Ödül toplayan yönetmen

Güncelleme Tarihi:

Ödül toplayan yönetmen
Oluşturulma Tarihi: Ocak 14, 2001 00:00

Haberin Devamı

Gösterimdeki Filler Ve Çimen adlı filmi tartışmalara yol açan Derviş Zaim

Tabutta Rövaşata (1996) ve geçen hafta gösterime giren Filler ve Çimen'in yönetmeni Derviş Zaim, sadece bu ilk ve ikinci filmleriyle, yurt içi ve dışında ‘‘En İyi’’leri toparlamayı başardı. Yine de bilinen, popüler bir sinema adamı değil. Hatta, biraz ‘‘dışarıda’’ bir hali var. Bunda, çok uğraşmasına, hatta hiç yapmadığı şeyleri yapıp mesela takım elbiseyle görüşmelere gitmesine rağmen Yeşilçam'da kendisine bir iş bulamamasının etkisi var herhalde. Ya da senaryolarını götürdüğü yapımcılar tarafından bir kez bile aranmamasının. Sonra, mecburen kendi yağıyla kavurduğu ilk filmiyle pek çok ödül almasına rağmen, övgüler kadar karalamalar da kazanması geliyor. Sonuçta o, alabildiğine kalın kaşları, dazlak kafası ve içine kapanık haliyle filmlerini bilsek de pek tanıyamadığımız bir yönetmen haline geliyor. İşte bu yazı onu biraz da olsa onu tanıtmayı amaçlıyor...

Filler ve Çimen'de çimenlerden birini temsil eden sıradan insan Havva'nın bir atlet olması kesinlikle tesadüf değildir. Derviş Zaim, atletizme, gece yarıları internette antrenman programlarına bakacak kadar meraklı ve Kıbrıs'ta 80'lerin birincilik kazanmış maraton koşucusudur. Ama hayat onu üniversite için İstanbul'a yollarken kaderine büyük bir sporcu olmayı yazmaz. Çünkü o sinema virüsü kapmıştır. Dolayısıyla Zaim, kafasındaki atleti, çok yıllar öncesinden getirir sinemasına.

Farklı bir çocukluktur onunki. Polis Mustafa Zaimağaoğlu ve adliye memuru Ruhsar Hanım'ın ilk oğlu olarak 1964'te Kıbrıs'ta doğar. Doğduğu kent, bugün Güney Kıbrıs'ta kalan Limasol, doğmak için sinyaller gönderdiği zaman ise çatışmalar zamanıdır. Büyümeye çalıştığı yıllar ise daha çok ateşkeslerle, yumuşamalarla, görüşmelerle geçer. Ama havada hep bir gerginlik kokusu vardır. Rumlar'a göre Türkler, Türkler'e göre Rumlar kötüdür. Ama seyrek de olsa görüşülen Rum komşuların çocukları, kendileri gibi iki kollu, iki bacaklıdır; üstelik saklambaç bile oynayabilirler. Bu gel gitler arasında 20 Temmuz 1974 sabahı gelir. Babaannesi onu uyandırdıktan yarım saat sonra çatışmalar başlar. Henüz on yaşındadır.

LİMASOL'A SON BAKIŞ

Sonrası; evden eve, duvardan duvara atlamalar, sığındıkları hastane avlusunda Rum ve Yunan askerlerinin erkeklerle kadınları ayırması, erkeklerin kamyonlara doldurulup bilinmeyen bir yere götürülmesi, ertesi gün eve dönüş ve yorgunluktan hayatındaki en iyi uykuyu uyuması. Dedesinin rezervuara sakladığı radyodan gelişmeleri dinlerler. Tedirginlik epeyce sürer, çünkü Rum askerler çat kapı gelip evi ararlar. Baba esir kampında, tüm kadınlar biraradadır; gündüz giyilen elbiseyle bölük pörçük uykular uyunur.

