yetiştirilmesinde tek başına önemli rol oynayan, aileyi ve evi eski tabirle dişi kuş olarak götürmesi beklenen bir rolü oynaması ideal olarak bekleniyor. Ama öbür yandan, kent toplumunda bu rolleri bu şekilde oynamaya devam ederek çekirdek aileyi sürdürebilmek zor. Bir tek kişinin kazancına dayanan bir çekirdek aile ekonomisi zorda. Kadından aynı zamanda erkek gibi hane gelirine katkıda bulunması da çoğunluğun beklentileri arasına yerleşmiş durumda.
- Evden çıkmayan, sadece ev işi yapıp çocuk doğuran kadın nasıl para getirecek?
Bir ev içinde çalışarak olabilir. Bazı meslek gruplarında bu mümkün. Ama bir fabrikada çalışıyorsanız, mavi yakalı işçiyseniz bu çok zor. Kadınların büyük çoğunluğunun eğitim düzeyi düşük, dolayısıyla da büyük çoğunluğu vasıfsız işçi olarak tabir edebileceğimiz alanlarda çalışmak durumunda. Evde kalarak çalışmak zor gibi gözüküyor.
- Raporda dikkatimi çeken ‘Son çocuk da okula gittikten sonra kadın yine de evde kalsın’ diyenlerin oranı yüzde 37.
Bunun arkasında muhtemelen kırsal toplumdaki kadının yerinin ev olduğu konusundaki algı var. Tabii bu muhafazakârlıkla, özellikle de taassup düzeyindeki dini yorumlarla da örtüşüyor. Buna dayanan, Türkiye’de olmayan ama dünyada gördüğümüz kadının evin dışına çıkmaması, eğitim dahi almaması gerektiğini öneren dini akımlar söz konusu. Hepsini buna indirmek yanlış olur. Ama geleneksel olarak kadından beklenen ev kadını olmak ve sadece evin içinde bulunma beklentisi büyük rol oynuyor. Bir de kadınların çoğunun vasıfsız işçi olması kariyer yapmayı zorlaştırıyor.
- Burada daha sorunlu olan kadınların da evde kalmayı onaylayan yüzde içinde yer alması değil mi?
Tabii tabii, kadınların kendi beklentisi de öyle. Daha fazla çalışmak ya da daha fazla mali bağımsızlık istedikleri yönünde bir görüntü elde etmedik.
AK Parti ideolojisi totaliter izler taşımaya başladı
TOPLUMUN YÜZDE 72’Sİ EVLENMEDEN BİRLİKTE YAŞAMAYA KARŞI
- Evlilik kurumunun gerekliliği konusunda da önemli ölçüde hemfikir Türkiye toplumu.
Sosyolog Samuel Stouffer’ın 1937’de yayımlanan ilginç bir araştırması vardır. Amerika’da o tarihte zorunlu evliliklerde artış olup olmadığına bakmaya çalışmıştır. Kadın-erkek ilişkileri doğal aile ortamları içinde artık devam ettirilemiyor, işsizlik yaygın. Kadın hamile kalıyor, dolayısıyla evlenmek zorunda kalıyorlar. Bunlarda bir sıçrama olduğunu saptamıştır. Bu ailenin çözülmesi anlamına geliyor. Resmi evlilik bağı olmadan insanların bir arada yaşaması gibi bir eğilime itiyor. Bizde böyle bir görüntü olmadığı gibi böyle bir beklenti de yok. Bir arada yaşama konusundaki veriler de öyle çok hoşgörülü olduğumuzu gösterebilecek nitelikte değil.
- Kadın-erkek birlikteliği için devlet onayını kesinlikle tercih eden bir tablo bu.
Evet, kadın-erkek birlikteliği medeni nikâhlı olacak. Özellikle çocuk olacaksa evlenmek şart diyen çok büyük bir kitle söz konusu. Çiftlerin evlenme niyeti olmasa da birlikte yaşamalarını kabul edilebilir bulmayanların oranı yüzde 72.
KENDİ HAYATINI DÜZENLEME YETKİSİ YOKSA NASIL OY VERECEK
- Başbakan Erdoğan’ın söylemlerinin toplumdaki bu yaygın kanaatlerden beslendiğini söyleyebiliriz herhalde. Eğer toplumsal realite de zaten buysa Başbakan’ın bunu dile getiriyor olmasının sakıncası nedir?
Sakıncası şurada; bizim toplumumuzda böyle bir yaşantının kabul görmemesi bu şekilde bir yaşamı olanları yasaklamak anlamına gelmemeli. O adım artık bu verilerle açıklanabilecek bir adım değil. Ondan sonra yapacağınız şey ideolojik siyasal tercih. Burada iki tane 18 yaşını geçmiş, reşit olarak kabul edilen insan var. Reşit insanlar oy veriyor, vergi veriyor. Erkekse askerlik yapıyor, hayatını veriyor. Bu insanların bütün bu kararları kendi başlarına doğru düzgün alabileceklerini kabul ediyorsunuz. Ama iki reşit insan olarak seçtikleri hayat biçimini hükümet olarak düzenleme hakkının kendinizde olduğunu varsayıyorsunuz. Bu insanlar kendi hayatlarını düzenleme yetki ve yeteneğine sahip değiller ise bizim hayatımızı düzenleme yetenek ve yetkisine nasıl sahip olabiliyorlar oy vererek veya askere giderek? Burada bir çelişki var.
