O karanlık dönemin parçası olduğum için hicap duyuyorum

Güncelleme Tarihi:

O karanlık dönemin parçası olduğum için hicap duyuyorum
Oluşturulma Tarihi: Aralık 25, 2011 00:00

Ziya Halis, DYP-SHP koalisyonunda bakanlık yapmış sosyal demokrat bir siyasetçi. CHP’den ayrıldıktan sonra ‘özgürlükçü sol’ olarak tanımladığı EDP’yi kurdu ve bir süre genel başkanlığını yürüttü. Bugünlerde siyaseti saha kenardan izliyor ama ‘öldürülecek işadamları listesi’ vesilesiyle adı yeniden gündemde

Haberin Devamı

Özel Harekatçı birisi, Cem Ersever grubunda çalışırken kaçmış Almanya’ya. Bununla orada röportaj yapmışlar. Öldürülecek işadamları arasında benim adımı da sayıyor. O röportajla ilgili faks 21 Ocak 1995’te geldi bana. 26 Eylül 1995’te de Yeni Yüzyıl gazetesi ‘Sakıncalı işadamları’ diye bir manşet haber yaptı. 197 kişinin arasında ben de vardım. O zaman Çalışma Bakanı’yım. Bunu dava konusu yaptım. 6. İdare Mahkemesi, İçişleri Bakanlığı’nı suçlu buldu; tazminata mahkûm etti. İçişleri, devlet sırrı diye vermedi buna dair raporu ama ‘PKK’ya yardım eden işadamları’ listesi olduğunu kabul etti. Listeden bazı insanlar öldürülünce böyle bir bağlantı kuruluyor.

Çalışma bakanlığı döneminde başbakan Tansu Çiller ile aramda ciddi sıkıntı vardı. O, “sıfır zam” diyor, grevlerin ertelenmesini istiyordu. Ben de zam verilmesini savunuyor, ertelemeyi kabul etmiyordum. Hatta Hürriyet, tartışmamızı manşet yapmıştı. Mahkeme kararından çıkardığım kadarıyla bu liste hemen her kademeye ulaştırılmış. Listede isimler gruplandırılmıştı, ismim de kırmızıyla işaretlenmişti. Sonra bu kırmızı işaretin ciddi bir şey olduğunu öğrendik. Tekin Gencer adlı bir PKK itirafçısının İstanbul 1. Nolu DGM’de verdiği ifadeye göre, Alaattin Kanat, Yeşil gibileri ve Kocaeli Terörle Mücadele’de görevli Başkomiser Fevzi cezaevine gidiyor. O itirafçıya “Ziya Halis, Alevi bir kimlik. Git öldür gel. PKK’nın üzerine atarız” diyorlar. “Bugün bunu öldürürsem yarın başkasını öldürtürler, bunun sonu yok” diye kabul etmiyor. Hakim, dilekçesini kaale almıyor.

Milletvekilliğim bitmişti o tarihte. Sivas Milletvekili Mahmut Işık, soru önergesi verdi Adalet Bakanlığı’na. Başkomiser Fevzi’nin cezaevine gidip Tekin Gencer ile görüştüğünü kabul ettiler. Ama bugüne kadar ne itirafçı ne de o komiserle ilgili hiçbir işlem yapılmadı. Bu listeden sonra Tansu Hanım’la hiç yüz yüze gelemedim. Arkasından Deniz Baykal genel başkan olmuştu, hükümeti bozdu. Seçim için geçici bir hükümet kuruldu ama Deniz Bey beni kabine dışı bıraktı.

DYP-SHP KOALİSYONU
Davul bizde tokmak onlardaydı

SHP-DYP koalisyonunda SHP’ye verilenler ıvır zıvır bakanlıklardı. Elimize bir insan hakları bakanlığı verdiler, siz bununla oyalanın dediler ama insan haklarının en çok ihlal edildiği dönem yaşandı. İnisiyatif DYP’deydi. Davul bizim boynumuzda tokmak DYP’nin elindeydi. İnsan hakları ihlalleri, faili meçhuller, köy boşaltmalar, bir yığın yargısız infaz oldu. 1993’te TBMM’de ‘Kürt sorununun demokratik çözümü’ girişimi başlattım. Partilerle görüştük, toplantılar düzenledik. Konuşmaları kitap yapacaktık ama nasıl olduysa taslak matbaada kayboldu. Bir de parti içi çekişme çok olunca sosyal demokratların toplum nezdinde güvenilirliği kalmadı. Bazılarımızın kabinede yer alması adına anti demokratik uygulamalara sessiz kaldık. Bunun bedeli de ağır oldu. 1995 seçimlerinde de barajı zor geçtik. 1999’da da barajın altında kaldık.

