o ülke benim… kamuoyuna duyurulur! paris belediyesi

Güncelleme Tarihi:

o ülke benim… kamuoyuna duyurulur paris belediyesi
OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 09, 2001 00:00

o ülke benim… kamuoyuna duyurulur! paris belediyesi ermeni katliamı için bir anıt dikme hazırlığında ÅŸu sıralar. türkiye'nin zamanında gerekenleri yapamadığı, aradan geçen onlarca yılda unutmaya aldığı konu ÅŸimdi üzerimize üzerimize gelmeye baÅŸladı. ortada dolaÅŸan birtakım gerçekler, yıllar boyunca halının altına süpürülerek yokmuÅŸ gibi gösterilmeye, kendimizi kandırmamıza yetti. konunun hep tarihçilerin iÅŸi olduÄŸu söylenip duruldu, ne var ki, tarihçilerin çalışması için uygun ÅŸartlar saÄŸlanmadığı gibi, resmi bir tarih oluÅŸturma çabası ile de kimi zaman kendimizi kandırmaya yetecek kadar deliller bile topladık. yıllar yılı, daha ilkokul çaÄŸlarından bu yana, yunanları izmir'de denize döküp durduk. türk'ün türk'ten baÅŸka dostu yoktu. dört yanımız düşmanlarla doluydu ve en iyi savunma birlik ve beraberliÄŸimizi sürekli olarak canlı tutabilmekte gizliydi. 'özgür köleler ne ister' baÅŸlıklı yazımda bir halkın nefretini yönlendirmek için sürekli olarak nefretin odaklanacağı nesnelerin yapay da olsa bulunduÄŸunu yazmıştım. yunanistan, yıllar boyunca bizim nefretimizi yönlendireceÄŸiniz bir nesne oldu; böyle istendi. aynı durum yunanistan' ın bizim için hissettiklerinde de geçerli elbette. hal böyle olunca, istemeden de olsa yunanistan' la birbirimize ne büyük iyilikler yaptığımız da kendiliÄŸinden çıkıyor ortaya. diÄŸer büyük bir tehlike ise sovyetler birliÄŸi idi. bağımsız cumhuriyetlerle birlikte bu tehlike kendiliÄŸinden ortadan kalkınca, birdenbire o bölge içinde ne kadar da çok dost ve kadrdeÅŸlerimizin olduÄŸunu anımsayıverdik. güney ve ortadoÄŸu, asıl büyük tehlikeleri içermesine raÄŸmen çok da fazla getirilmedi gündeme. toplu psikoz vakalarının, bunalımların ve çaresizliklerin yaÅŸanmasını önlemek için nefretin odaklanacağı bir nesne hep vardı kısacası. birtakım siyasi geliÅŸmeler ve batının baskısı ile hemen 'deprem' gibi yapay bir bahane bulunarak, iki halkın ortak bir kaderi olduÄŸunu yıllar sonra bile olsa anlayabildik; yunanistan ÅŸimdilik o kadar da korkulacak bir düşman deÄŸildi. sırada italya vardı artık. italya'dan ithal ettiÄŸimiz bütün gıda maddelerini semt pazarında ayaklar altında çiÄŸneyebilir, bunu da bütün televizyon kanallarımızda ilk haber yapabilirdik. fatih terim' in italya' da çalışmaya baÅŸlaması ile birlikte bizim onları, onların da bizi aslında ne kadar çok sevdiÄŸimizi / sevdiklerini anlamakta gecikmedik. 'insan hafızası unutmakla gerçektir' ya, çabuk unuttuk herÅŸeyi. üstelik, türkiyenin en büyük cep telefonu ihalesini de özür mahiyetinde italyanlara verdik. ardından fransa geldi; alcatel cep telefonlarımızı üzerine benzin döküp yakmakta hiç geç kalmadık yine. geleneksel tahta kaşıklarımızla yemeye alıştığımız ve tam da türk damak zevkine hitap eden danone yoÄŸurtlarını bir çırpıda sokaklara dökmek de zor olmadı bizim için. çok yakında, belki zidan' ın fenerbahçeye transferi, belki fransa'ya göndereceÄŸimiz bir futbolcu ile bütün bu