Bu arada Kuzey'e kaçma planları da yapılmaz değil. Bir keresinde annesi iki oğlunu alıp, Larnaka'dan gemiye binmeye çalışır. ‘‘Dinimiz icabı hacca gideceğiz’’ der. Amacı gemiyle Lübnan'a gitmek, oradan İskenderun'a geçerek Kuzey Kıbrıs'a dönmektir. Ama olmaz. Bir seferinde kamptan Kuzey'e gönderilen babası birilerini yollar (Çünkü o sırada Türk-Rum ortak yapımı, yetişkin, çocuk, bavul kaçırma piyasası vardır, ücreti karşılığı). Adamlar onları bir eve bırakıp, bir arabanın gelip kendilerini alacağını söyler. Ancak araba yerine Rum polisi gelir. Ancak üçüncü deneme başarılı olur; bir Mercedes'in arkasında dağ yollarından Kuzey'e giderken, şoför bir yamaçta duracak, iki kardeşi dışarı çıkarıp ‘‘Doğduğunuz kente son bir kez bakın, onu bir daha göremeyeceksiniz’’ diyecek ve haklı çıkacaktır.

Edebiyat merakı, ilk yazma denemeleri lise yıllarında başlayan Zaim'in aklının yarısı, İstanbul'da Boğaziçi İşletme'ye girdiğinde sinemadadır. Kalan yarısını da hocası Üstün Barışta'nın zaman zaman davet ettiği setlerde sinemaya terkeder. Kendi senaryolarını yazmaya; video kamerayla film çekmeye başlar. Dener, yanılır; sorar soruşturur; hata yapma lüksü olur. Şans mı şanssızlık mı bilemez ama Yeşilçam'da bir iş bulmayı başaramaz. Yaz tatillerinde Kıbrıs'ta televizyonda stajlar yapar, bir iki belgesel de çeker.

Mezun olduktan sonra İngiliz Hükümeti'nden aldığı bursla, Warwick Üniversitesi'nde sinema dalında master yapar. Aldığı kurslardan biri de ‘‘Eşek ölüsü fiyatına nasıl film çekersiniz?’’ üzerinedir, bu kurs sonraları çok işine yarar. Dönüşte, yani '90'ların başlarında artık senaryolarını koltuğuna alıp yapımcıların karşısına çıkabilecek durumda hisseder kendini ama yapımcılar hiç oralı olmaz. Bu arada İstanbul Belediyesi'nin kurduğu kanalda çalışır, antrenman yapmaya devam eder. TRT için çekilen bir arkeoloji belgeselinde metin yazarlığı yapar. Araya bir de roman sıkıştırır; sırtında çantası, küçük defterleri ve sayısız kurşun kalemiyle kafelerde, yurtlarda, kantinlerde yazdığı romanı Ares Harikalar Diyarı'nda, Yunus Nadi Roman Ödülü'nü alır.

BİRDEN ORTAYA ÇIKAR

Sonra... Evet, kimsenin asistanı olmadan, birkaç filmin kamera arkasında pişmeden, ilk filmiyle ortaya çıkıverir, tek başına. Sağdan soldan borç alarak. Mahalleliyi figüran yaparak, teçhizatı kahveye bırakıp, çay kahvede indirim yaptırarak. Tuncel Kurtiz kapıdan kovdukça bacadan girerek. Sonuçta Kurtiz ve sinemaya kazandırdığı Ahmet Uğurlu, hiç para almadan oynayacaktır filminde. Onun tabirine göre, film bir çığ gibi büyüyecek, herkes bir ucundan tutacaktır. Ve film çıkınca, şaşırılacaktır.

Hele Antalya'da en iyi film, erkek oyuncu, senaryo ve kurguyu alınca şaşırmalar artacak, kimi söylentiler yayılacaktır. Çiçek Bar'da ‘‘ikinci filmini çeksin göreceğiz’’ diyenler olacaktır. Ama ikinci filmini de çeker ve yine ödüller gelir: En iyi 3. film, en iyi kadın, en iyi yardımcı erkek, en iyi kurgu, en iyi sanat yönetmeni...

Bugün hala ‘‘dışarıda’’; ama önemsemiyor. Türkiye'de insanların baştan kabul edilmediğini, sonra pohpohlanmaya başlandığını, bunun da daha iyi yere vurmak için olduğunu düşünüyor. Ve bu mekanizmaya kapılmamamak için elinden geleni yapacağını söylüyor. Yeni projesi mi? Ancak şu kadarı söylenebilir ki, çocukluğuna dair bir film. Hayatta Bir Yönetmen Olarak Amacı ise ‘‘İstediği filmleri istediği gibi çekebilecek konuma gelmek, ama yine çok düşük bir maliyetle, ama büyük prodüksiyonlarla...’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!