ORWELLIAN BİR DÜNYA ÖNERİYORLAR
- Bu tartışmanın kamusal alanla ve toplumsal değerlerle kesişen hiçbir boyutu yok mu sizce?
Burada gireceğiniz alan bireylerin son derece özel, mahrem hayatıdır. Eğer bu hayata devlet girecekse, sivil toplum dediğiniz şeyi yok edecek demektir. Sivil toplumun olmadığı bir toplum totaliter bir toplumdur. Bunu en iyi 1984 adlı romanında George Orwell ifade etmiştir. Orwellian bir dünya öneriyorlar bize. Bu popüler de olabilir. Ama demokratik olmaz çünkü sivil toplumun olmadığı yerde demokrasi yapabilmeniz mümkün değil. Sivil toplumun olmadığı yerde özgürlük de olmaz. Evin içine girip evin içini düzenleme fikri totaliter ve sivil toplumu ortadan kaldıracak bir fikirdir. O nedenle de buradaki tercih halkın beklentilerine uyumlu uyumsuz argümanının anlam taşımadığı bir noktaya bizi götürüyor. Seçmenin de onayıyla Türkiye’nin totaliter bir toplum olması isteniyor mu, istenmiyor mu diye sormamız gereken bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.
KOMŞU BEĞENMİYORSA KENDİ GİDER
- Bunun siyasal ideolojik bir tercih olduğunu da söylediniz. Bu tercihin ne sonuçları olabilir?
İnsanlar eğer bu konuda herhangi bir şekilde olumsuz düşünüyorlarsa bu tür yaşantı içinde olanları dışlayabilirler.
- Nitekim Başbakan’ın komşulardan ihbarların geldiğini ve bunun üzerine harekete geçtiklerini savunan bir söylemi de oldu.
Komşuların ihbarları gerçek midir, değil midir, sayısı nedir bunları bilmiyoruz. Komşu istemiyor diye ben hayat tarzımı değiştiremem, kusura bakmasın. Komşu kendi hayat tarzını değiştirsin beğenmiyorsa. Anne-baba bunu tasvip etmiyorlarsa mali yardımı kesebilir, mirasından reddedebilir. Sivil toplumun güçlü olduğu demokrasilerde iki reşit insan birbirleriyle ilişkilerinin nasıl olacağına kendi özgür rızalarıyla karar verir. Bu alana hiçbir şekilde devletin burnunu sokmaması gerekir. Özgürlüklerin başladığı nokta budur. Bu yoksa özgürlük de yok demektir. Bu sivil bir olay, siyasi bir olay değil, devleti ilgilendiren bir tarafı yok bu işin.
DEMOKRASİLERDE BÖYLE ŞEY OLMAZ
- Bu kadar devlet vurgulu söylemler AK Parti’nin kendi siyasal yolculuğunda nasıl bir yere geldiğini gösteriyor?
Buradaki problem şu; insanların, devletin herhangi bir şekilde müdahale etmeyeceği bir özel hayatı olamayacağını varsayıyorsunuz. Bunu varsaydığınız noktadan itibaren sivil toplum diye bir şey olamaz. Sivil toplum insanların özel ve kendilerine özge hayatları içinde ortaya çıkan bir şeydir. Eğer bu özgürlük yoksa sivil toplum da yoktur. Adalet ve Kalkınma Partisi ideolojisi totaliter izler taşımaya başlıyor bu noktadan itibaren. Başbakan’ın danışmanı başta ‘Evlere girip nasıl kontrol edeceksiniz böyle saçma şey olur mu’ dedi. Ertesi gün Başbakan ‘Kontrol edeceğiz, valiler müdahale edecek’ dedi.
- Hangi gerekçeyle müdahale edebilir bir vali?
Eğer bir demokrasiyseniz insanların evine müdahale edip onların özel hayatlarını denetleme teşebbüsünde bulunmazsınız. Böyle bir şey olamaz.
SİVİL TOPLUMUN YOK EDİLMESİ TEHLİKESİ
- Bugün dünyada bu tür uygulamaları olan hangi devletleri örnek verebilirsiniz?
Stalin’in Rusya’sı. Bugünün dünyasında Kuzey Kore, bir miktar Küba. Bunların hiçbiri demokrasi değil. Bunların hiçbirinde sivil toplum da yok.
- Verdiğiniz örneklerin hiçbiri Müslüman ülke değil.