MADIMAK
Köktendinciler faturadan kurtulmak istiyor

O zaman SHP’nin genel saymanıydım. Partide toplantıdayken Sivas’taki durumu telefonla öğrendik. Erdal Bey başbakan yardımcısı, Tansu Çiller başbakandı. Zor durumdaydı insanlar. İçişleri bakanını, sonra başbakanı aradım. Güvenlik güçlerinin zor kullanarak oradakileri dağıtmasını istedim. Başbakan dedi ki, “Birincisi yeterince güvenlik gücümüz yok. İkincisi onları dağıtırsak, Ali Baba diye bir Alevi mahallesi var, oraya saldırabilirler.” Ben de “Otelin etrafında 300-400 kişi var, güvenlik güçleri rahatlıkla dağıtabilir” diye ısrar ettim. “Sen bilgilerini teyit et beni ondan sonra ara” dedi ama sonra bir daha kendisine ulaşamadım. Cumhurbaşkanı Demirel’in, “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyin, çatıştırmayın” diye bir talimatı da valinin davranışını ciddi şekilde etkiledi. Tabii bu, köktendinci anlayışa mensup güruhun yaptığı bir eylem, onda hiç şüphe yok. PKK’nın bu komploda yer aldığı iddialarına kesinlikle ihtimal vermiyorum. Kendilerini köktendinci, dinci sayan çevreler bu vahşetin altında eziliyor. Bu faturayı üzerlerinden atmak istiyor bu kesimler. Bugünden geriye bakınca iki pişmanlığım var: Birincisi Madımak olayları sırasında koalisyonda bulunmamız, SHP’nin bu işin parçası olması bana çok ağır gelmişti. Keşke bunu ciddi bir siyasi mesele haline getirip partiden istifa etseydim. Benim de içinde bulunduğum, şu veya bu şekilde payımın olduğu o günler, Türkiye’de bir karanlık dönem. Böyle bir dönemin parçası olmaktan, gerekeni yapamamaktan üzüntü duyuyorum. Yüzüm kızarıyor.

KÜRT SORUNU
Bir yeğenim PKK ’lı diğeri polisti

Yadigar Akanlaş yeğenim. Polisti, sol fraksiyonlar tarafından öldürüldü. Yücel Halis de yeğenim. Liseye kadar yanımda okudu. Eskişehir’de iktisat fakültesine gitti. PKK ile orada ilişki içine giriyor. Ama bizden gizliyor. İktisat’ı bitirdiğinde Yücel’e müteahhitlik işlerinde görev vermeye çalıştım. Ama örgüte katılmak üzere Türkiye’den ayrıldığını yazan bir mektup bırakıp gitti. Daha sonra döndü hapse girdi. Bu arada karşılaştık, mücadele biçiminin doğru olmadığını anlatmaya çalıştım ama o bizi suçlamaya başladı: “Sen, Koçgiri halkını TC’nin kuyruğuna takıyorsun.” Dolayısıyla Yücel ile mutabık kalamadık. Cezaevinden çıktıktan sonra Özgür Gündem gazetesinde çalıştı. Arkasından tekrar dağa gitti. Maalesef 28 Eylül’deki hava sortileri sonucunda öldü.

AİLE TRAVMAMIZ
Dersim konuşuluyor Koçgiri unutuluyor

Zara’nın küçük, yoksul dağ köyü Emirhan’da doğdum. İlkokulu orada okudum. Annem ve anneannem anlatırdı, 1920’de Koçgiri’de olanları. Annem üç-dört aylık bir bebekmiş. Anneannem askerlere yakalanacağından korkmuş, annemi çalının altına saklayıp devam etmiş kaçmaya. Dedem, ailemizle dost bir Türk köyünde anneannemi karşılıyor. Sonra o köyden biri gidiyor, annemi tarif ettikleri çalının altından alıp bohçasını tüfeğinin ucuna takarak getiriyor. Annem öyle kurtuluyor. Topal Osman kırıp dökmüş; ordu komutanı Sakallı Nurettin Paşa gelmiş büyük kırım yapmış. Yaşananlar ailede ciddi bir travma yaratmıştı. Kimse bize Kürt olduğumuzu söyletmezdi, hatta Türkçe konuşmak gurur vesilesiydi. Şimdi Dersim konuşulurken Koçgiri’den bahsedilmemesinden şikayetçiyiz. Eşim Sakine ile de aynı köydeniz. Ama o Türk, ben Kürdüm.

