Güncelleme Tarihi:
O şapka kimin? O çanta kimin? Benim olmadığını söylüyorum. Çanta ve üniforma kayıp. Bunlar delil değil mi? Delilleri kaybedenler hakkında neden soruşturma açılmıyor.
ASKERİ casusluk ve fuhuş çetesi davasında örgüt üyeliği, özel hayatın gizliliğini ihlal, haberleşmenin gizliliğini ihlal, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek ve devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek suçlarından 15 yıl 7 ay 14 gün hapis cezasına çarptırılan davanın 1 numaralı sanığı emekli Deniz Piyade Albay İbrahim Sezer ilk kez konuştu. Sezer, kendisi de dahil 56 kişiye dava açılmasına neden olan kayıp çanta ve davanın tüm detaylarını şöyle anlattı:
“Fuhuş yaptırıldığı ve kadınların zorla alıkonulduğu iddiası üzerine, 2 Ağustos 2010’da hakkımda gözaltı ve arama kararı çıkartılıyor. Arama kararında benimle ilgili 2 adres gözüküyor. Biri Beşiktaş Balmumcu’da, Askeri Lojmanlardaki evim. Diğeri de Kadıköy Hasanpaşa’daki bir adres. 3 Ağustos’ta operasyon başlıyor. Ancak ne hikmetse, ellerinde arama kararı olmasına rağmen Beşiktaş’taki evime gelinmiyor. Arkadaşıma ait olan ancak benim adıma arama kararı çıkartılan Hasanpaşa’daki eve baskın düzenleniyor. Bilişim Suçları ve Organize Suçlarla Mücadele Polisleri geliyor. Fuhuş operasyonunda Ahlak masası yok. Polisler 1.5 dakika sonra bir çanta buluyor. Çantadan flash diskler, harddiskler çıkıyor. Bir de denizci üniforması ve şapka. İsimlikli bir askeri üniforma. Şapka ise, 2’nci Muhrip Filo Komodorluğu’na ait askeri bir şapka. Askeri üniforma gemilerde görev yapan subayların giydiği işbaşı elbisesi. Ben, deniz piyadeyim. Hayatımda ne denizaltılarda ne de gemilerde görev yapmadım. O üniforma kimin ? O şapka kimin ? O çanta kimin ? Benim olmadığını söylüyorum. DNA araştırması yapın çantada ve askeri elbisede diyorum. Parmak izine bakın diyorum. Çanta ve üniforma kayıp. Bunlar delil değil mi ? Delilleri kaybedenler hakkında neden soruşturma açılmıyor. Neden gerçek araştırılmıyor? Polisler arama yaparken 2 yerde eldiven kullanıyor. Bunlardan biri evde buldukları bir vibratörde diğeri ise baca içinde arama yaparken. Çektikleri arama görüntülerinde bu 2 yer hariç eldiven kullanmadıkları gözüküyor. Neden diğer yerlerde eldiven takmıyorlar. Mesela çantayı açarken?
TSK BENİM İÇİN BİTTİ
16 Ağustos 2010 Türk Silahlı Kuvvetleri’nin benim için bittiği gündür. Hayatımın kırılma anlarından biridir. Kadıköy’deki eve operasyon düzenlenmişti. Devam eden günlerde gazetelerde hakkımızda fuhuş çetesi liderliğinden, casusluğa kadar bir sürü iftiralarla dolu servis edilen haberler yer almıştı. Yıllık iznim bitmiş ve o gün Deniz Harp Okulu’ndaki yeni birliğime gidiyordum. Kapıda durdurdular. Nöbetçi astsubay, “Sizi kurmay başkan telefona çağırıyor” dedi. Kurmay Başkan Albay Taylan Çakır, “Tuğamiral Kemalettin Gür senin birliğe alınmanı istemiyor” dedi. Kendisine “Siz de Balyoz davasından sanıksınız. Bana neden suçlu muamelesi yapıyorsunuz?” dedim. Sessiz kaldı. Yıkılmış bir halde birlikten ayrıldım. Beni anlayabilecek tek kişi, emekli kurmay albay olan babamdı. “Bu şartlarda Silahlı Kuvvetler’de kalamayacağım” dedim. Babam, “Karar senindir” dedi. 26 Ağustos 2010’da dilekçemi yazarak emekliliğimi istedim. Emeklilik dilekçesini verdiğim gün, o dönem Tuğamiral olan Kemalettin Gür, beni kabul etti, “Bana seni yanlış anlattılar” dedi. Yanaklarımdan öptü. Ben de kendisinin emri ile birliğe alınmadığım günü hatırlattım. Cevabı: “Ben o gün komutan olarak öyle bir insiyatif kullandım” oldu.
VEBALI GİBİ DAVRANDILAR
Hem birliğimde hem de askeri lojmanda vebalı gibi davranıyorlardı. En yakın olduğunu zannettiğim arkadaşlarım bile görmemezlikten geliyordu. Kimse olayın ne olduğunu anlamak istemiyordu. Herkes bir şey vardır havasında silah arkadaşlarından kaçıyordu. Tutuklanma talebi ile mahkemeye çıktığım gün, aynı örgütten olduğumuz iddia edilen insanları hayatımda ilk kez görüyordum. İçimden dedim ki, “Bu insanlar bu işi yaptı da benim üstüme mi attılar” Sonra birbirimizle tanışınca öğrendim ki, onlar da benim için aynı şeyi düşünmüş.
