Güncelleme Tarihi:
‘Hayat Güzeldir’, İtalyanlar'ın medar-ı iftiharı oyuncu, senarist ve yönetmen Roberto Benigni’ye geçen yıl Cannes'da Jüri Büyük Ödülü'nü kazandırdı. Benigni’nin hem oynayıp hem yönettiği film, toplama kamplarına mizahi bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Roberto Benigni, Fransız Premier dergisinin kendisi ve bu yıl Oscar’a aday olan filmiyle ilgili sorularını yanıtladı...
Amerika'da sizi sık sık Chaplin'le karşılaştırıyorlar... Bu ağır bir yük değil mi?
Benim için ağır değil. Zavallı Chaplin için ağır. Bu heykeltıraşlar için Michelangelo'yla karşılaştırılmak gibi bir şey. Bizim mesleği yapanların prensi o. Komik unsuru aynı zamanda şiirsel, Tanrı'ya yakın bir şey yapan ilk kişi Chaplin. ‘‘Hayat Güzeldir’’, ‘‘Diktatör’’e hiç benzemiyor. Ama filmlerimde saygı göndermeleri yapmaya gayret ederim.
İtalyan basını daha mı az hoşgörülüydü filme karşı?
Hayır, hayır, bu doğru değil. İtalya'da filmle ilgili tepkiler daha çok politikti. Sağ kesim, filmle ilgisi olmayan, tamamen ideolojik şeyler yazdı. Sağcı gazeteciler yalnızca kötü şeyler söylemeyi biliyorlar. Ama İtalyan gazetecilerin çoğunluğu filmi çok sevdi.
Miramax'ın sizi ‘‘En İyi Oyuncu Oscarı’’na hazırladığı söyleniyor...
Bunu sizden öğreniyorum, çok iyi haber bu. Ödüllere bayılırım. İtalya'da o kadar çok verdiler ki! Sinema bir oyundur, ödüller de öyle.
Filminizin adı Capra'nınkiyle aynı...
Filmin adı küçük bir efsane oldu. Senaristim bana Troçki'nin bir kitabını hediye etti. Kitabın sonunda, kendi hayatı üzerine o korkunç şeyleri, işkenceleri filan anlattıktan sonra Troçki ‘‘Hayat Güzel’’ diyordu. Bu çok heyecan verici bir şey. Jean-Luc Godard İtalya'ya gelmiş ve bir gazeteci ona filmimi görüp görmediğimi sormuş. Godard, ‘‘Görmek istemiyorum, çünkü ismi yanlış. Begnini filmine ‘‘Auschwitz'de Hayat Güzeldir' adını vermeliydi’’ demiş. Bu çok Godarvari bir provokasyon.
Filmi yapmadan önce özellikle seyrettiğiniz belli filmler oldu mu?
Toplama kampları üzerine birçok film seyrettim. Hitchcock, Billy Wilder, Lina Wertmuller. Ancak bu filmler gerçek hikâyelerdi ya da belgeseldi. Benim filmim bir masal. İstediğim şey kendimi, Roberto Benigni'yi uç bir noktaya yerleştirmekti. Önce toplama kampında geçen bir aşk hikâyesi düşündüm. Sonra çocuk fikrini buldum ve ‘‘Saflığı, temizliği korumaya çalışmaktan daha basit ve daha yüce ne olabilir?’’ diye düşündüm. Benim görevim sinema için güzel bir öykü kurmaktı. İdeolojik bir şey yapmak ya da soykırımla ilgili bir komedi denemesi yapmak değil. Filmde tarihi yanlışlar da var ama ben tarihçi değilim. Tabii ki insanların duygularını yaralamaktan korkuyordum. Bu yüzden senaryoyu Milano'daki Yahudi topluluğuna gönderdim. Bana çok yardım ettiler, kamplardan kurtulmuş olan insanlar çekimlere geldi. Sonra film Kudüs festivalinde gösterildi. Orada herkes soykırımı yakından tanımıştı. Çok korktum, sürekli terliyordum. Ama film bitince tam yirmi dakika alkışladılar.
Bu soykırıma aynı zamanda gülünebileceği anlamına mı geliyor?
Biliyorsunuz, Henri Bergson'un bir sözü var: ‘‘Gülüyorsanız çıplaksınız’’. Güldüğünde her şeye açıksın. Güldürme gücü öldürme gücü gibi. Güldürebiliyorsan dünyanın hakimisin. Ama soykırım farklı. Benim filmim de zaten bir komedi değil soykırım üzerine bir trajedi. Bir kelebeği betimlerken son derece bayağı olabilirsin. Aynı şekilde Hiroşima'dan ince bir mizahla söz edebilmek çok olağanüstü bir şey. Tabii bunun sınırları var. Ama ‘‘bu konu komedinin alanına girmez’’ demek çok saçma. Fellini'nin dediği gibi, öylesine trajik durumlar vardır ki, ancak bir palyaço ifade edebilir. Bütün mesele şiirsel olabilmekte ve güzelliği yakalamakta. (Premiere’den)