Güncelleme Tarihi:
İnsan onuruna yakışan bir paylaşım ahlakı geliştirmek, büyük insanlık camiasının mutluluğu için, Yaratıcı'nın önerdiği yoldur. Peygamberler bu yolun, ikna ve teşvikle yani vicdan ve irfanı işleterek sonuç almak isteyen mümessilleridir. Vicdan ve irfan yolu işletilmez ise, fıtrat müeyyideleri gelir. O zaman kan olur, despotizm olur, kahır ve şiddet olur. İş bir noktaya gelir ki, Muhammed İkbal gibi bir Kuran'ı ve Muhammed'i vicdan Marks'ın Das Kapital'ine ‘‘Cebrailsiz kitap’’ demek ihtiyacını duyar. Çünkü, Tanrısal iradeye yakınlık açısından, zorbalıkla paylaşıma girmiş bir dünya hiç paylaşmayan bir dünyadan evladır. Ölümsüz İkbal bunu, elbetteki içi sızlayarak ifade etmiştir.
İnsanlık, ‘‘vicdan ve irfanla, gönülle, sevgiyle paylaşım’’ yolunu, peygamberlerin istediği ve beklediği biçimde maalesef yürümemiştir. Bu olmadığına göre, paylaşımı sosyo-juridik imkânları kullanarak gerçekleştirmek borcundayız.
İnsanoğlu, fıtratın alma-verme şeklinde işlemesini istediği düzeni, sadece alma şeklinde işletmek istiyor. Bu tutku da onun uzun vadede hiçbir şey alamamasıyla sonuçlanıyor. Yani insan, mutluluğu kendi elleriyle boğuyor.
Çağımız bu noktada, insanın kendi haline bırakılmasına müsaade etmeyi hoş görecek bir zaman değildir. Yeryüzü sofrasının tüm nimetleri, tüm insanlık için gönderilmiştir. Sofranın birkaç açıkgöz tarafından bloke edilmesine seyirci kalınamaz.
Komünizm, sefaletlerin paylaşımını getirdiği için çöktü. Ama bu, nimetlerin paylaşımını esas alan sosyalizmin, sosyal adaletçiliğin de çöküşü anlamına gelmiyor. Hele hele, kapitalizmin ölümsüzlüğü, eşsizliği anlamına asla gelmiyor. Komünizmin çöküşü, kapitalizme büyük bir şımarıklık duygusu vermiş olmakla birlikte, insan gerçeğini bilenlerin, çok yakın bir zamanda kapitalizmin yeniden ecel terleri dökmeye başlayacağını tahmin etmeleri zor değildir.
O halde, yeniden, sefaletleri paylaşma durumunda kalmamak için uluslararası camianın, nimet ve imkân paylaşımını da evrensel müeyyidelere bağlanmış bir biçimde düzenlemesi kaçınılmazdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin yazıdan yaşanan hayata geçmesi bu sayede mümkün olabilir.
İslam imanı içinde bir değerlendirme yaptığımızda biz Müslümanlara çok şey düştüğünü görebilmekteyiz. Çünkü Kuran, bir anlamda paylaşım ahlakının kitabıdır. ‘‘Sevdiğiniz şeylerden başkalarına pay çıkarmadıkça zafer ve mutluluğa asla ulaşamazsınız’’ (Ali İmran Suresi, 92) diyen ayet, Kuran'da ‘‘infak’’ olarak adlandırılan paylaşım ilkesinin insan hayatı bakımından ne demek olduğunu çok güzel ifade etmektedir.
İslam dünyası, radikal paylaşım hataları içindedir. Birkaç kuruş zekât vermek veya birkaç yoksulu doyurmakla Kuran'ın infak ruhu ayakta durmaz. Biz, uzay çağının fıkhını oluşturabilseydik, ‘‘infak’’ kavramını da uzay çağının realitelerine göre anlayıp anlatacaktık. Maalesef bunu yapamadık.
Bizim, büyük insanlık toplumuna örnek olmak gibi bir iman borcumuz vardır. Ne yazık ki biz, şu anda Kuran'ın gerisinde bulunan çağın da gerisindeyiz. Kuran'ın insanı olabilmek için iki berzahı birden aşmak zorundayız: Önce çağı yakalayacağız, sonra da Kuran'ın idealindeki dünyayı inşa etmede çağa örnek olma görevimizi yerine getireceğiz.
Sadece iki nimetin paylaşımına değinip geçelim: Hac gelirleri ve petrol gelirleri... Kuran'ın infak ruhu işletilecekse başlangıç olarak bu iki kalemin gelirlerinin ümmet arası bir paylaşıma tabi tutulması düşünülebilir. İslam'ın mesajındaki yaratıcı enerji ve yüceltici ruh, işte böyle Kuran'sal atılımlarla küresel gündeme oturur. Gündeme bu şekilde oturma yerine bugün nelerle gündem konusu olduğumuza bir bakın; içinizin yanmaması ne mümkün!