ÜNİVERSİTE
Alevi olduğumu gizledim

Babamı ben üç yaşındayken kaybetmişiz. Dört çocuk var. En küçükleri benim. Sivas’a ortaokula geldiğimde bir travma yaşadım. Bir gün mahallenin çocukları top oynuyordu. Bana yüz vermediler. Eve yöneldim, arkamdan ‘sırtı sarı’ diye konuştuklarını duydum. Alevi olduğumu öğrenmişlerdi. Tabii üzüldüm. Üniversiteye kadar Alevi olduğumu da gizliyordum. İTÜ inşaat fakültesinde sol hareketlerle tanışınca inançlarım değişti. Üniversiteye 1967’de girdim, o yıl Fransa’daki gençlik hareketleri Türkiye’ye de yansıdı, fiilen olayların içindeydim. Ama bir fraksiyonda, örgütlenmede bulunmadım.

MÜHENDİSLİK
Keban Barajı’nda çalıştım

Bizim yörede öyle üniversite bitiren kimse yoktu. Üniversiteyi bitirince DSİ sınavına girdim. Keban barajı inşaatına gittik mühendis olarak. Annemi de oraya götürdüm, güzel bir lojman verdiler. İki buçuk yıl çalıştım. Askerlik dönüşü bir mimar arkadaşımla Sivas’ta mühendislik proje bürosu açtık. İki-üç yıl sonra müteahhitliğe atladık. Sivas’ta mühendislik yaparken demokratik kitle örgütlerinde çalışma başladım. Teknik Elemanlar Derneği başkanlığını yaptım. CHP’ye de girdim. 1979’da divan başkanı olduğum kongrede desteklediğim muhalefet grubu kazandı. 12 Eylül gelince dernek de, CHP de kapatıldı.

GENEL BAŞKANLIK
Kemal Bey’in gelişi bize darbe vurdu

1995’teki kurultayda Deniz Baykal genel başkan seçildikten sonra partide tasfiyelere başladı. Muhalefet ettim uzun süre. Erdal İnönü, yeniden parti kurma pozisyonuna girince muhalifler teker teker ayrıldı. Benden başka muhalif kalmadı. 2001 kurultayında çıktım konuştum, Baykal’ın politikalarının yanlışlığını anlattım ve partiden ayrılacağımı söyledim. O partide figür olmak yerine ayrılıp batı standartlarında sol, sosyal demokrat parti yaratma mücadelesine girdik. En son Mart 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ni (EDP) oluşturduk. Türkiye’de gerçekten demokrat, özgürlükçü bir sol partiye ihtiyaç olduğuna inanıyordum. Öyle bir buçuk yıl kadar bir EDP Genel Başkanlığı sürecini yaşadım. CHP’deki gelişme, Kılıçdaroğlu’nun gelişi ciddi bir darbe vurdu bize. Kemal Bey başlarken büyük beklenti vardı. Ama yüzde 26’da kaldı. Şimdi iyi durumda olmadıklarını herkes görüyor. Keşke CHP, demokrat, özgürlükçü, barışçı çizgiye evrilse, biz de ömrümüzün bu kalan kısmında çorbada tuzumuz olsun diye yardımcı olsak...

REFERANDUM
Evet dedik ama

O günkü şartlarda EDP olarak referandumda ‘evet’ oyu kararımız doğruydu, iyiniyetle davrandık. Bektaşi hikâyesindeki gibi “Bundan daha kötüsü olmaz” dedik. Şu anda yargının bağımsız, tarafsız bir yargı moduna girdiğini düşünmüyorum. Hatta HSYK’nın seçimindeki blok oylamalar, özel mahkemelerin değişmemesi, siyasi iktidara bağlı yeni bir yargı doğduğu izlenimi veriyor. 12 Eylül Anayasasının getirdiği yargıyı mı arzu edeceğiz, bu yargı mı? Valla al birini vur ötekine.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!