TELEFON SİNYALİ İLE BELGELEDİM
Hasanpaşa’daki evde bulunan hardisk içinde İ.SEZER kullanıcı adı ile kaydedildiği iddia edilen verilerin oluşturma tarihlerinde Boğaz Köprüsü’nden geçtiğimi ispatladım. OGS kaydını mahkemeye sundum. Telefon sinyali ile bunu belgeledim. Mahkeme benim suçluluğumu ortaya çıkartmaya çalışırken, ben suçsuzluğumu ortaya koymaya çalıştım. Daha ne yapmalıydım?
Polisteki sorgum sırasında Vica diye bir kadınla telefon konuşmamı önüme koydular. Böyle bir konuşmam olmadığını böyle bir kadını tanımadığımı söyledim. Israr ettiler. Elimizde tape var dediler. Tapeleri dinledik. Vica’nın uydurma olduğu ve tapeye eklendiği ortaya çıktı. Polisleri şikayet ettik. Savcı takipsizlik kararı verdi. Üst mahkemeye itiraz ettik. En sonunda polisler hakkında dava açıldı. Fuhuş çetesi ile irtibatımız olmadığı anlaşıldı. Fuhuş çetesi diye başlatılan operasyonun nasıl buralara geldiğini şimdi daha iyi anladınız mı? Hasanpaşa’daki evde bulunan ajandadaki el yazısı notların hiçbirinin bana ait olmadığı yapılan kriminal inceleme sonunda ortaya çıktı. Bu ajanda benim değil bu ortaya çıktı. Peki bu ajanda kimin? Kim koydu onu eve?
GENELKURMAY TOPU BİZE ATTI
Hasanpaşa’daki evde bulunan dijital askeri belgeler benim değil. Bunları ben toplamadım, ben almadım ve ben saklamadım, ben oluşturmadım. 25 yıl görev yaptığım birliklerle ilgili tek bir belge yok bu evraklar arasında. Böyle şey mi olur? Ben hem casusluk yapıyorum hem de kendi görev yaptığım birliklerden tek evrak almıyorum. Ama Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki benim görev yaptığım yerler dışındaki tüm belgeler bende. Bu nasıl olur? Genelkurmay kendisine zarar gelmesin diye topu bizlere attı. Belgeleri incelemeden neredeyse tümüne gizli demişler. Öyle komediler var ki; bilgisayar virüs programına bile gizli belge raporu vermişler. Aden Körfezi’nin uydu fotoğrafı bile gizli. Kaldı ki google earth’de bile var bu fotoğraf. Kitapçılarda satılan kitaplara bile gizli demişler. Bu kitapları alıp kitapçıdan alıp mahkemeye faturası ile birlikte sunduk. Ama kimin umurunda. Genelkurmay böyle gizli belgeleri çalındıysa bu dosyaya müdalih olarak katılmalıydı. En azından davaya bir temsilci gönderip davayı izlemeliydi. Bunların hiçbirini yapmadı.
PAŞAKAPI’DA ÖLMEK İSTEDİM
28 Ekim 2010’da tutuklandım Saat 02.30 Paşakapısı cezaevindeydim. O an, “Duvarlar yıkılsa da altında kalsam. Deprem olsun ve öleyim diye düşündüm. Babam Paşakapısı Cezaevi’ne eşyalarını getirdiği gün ağladım. O günden sonra bir daha ağlamayacağım diye kendi kendine söz verdim.
HAİNler VAR
Bence, Silahlı Kuvvetlerin içinde birileri bazı belge bilgileri dışarı çıkartıp, bunları manuple etmiş. Daha sonra da bu belgeler başka bir ekip tarafından hedef kişilerin evine bilgisayarlarına yerleştirilmiş. İçerdeki bazı hain astsubay ve subaylar bu tezgahın içinde olduğunu düşünüyorum.”
Yönetici yok, üye var
İBRAHİM Sezer’in avukatı Mahir Işıkay geçtiğimiz günlerde çıkan mahkemenin gerekçeli kararı ile ilgili olarak Hürriyet’e şunları söyledi: “Örgüt suçunun hiç bir unsuru olmamasına rağmen yöneticisi ve kurucusu olmayan bir örgütün üyesi olmaktan bazı sanıklara ceza verilmesi açıkça yasaya aykırıdır. En sıkı hiyerarşinin mevcut olduğu TSK’da albayın generala emir ve talimat verdiği hiyerarşi nerde vardır ? Ayrıca sözde bu örgütte kim haklı veya haksız ne menfaat temin etmiştir. Mahkeme bunu bile değerlendirmemiştir. Kanaatimce sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararları hem usul hem de esas yönünden Yargıtay tarafından bozulacak, maddi gerçekler ortaya çıkacak tüm sanıkların masumiyeti tescillenecektir.
İyi saklayın
İbrahİm Sezer, 20 Kasım 1997’de beraberinde 35 silah arkadaşıyla birlikte, PKK’ya karşı başarıları nedeniyle ödüllendirilmişti. Çankaya Köşkü’nde düzenlenen ödül törenine dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın yanı sıra Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de katılmıştı. Demirel çekim sırasında gazetecilere dönerek, “Bu fotoğrafı iyi saklayın. Bu kadar güzel fotoğrafı uzun zamandır çekmediniz” demişti. Sezer fotoğrafı bulunan haber küpürlerini bugüne kadar sakladı.