Ölçü ve tartıda dürüst olun!
‘‘Ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst ölçün, hilesiz teraziyle tartın. Bu, hem hayırlı hem de sonuç bakımından güzeldir.’’ (İsra 35; A'raf 85; En'am 152; Mutaffifin 1-3; Rahman 8-9).
Helal lokma, insan onurunun ve Allah'a yaklaşmanın esasıdır. Lokmanın en büyük kısmına kaynaklık eden ticaret, rızkın kaderini belirlemede çok önemlidir. Ticaret hayatının dürüstlük ölçüsü ise tartma ve ölçmede dürüstlükle eşanlamlıdır. Bu dürüstlüğü zedeleyenler hüsran, lanet ve perişanlık ifade eden ‘‘veyl’’ kelimesiyle anılmış ve uyarılmışlardır. (bk. Mutaffifin, 1-3).
AHMED NAKŞİ:
18. yüzyıl başlarının en önemli kâğıt oyma sanatçısı Ahmed Nakşi'nin bu eseri şimdi Topkapı Sarayı Müzesi'nde saklanmaktadır. Beyaz kâğıttan kesilen talik harfler nefti renkte bir zemin üzerine yapıştırılmıştır ve metin dört satır diyagonal, yanlarda da dikine iki satırdan oluşmaktadır. Köşe koltukları altın yaldız ile tezhipli olup alttaki tezhibin içinde Ahmed Nakşi'nin imzası yeralmaktadır.
Soru: Vahiy nedir?
Cevap: Vahiy, bir bilgiyi, bir işareti muhataba en hızlı ve en kestirme yoldan ulaştırmak anlamını taşır. Bu ulaştırma işi çeşitli vasıtalarla olabilir.
Bu, meselenin filolojik tarafıdır.
Vahyin terminolojik ve dinsel yönüne gelince: Kuran'ın tetkikinden anlıyoruz ki; vahiy, Yaratıcı Kudret'in bütün varlıklara, yaradılış düzenine uygun hareket tarzlarını bildirme yolu ve insanla ‘‘konuşma’’ yollarından biridir.
İlk ve genel şekle göre, Allah, varlıklara hareket tarzlarını vahyetmektedir. Bu anlamda vahiy, yaradılış düzeninin varlıklar tarafından algılanması ve bu düzene uygun hareketlerin sergilenmesi sistemidir. Vahyin bu kısmı, zorunludur. Bu vahyin gerektirdiği davranışları icra etmek bir varoluş zorunluluğudur. Burada hürriyet ve irade söz konusu değildir. Kuran bu tür vahye değinirken göklere, yeryüzüne, hayvanlara vs'ye görevlerinin hareket tarzlarının vahyedildiğini söyler. Örneğin, Fussılet suresi 12. ayette şöyle deniyor: ‘‘Böylece gökleri, yedi planlı gök olarak kendi zaman ölçüleriyle iki günde düzenledi ve her gök planına, kendisiyle ilgili görevlerini vahyetti.’’
Nahl suresi 68'inci ayette de şöyle deniyor: ‘‘Rabbin, balarısına şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin...’’ Zilzal suresinde yeryüzünün şiddetli sarsıntısı anlatılırken şöyle deniyor: ‘‘O gün arz, kendi üstünde neler olup bittiğini bir bir anlatacaktır. Çünkü, Rabbin ona böyle yapmasını vahyetmiştir.’’
İnsan, biraz sonra göreceğimiz vahiy ile beraber, şu ana kadar gördüğümüz vahiyden de pay almaktadır. Çünkü, insan da, ‘‘sünnetullah’’ denen ilahi tavır ve tarzın ölçüleri içinde seyreden bir varlıktır. O da vahyin, sünnetullahı düzenleyen direktiflerinden sıradan bir varlık olarak nasipleniyor. Ama, onun muhatap olduğu daha başka bir vahiy türü veya şekli vardır.
Burada altı çizilecek bir nokta da şudur: Vahyin kurumsal kısmını mühürleyen Son Peygamber Hz. Muhammed'in zuhurundan sonraki devrede, Yaratıcı'nın insanla diyaloğu bir kurumsal vahiy olayı değil, bireysel ilham olayı olarak devam etmektedir.
Ancak, İslam'a göre ilham sadece ona sahip olan kişiyi bağlar; genel ve bağlayıcı bir özellik taşımaz. Bu genellik ve bağlayıcılık sadece bilimindir.
Bu ilkeyi çiğneyerek kişilerin ilham ve rüyalarının ardı sıra giden İslam dünyası, bilimden uzaklaşarak evliya ve şeyh unvanlı yüzlerce düzenbazın hegemonyası altına girmiş ve perişan olmuştur.