Hayır değil. Suudi Arabistan’da mesela bu kadar ayrıntıyla ilgili bir çalışma yapılıyor mu ondan emin değilim. Ama sonuç itibarıyla böyle bir eğilim yavaş yavaş, teknolojideki değişimle birlikte, insanların telefonlarını ve ev içindeki konuşmalarını daha rahat dinleme mümkün. Bunların hepsi sorunlu alanlar, kişilerin özel hayatlarını, mahremini, bireysel özgürlüklerini tehdit eden unsurlar. Bunlarla tehdit etmeye başladığınız andan itibaren sivil toplumu küçültüyorsunuz ve bir noktada yok ediyorsunuz. Sadece devletten ibaret bir yapıya totaliter bir siyasal sistem diyoruz.
1555 denekle araştırma
ERSİN Kalaycıoğlu ile Ali Çarkoğlu’nun imzasını taşıyan araştırma 59 ilde 1555 denekle yapılan yüz yüze görüşmelerle 2013 Şubat-Nisan ayları arasında tamamlandı. Dünyada 48 ülkede yapılan araştırmaya Türkiye ilk kez dahil edildi. Diğer ülkelere 2002 yılında sorulan soruların aynısı Türkiye’de soruldu. Veriler, Köln’de Zacat arşivinde toplanıyor Türkiye verileri ile diğer ülkelerinkinin arşivlenmesi tamamlanınca tahminen
2014 başında karşılaştırmalı analiz imkânı doğacak.
Çağdaş solun karşılığı bizde yok
- Sizin araştırmanın önemli bir verisi de eşcinsel beraberlikler ve evliliklerle ilgili. Bu Batı’da bugün sağ ve sol siyaset arasındaki farkı belirleyen temel parametrelerden biri. Türkiye’de bir karşılığı var mı?
Gerek ABD’de gerekse Batı Avrupa’da bugünün dünyasında soldaki partilerle sağdaki partileri ayıran temel unsurlardan bir tanesi cinsel tercihleri farklı olan insanlara özgürlük ve eşitlik tanımak tanımamak üzerinden gidiyor. Obama’nın sağlık reformu dışında yaptığı en önemli reformlardan biri açıkça cinsel tercihinin farklı olduğunu beyan eden kişilerin Amerikan ordusunda asker olarak görev yapabilmesine izin veren yasal değişiklik. Bu o ülkelerde, sol liberal ya da sosyal demokrat olarak görülen pozisyonlarla muhafazakâr pozisyonları ayıran temel özellik. Türkiye’de bunları bir eşitlik ve hak sorunu olarak gören yüzde 5 gibi bir oran var. Yüzde 95 böyle görmüyor. Dolayısıyla Avrupa ve Kuzey Amerika’nın çağdaş solunun Türkiye’de bir yansıması yok. Bizde çok farklı, aykırı olan insanlara karşı büyük bir hoşgörüsüzlük var.
- Bu hoşgörüsüzlük en çok hangi alanlarda tezahür ediyor?
Bu çalışmada yok ama komşu sorusuyla soruyoruz bunu genellikle. Komşu olarak istenmeyen kişiler arasında en yüksek gelen uyuşturucu müptelaları ve eşcinseller. Hemen hemen toplumun tamamı ‘İstemem’ diyor. Bu yanıtları dünyada yapılan araştırmalarla karşılaştırdığınızda biz neredeyse dünyanın dışında bir ülke gibi görünüyoruz. Belki Suudi Arabistan gibi birkaç ülkeyle beraber. Kabullenme dünyanın hiçbir yerinde yüzde 100 değil. Ama oranlar 60’a 40 falan. Bizim gibi 95’e 5 değil.
- LGBT bireyleri konusunda toplumsal farkındalık ne noktada peki?
Bu ilginç bir nokta. Biz bu kadar kişinin bu konuda fikir beyan edeceğini düşünmüyorduk. Herkes fikir beyan ediyor ama negatif fikir beyan ediyor. Muhafazakârlık Türkiye’de çok yaygın ve geniş bir alanı kapsıyor. Bizde Fransa’daki gibi aynı cinsten olanların çocuk yetiştirmesi filan kabul etmeyi bir kenara bırakın düşünülecek ya da tartışılacak şeyler değil. O aşamaya gelir mi Türkiye onu da bilmiyorum.
Seçme yaşını 25’e çeksinler o zaman
- 2013 yılında Türkiye’deki üniversite gençliğine baktığınız zaman ailelerin tedirgin olmasını gerektiren eğilimler görüyor musunuz?
Bu insanlar 18 yaşına gelip oy hakkını temin etti mi, artık yetişkin insanlar. Unutmayın, bu gençlere çok tehlikeli bir takım silahlar vermiş durumdayız. Oy verme hakkıyla sadece kendi hayatını değil benim hayatımı da mahvetme hakkını veriyorsunuz. Bu hakkı veriyorsunuz, sonra da ‘Bunlar çocuk, şurada oturur burada oturmaz, şu saatte gelmeli’ diyorsunuz. Kusura bakmayın, o zaman 18 yaşındaki seçme hakkını 25’e alalım o zaman, bütün bu uygulamaları rahatlıkla yapın. Başka türlü olmaz.