Nüfus artışı üzerine 7 yanlış fikir

Güncelleme Tarihi:

Nüfus artışı üzerine 7 yanlış fikir
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 29, 2005 00:10

Çevrenizdeki insanlara yeryüzünün nüfus durumuyla ilgili görüşlerini sormayı hiç denediniz mi? Çoğu, nüfus sorununun gerçekten büyük bir sorun olduğunu, bu ‘belanın’ dünyanın sonunu getireceğini söyleyecektir. İşte, Science et Vie ve New Scientist’ten derlediğimiz, nüfusla ilgili olarak insanların kafasında yer etmiş olan en önemli 7 yanlış fikir...

İnsan nüfusu zaman içinde üstel olarak artar

İnsan nüfusu eşit zaman aralıklarında ikiye katlana katlana artmaz. Bundan iki bin yıl önce gezegenimizde 250 milyon insan yaşıyordu. Bu nüfusun iki katına, yani 500 milyona ulaşması için 1650 yıl geçmesi gerekti. Fakat bu 500 milyonun ikiye katlanması 200 yıl sürdü, 1830’da dünya nüfusu 1 milyarı geçmişti. Aradan 100 yıl geçti ve nüfus 2 milyar oldu, bir dahaki ikiye katlanma ise sadece 45 yıl sürdü. Yirminci yüzyıldan önce hiçbir insan, dünya nüfusunun ikiye katlanmasına tanık olabilecek kadar yaşamadı. Fakat nüfus 4 milyara ulaştıktan sonra işler değişti. 1965 yılında bir rekora ulaşıldı ve nüfusun senede artım oranı yüzde 2 oldu (bu durumda 35 yıl içinde dünya nüfusu iki katına ulaşacaktı), fakat bunun ardından bir düşüş başladı. Senelik artış oranı yüzde 1.5’e düştü (ikiye katlanma süresi 46 yıl). İnsan nüfusunun artışı, azalan ölüm oranlarına rağmen dünya tarihinde ilk defa yavaşlamıştı.

Nüfusu, dünyadaki yiyecek miktarı belirler

Birçok insan, dünyanın kaldırabileceği nüfusu belirleyen tek faktörün besin olduğuna inanır. Gerçek anlamda açlık çekenler hariç, insanlar az veya çok besine göre daha az ya da daha çok çocuk yapmazlar. Hatta zengin ülkelerde (besinin daha bol olduğu ülkelerde) kadın başına çocuk sayısı fakir ülkelere göre çok azdır. Leeuwenhoek zamanından beri, besin, su, fosfor, fotosentez, atık maddeler gibi değişkenleri göz önüne alarak, dünya nüfusunun kaldırabileceği nüfusu belirlemeye yönelik olduğu iddia edilen bir yığın model çıktı. Bunların nüfus için belirledikleri sınırlar 1 milyardan 1 trilyona (!) kadar değişkenlik gösterir.

Dünyanın nüfus sorununu, uzay çözebilir

Bu, çok saçma bir inanış. Gelin rakamlarla konuşalım... Dünyanın bugünkü nüfusu yaklaşık 6 milyar ve yıllık artış hızı da yılda yüzde 1.5’tir. Şimdi, uzay yolculuklarıyla bu artış hızını yılda yüzde 1.4’e indirmek için ne yapmamız gerektiğini düşünelim. Artışı yılda yüzde 1.4’e indirmek için ilk yıl 0.001 X 5.7 milyar = 5.7 milyon insanı uzaya göndermemiz gerekir (bu, sadece ilk yıl içindir, gelecek yıllarda bu sayı artacaktır). Uzay mekiğinin bir uçuşu 450 milyon dolara malolmaktadır, on kişiyi aynı mekikle yolladığınız takdirde bu iş adam başına 45 milyor dolara karşılık gelir. Bu sayıyı 5.7 milyonla çarparsanız sonuç 257 trilyon dolar çıkar ki, bu da dünyadaki ekonomik üretimin on katına eşittir. Bir şekilde bu insanları uzaya gönderirseniz dünya iflas eder, geride kalan milyarlarca insan sefil bir hayata mahkum olur ve nüfus da aynı şekilde artmaya devam eder.

Nüfus artışı yoksul ülkelerin sorunudur

Hastalıklar, iş gücündeki dengesizlikler, çevre kirlenmesi gibi sorunlar dünyanın bütününü etkiler. Dünyada, tahmininizin çok üzerinde mülteci vardır. Yüzbinlerce insan ekonomik, politik, etno-politik ve çevresel nedenlerle yerinden yurdundan olmaktadır. Bu durum, dünyanın çeşitli bölgelerinde nüfus yığılmalarının oluşmasına neden olur. Sağlık şartlarının elverişli olmadığı ortamlarda, çok sayıda insan yaşarsa büyük çapta bulaşıcı hastalıklarla karşılaşmak bir sürpriz olmaz. Unutulmamalıdır ki, virüslerin pasaportu yoktur. Bu türden yığılmalar işgücü dengesizliklerine yol açacağı için global ekonomiyi, dolayısıyla gelişmiş ülkelerdeki ücret politikasını etkiler.