olanlar, iptal edilen ihaleler de unutulacak ve biz bir yandan yeni uydu projemizi fransa' ya verirken, döktüğümüz yoÄŸurtlar, yaktığımız cep telefonları, yasakladığımız fransızca, çiÄŸnediÄŸimiz gıdalarla kalakalacağız. nasılsa unutacağız hepsini. garip bir milliyetçilik anlayışımız var; türklerin her zaman en iyi oldukları, kimseye ve hiç yanlış yapmadıkları, tarih boyunca hep adalet dağıttıkları, kendimizden baÅŸka hiç dostumuz olmadığı gibi tabularımız var. bu düşüncelerin karşısına çıkabilecek küçücük bir karşı fikirde bile, kendi kabuÄŸumuza daha da çekiliyor, böyle düşünmekte ne kadar haklı olduÄŸumuzu anımsıyor, bu sürecin doÄŸal bir sonucu olarak da içimizde oluÅŸacak nefreti dağıtmanın yollarını arıyoruz. aslında önce de belirttiÄŸim gibi bu yoların ne oldukları da son derece açık. nefret nesnelerimizi hep canlı tutmak, kaybolanın yerine yenisini koymak, farkında olmasak da durduÄŸumuz yerde hep durmamıza neden oluyor. ermeni soykırımı tasarısı, kimi konularda geç kalmışlığımızın yüzümüze vurduÄŸu bir ÅŸamardı. bu ÅŸamar bizi kendimize getirecek mi bilmiyorum ama, birtakım konularda düşünmeye baÅŸlamak için de daha fazla gecikemeyeceÄŸimizin farkındayım. osmanlı döneminde yapılan birtakım yanlışlar (konu hakkında ÅŸu ya da bu ÅŸekilde olmuÅŸtur gibi bir yorum yapmıyorum. sorunum, anlatmak istediÄŸim de o deÄŸil. konu üzerinden, yıllardır yapılan, bundan sonra da yapılabilecek ve düşünce sisteminde ortaya çıkan yanlışları eleÅŸtiriyorum daha çok. hem bir savaşın suçlu ya da suçsuzu, kazananı ya da kaybedeni de yoktur deÄŸil mi?) elbette, türkiye cumhuriyeti devleti'ni baÄŸlamamalı. ne var ki, yıllardır gurur duyduÄŸumuz geçmiÅŸimiz ve kusursuz atalarımıza bir gölge düşmesi korkutuyor bizi. eÄŸitim sistemimiz, birey olma (olamama) alışkanlığımız da bunu gerektiriyor. levent göktem' in agora' da çıkan bir yazıya yanıt niteliÄŸi taşıyan ve 'osmanlı' konusunu iÅŸleyen yazısını okurken, bütün bunları düşünmeme, göktem' in ne kadar doÄŸru ÅŸeyler yazdığını bilmeme karşın, çok tipik bir düşünce olarak geçici bir süre için bile olsa yazıyı sert sir uslupta yazılmış bulabiliyorsam, düşünce sistemimizde ne gibi tabular yarattığımızı sadece kendimden yola çıkarak görebilmem mümkün oluyor. gerçekler korkutuyor bizi. çünkü biz ne olduÄŸumuzu kendimize bile tam olarak anlatabilmiÅŸ deÄŸiliz daha. fransa' nın aldığı karar fransızca öğreniyor olmamı etkilemeyecek. (aklıma geldi, ÅŸu sıralar tam da zamanı, bir 'fransızca unutma kursu' nasıl gider?) sevdiÄŸim fransız yazar ve ÅŸairlerini okumaya, fransız sinemasını izlemeye de devam edeceÄŸim. hangi tencerenin dibi daha kara türünden, sen ÅŸunları, diÄŸeri de bunları yapmıştı gibi karşı savunmalar kiÅŸisel olarak beni ilgilendirmeyecek. netteki e-mail zincirlerine katılmayacak, ambargodan bizim ya da fransa' nın ne kadar zarar göreceÄŸi konusunda kafa yormayacağım. çünkü bütün bunlar tabularımızı onaylamaktan öteye geçmeyecek. olayı daha da çıkmaza sokabilecek ayrıntılar olarak kalacaklar. chat' teki fransız arkadaşımla hala konuÅŸuyorum ve arkadaşız. batı'nın bize yanlış gelen davranışlarını ve eleÅŸtirilerini bir kenara