Oluşturulma Tarihi: Haziran 21, 2004 00:00
28 Nisan 1986’da Forsmark Nükleer Enerji Santralı’nın bulunduğu İsveç’in, Stokholm ilinde güneş normal bir güne doğmuştu.Öğleyin vardiya değişimi için santrala giren işçiler radyoaktiviteyi ölçen aletlerin önünden geçerken birden sirenler çalmaya başladı. Kısa bir süre içinde nükleer sızıntının santraldan kaynaklanmadığı anlaşıldı; radyoaktif parçacıklar, işçilerin dışarıdayken ayakkabılarına bulaşmıştı. Peki, nerede işler ters gitmişti?Saat 13.00’te, yani alarmların çalmasından 45 dakika sonra, İsveç
meteoroloji mühendisleri, ülkeye girmiş olan hava parsellerinin takip ettiği yolları belirleyip nükleer serpintinin doğudan geldiğini anlayabilmişti. Bu hava parsellerinin geldiği yönde meteorolojik araştırma derinleştirilince kaynağın ‘Ukranya’da bir yer’ olduğu kesinleşti. İkindi vakti özel teçhizatlı jetlerin ve helikopterlerin Baltık Denizi üzerinde dolaşarak topladığı örneklerle kaynağın yönü tam olarak tespit edilebilmişti. Akşama doğru İsveç meteorologlarının parmağı, Kiev yakınlarındaki Çernobil nükleer reaktörünün bulunduğu noktadaydı. Sıra dünyayı uyarmaya gelmişti, çünkü eski SSCB Çernobil Nükleer Enerji Reaktörü’nün 4. ünitesinde 26 Nisan 1986’nın ilk saatlerinde (01:23:43’te) meydana gelen nükleer kaza konusunda yaklaşık 40 saattir susuyordu.O zamanlar Çevre Bakanımız, ‘Çernobil bulutları gelirken çıkan bir rüzgar nedeniyle korkunç felaketi ucuz atlattığımızı’ söylemişti. Avrupa’da yapılan özel meteorolojik analizlerden şimdi öğrendiğimize göre, zaman içinde Çernobil’den atmosfere yayılan radyoaktif parçacıklar, yer seviyesindeki basınç merkezleri tarafından komşu ülkelere yayıldı: Kazadan bir hafta sonra, radyoaktif gazlar doğuya doğru hareket eden bir alçak basınç merkezi tarafından güneydoğuya yani Türkiye’ye doğru taşınmaya başlandı. RİSK ALTINDAYIZBöylece nükleer radyasyonla kirlenmiş hava parselleri 3 Mayıs 1986 Cumartesi günü Batı Trakya’ya, 4 ve 5 Mayıs günü Batı Karadeniz’e, 6 Mayıs günü Çankırı üzerinden Sivas civarlarına, 7-9 Mayıs tarihlerinde (yani kazadan 10 gün sonra) Trabzon-Hopa arasına ulaşmıştı... Lawrence Ulusal Laboratuvarı’nın hazırladığı bir haritaya göre de Çernobil kazasından 10 gün sonra, radyoaktif parçacıklar yukarı seviye rüzgarları tarafından seyrelerek Türkiye’nin ve dünyanın her tarafına yayılmıştı.Görüldüğü gibi, olası bir nükleer kazanın atmosfere bıraktığı radyoaktif kirleticilerin hangi yerleşim bölgelerini ne zaman etkileyeceğini hava şartları belirliyor. Kazanın meydana geldiği yerden itibaren havaya karışacak olan kirleticileri taşıyan hava parsellerinin, tespit edilecek hızı ve yörüngelerine göre, ne zaman neresinin etkilenebileceği hava şartlarına göre tahmin edilebiliyor. Bu nedenle radyasyon tehlikesine karşın erken uyarı sadece meteorolojik analizler ve tahminlerle yapılabilir. Serhat boylarındaki radyasyon ölçüm aletleri ise daha çok felaketin (radyoaktif kirliliğin) derecesini ölçmeye yarar. Doğu Avrupa ve Eski Sovyetler Birliği’nden gelen hava sistemlerinin etkisi altında bulunan ülkemiz, buralarda ömrünü tamamlamış eski teknolojiyle donatılmış ve birçok teknik yetersizliklerle üretimini zorunlu olarak sürdüren nükleer santralın bulunması nedeniyle, günümüzde büyük bir nükleer riskle karşı karşıyadır...İleri ülkelerde, birçok sanayi tesisi ve nükleer santralda, uzman meteorologlar istihdam edilerek dispersiyon, yörünge vb. modellerle kirleticilerin olası hareketleri sürekli olarak belirlenmekte. HAZIRLIKLI DA DEĞİLİZBöylece, sanayi tesislerindeki ve nükleer santrallardaki bir kaza (veya savaş) anında önlem alınabilmesi için, atmosfere karışacak olan kimyasal ya da nükleer kirleticilerin kısa ve uzun mesafedeki taşınımı belirlenebilmekte ve hava parsellerinin takip edebileceği yörüngeler saptanarak yerleşim bölgeleri ya zamanında tahliye edilmekte, ya da halk ‘yerinde sığınak’ prosedürünü uygulaması için uyarılmakta... (Örneğin, 17 Ağustos depreminde rüzgar lodostan esseydi, Tüpraş yangınından kaynaklanan zehirli duman huzmesinden yöre halkı nasıl korunabileceğini biliyor muydu? Şimdi biliyor mu?) Ülkemizde ise bu işleri yapmak üzere çalıştırılması gereken meteoroloji mühendislerinin oranı Meteoroloji’de bile sadece yüzde üç gibi traji-komik bir rakamda bırakılmıştır! Petro-kimya tesislerimiz ve Afet İşleri Genel Müdürlüğümüz başta olmak üzere diğer ilgili kurumlarımızda da bir tane bile meteoroloji mühendisi yoktur... Çünkü sel, don, dolu, kuraklık, vb. meteorolojik ve uçak, gemi, kimyasal, nükleer kazalar, vb gibi teknolojik afetler hala ülkemizde herhangi bir kuruluşun sorumluluğu altında ve mevzuat kapsamında değildir. Böylece, aradan 18 yıl geçmesine rağmen bu tür afetlere karşı yine hazır değiliz!Sonuç olarak hayatımızı, ‘Avrupa’da beşinciyiz, ucuz atlattık’ gibi şeylerle bizi kandırdıklarını sananlara nasıl da kandığımızı göstermek için rol yaparak geçiriyoruz... Böylece yaz mevsimine resmen girdiğimiz bugünde, (yıllardır bilim ve liyakati es geçip sıcak hava dalgalarını da afet saymadığımıza göre) hep beraber ‘İnşallah bu yaz mevsimini de çok ucuz ve birinciliklerle atlatırız!’ diye dua etmekten de başka bir çaremiz yoktur! Unutulan, ‘17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’ de kutlu olsun!
button