Teknolojiyle nüfus sorunu çözülebilir

Bir kere teknolojide her şey zamanlamaya bağlıdır ve teknolojiyle sorunların ancak bir kısmını çözebilirsiniz. Tıp teknolojisini ele alın. Tüberküloza çoktan çare bulunmuştur öyle değil mi? Oysa dünyada her üç insandan biri halen tüberkülozdan etkilenir. Afrika’da durum daha da kötüdür, her iki insandan biri tüberküloz etkisi altındadır. Ve sıkı durun... Her yıl tam 3 milyon insan bu hastalıktan hayatını kaybetmektedir. Bu arada tüberkülozun ilaçlara dirençli yeni türleri ortaya çıkmaktadır. Teknoloji, kültürü ve çevreyi hesaba katmazsa bunun bedeli çok ağır ödenir.

Nüfusun bu hale gelmesinden din sorumludur

Kilise gibi dini kurumların birçok ülkede kürtaja ve aile planlamasına karşı cephe aldığı doğrudur. Fakat gerçekte Katoliklerin çoğalmasında, din, belirleyici bir faktör değildir. Durum, diğer dinler için de böyledir. Koyu bir şekilde Katolik olan İtalya ve İspanya’da, geçtiğimiz yıl, dünyanın en düşük nüfus artım oranları tespit edilmiştir. Geçen yıl itibarıyla her anneye ortalama 2.1 çocuk düşmektedir. Latin Amerika’da da önemli bir düşüş yaşanmıştır, son durumda anne başına ortalama 3.1 çocuk düşmektedir ki, bu dünya ortalamasıdır. Birçok Katolik ülkede kilise, nüfus planlaması konusunda eskisinden daha anlayışlı bir tavır sergilemektedir, özellikle İtalya’da son yıllarda önemli değişimler gözlenmiştir.

Doğa; hastalıklar, açlık ve savaşlar yoluyla dünya nüfusunu dengeler

Bu, arada bir aklıbaşında insanların bile dile getirdikleri türden bir saçmalıktır. Bu yanlış inanış M.Ö. 1600 yılından kalan Babil yazıtlarında da kendini gösterir. O zamanlar, Tanrı’nın yeryüzünü insanlardan kurtarmak için hastalıklar yarattığına inanılırdı. Hastalıklar, virüsler, bakteriler ve insan bünyesinin zayıflıklarından faydalanmaya çalışan diğer mikroorganizmalarla bağlantılıdır. Son buzul çağından sonra yer tarımının gelişmesiyle insan topluluklarının nüfus yoğunluğu artmaya başladı. Evcil hayvan ve insan atıkları, ortamların fareler ve pirelerle dolmasına yol açtı, insanlar toplu halde sağlıklı yaşamanın esaslarını henüz öğrenmemişlerdi. Bunların sonucunda hastalıklar yayılmaya başladı. Günümüzde çok ucuz tedbirlerle bulaşıcı hastalıkları frenlemek mümkündür. Ebola nedeniyle 244 kişi ölmüştür, bu, bir dakika içinde doğan bebek sayısından bile azdır. En kötümser AIDS öngörülerine göre Afrika nüfusunun 2005 yılındaki artış hızı yüzde 2.8 olacaktır, AIDS olmasaydı bu oran yüzde 3.1 olacaktı. Aradaki fark, Afrika nüfusunun ikiye katlanmasını sadece iki yıl geciktirecektir. Bu AIDS öngörüsüne göre Afrika’nın nüfusu 22 yılda değil, 24 yılda iki katına çıkacaktır, bu da önemli bir fark sayılmaz.

Doğanın açlık yoluyla nüfusu dengelediği de doğru değil. Sudan’ı düşünün, ülke uzun bir iç savaş geçirmişti. Eğer yardım ekipleri ülkeye biraz daha erken girebilselerdi belki de tarım bir ölçüde yoluna girecek ve bu ölçüde bir açlık yaşanmayacaktı. Ne var ki Sudan hükümeti kendi insanlarını ölüme mahkum etti. Burada oyunun büyüğünü oynayanlar insanlar, doğa değil.

Savaş, hiçbir zaman insan nüfusunun artışını ciddi bir şekilde etkilememiştir. Bu yüzyılda savaşlarda ölen insan sayısı 200 milyondan azdır (Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında siviller dahil toplam 90 milyon, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da yaklaşık 50 milyon). Oysa yüzyıl başında 1.7 milyar olan nüfus 1990 yılında 5.7 milyara ulaşmıştır. Aradaki 4 milyarlık fark, bu yüzyıldaki savaşlarda ölen insan sayısının 20 katından fazladır.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!