bırakalım, düşünce sistemimize onlardan katacağımız çok ÅŸey var. çünkü onlar, sinema filmlerinde kendi baÅŸkanlarıyla dalga geçebiliyor, yaptıkları savaÅŸları eleÅŸtiren yüzlerce film yapabiliyor, devlet baÅŸkanları halkın karşısına çıkarak hatasını kabul edip onlardan özür diliyor hatta istifa edebiliyor, kamuoyunda yaygın olan görüşün aksine bütün bir tarihlerini halkın önüne serebiliyor. biz, tarihi bilgimizi nefret odaklanması yaÅŸayan ders kitaplarından, yakın bir geçmiÅŸe kadar atatürk'ün yüzünün bile gösterilmediÄŸi kahramanlık filmlerinden, devlet'in büyüklerinden, en çok da medyadan 'hazır' olarak alıyoruz. 1915 yılından bu yana geçen ve uzun sayılabilecek bir sürede, ermeni soykırımı iddiaları pek çok kez gündeme gelmesine karşın, belki bir satranç ustalığı gerektiren hamleler yapılmakta geç kalındı. müzelerde ermenilerin öldürdüğü türklere ait iskeletleri sergiledik belki ama madolyonun öbür yüzünü, ölen ermeniler için de bir anıt dikmeyi ya da böyle bir gerçeÄŸin var olduÄŸunu / olabileceÄŸini kabul etmeyi hep unuttuk. yazının başında sözünü ettiÄŸim ÅŸamar iÅŸte bu noktada indi yüzümüze. bir bakanımız aşık oldu, bilirsiniz. medyada, bakanın adı saklı olarak açıklandı ilk gün bu haber. (ihtimal, ikinci gün kimliÄŸi açıklanacak, üçüncü gün eÅŸi ya da sevgilisi görüntülenecek, eÅŸinin periÅŸanlığı ve çocuklarının ortada kalmışlığı, sevgilinin yuva yıkıcılığı anlatılacak, sonrası günlerde ise, bir bakanın aşık olup olmama hakkı ve ailevi deÄŸerlere verdiÄŸimiz önem sorgulanacaktı. her biri haber proÄŸramlarının reytingi için gerekli aÅŸamalardı bunlar!) ne oldu ikinci gün? sayın bakan haberde çıkan kiÅŸinin kendisi olduÄŸunu açıklayıverdi. üstelik olması hiç beklenmezken, özel hayatına iliÅŸkin kimi notlarla. kamuoyu daha temkinli yaklaÅŸtı bu kez. bakanın yaÅŸadıkları, hepimizin yaÅŸadığı, yaÅŸayacağı ya da hiç uzağında olmadığımız olaylarla aynıydı. konu kapanıp giderken, bir kaç kiÅŸi de gereksiz yere yıpranmaktan kurtuldu. bakan ikinci hamlede olayı bitirivermiÅŸti; oyun berabere kaldı. ** not: ilginizi çeker mi bilmiyorum, bu günlerde şöyle bir fıkra dolaşıma girdi; iki ermeni türk olmak istiyor ama bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlarmış. konuyu sorup soruÅŸturmuÅŸlar ve en sonunda aÄŸrı dağının tepesine çıkarak üç kere "ben türk'üm" diye bağırdıklarında bunun gerçekleÅŸebileceÄŸini öğrenmiÅŸler. yola koyulmuÅŸlar sonra, aÄŸrı dağına tırmanmaya baÅŸlamışlar. günler süren yorucu tırmanış ikisini de bitkin düşürmüş. ama onlar azimli bir ÅŸekilde tepe noktasına kadar ulaÅŸmayı baÅŸarmış. öndeki ermeni hemen en yükseÄŸe çıkarak üç kere "ben türk'üm" diye bağırmış ve türk olmuÅŸ. ikincisi hayli yorgun, elini uzatarak diÄŸerine seslenmiÅŸ; "türk kardeÅŸ yardım et de ben de çıkayım, çok yoruldum." bunun üzerine artık türk olan ermeni ona sinirli bir ÅŸekilde bakarak okkalı bir küfürle birlikte bir de tekme savurmuÅŸ; "defol seni pis ermeni" demiÅŸ ve ermeni daÄŸdan aÅŸağı düşerken türk olma hayalleri de sona ermiÅŸ. küfür kısmını siz abartabilirsiniz… Ali Hikmet EREN- 9 Åžubat 2001, Cuma Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!