Güncelleme Tarihi:
En Avrupaimiz, en Danimarkalımız, en Amerikalımız sabah kalkınca kahve içmeden ayılmayan filmden fırlamış karakterlerimiz bile, darbukaya dayanamaz. Uda ağlar. Klarnete tav olur. 9-8’lik ritm vardır. Bir ki, bir ki, bir ki üç diye sayılır. O ritimde hoplamayanı görmedim. Örnek çok ama ilk aklıma gelen, “Ele güne karşı yapayalnız böyle de olmaz ki…” Evet, ele güne karşı yapayalnız ülkemizde, bu müzikler çaldı mı yerimizde duramaz, ellerimizi birbirimizin omzuna koyuveririz.
Sonra ‘tanıdık’sız iş yapmayız biz. Diyelim yeni birileriyle tanıştık. Acil olarak tanıdık ararız. Bulunca rahatlarız. “Hah, Ahmet abinin komşusu” deriz, “Hah Melek’le aynı okuldanlarmış” deriz. Derin bir nefes alır rahatlarız. İşleri de öyle görürüz. Bir Fransız arkadaşım, İstanbul’a ilk geldiğinde evine yatak almak istiyor. “Nereden alabilirim” diye arkadaşının ailesine sorunca, bir sessizlik oluyor, düşünmeye başlıyorlar. “Neyi düşünüyorlar” acaba diyor kendi kendine: “Yıllardır burada yaşamıyorlar mı, yatak alınabilecek dükkânları bilmeleri gerekmez mi?”
Sabah oluyor, diyorlar ki, “Bizim Kazım abinin dükkânı var handa. Konuştuk, sana yüzde yirmi indirim yapacak”. Bunu söylerken kocaman gülüyorlar. Arkadaşım bunu baya tuhaf buluyor, niye ona indirim yapıyorlar ki...
İşte bu sorunun cevabını biz biliriz: Çünkü tanıdık! Tanıdık candır burada. Seni istediğin mekâna sokar. İşlerini kolaylaştırır. İndirimler yapar. Ayarlamalar yapar. Yeter ki tanıdık olsun.
Sonra bizim bir de “Hiç mi yok”umuz var. Onun bizim olduğu başka dile çevrilememesinden de belli. Yıllar önce, yurt dışında yer ayırtmak için bir restoranı aradım. Telefondaki kız, “Yerimiz yok” dedi. “Hiç mi yok” demem gerekiyordu ama çeviremedim cümleyi İngilizceye. “Ah güzel memleketim” dedim. “Hiç mi yok” dersin, bir yere masa atarlar. Saati kaydırırlar, ne yapar ne eder yer açarlar.
Bir de bizim, “Ne olacak bu memleketin hali?” sorumuz meşhurdur. Sofraların vazgeçilmezi. Konuşmakla, tartışmakla, teoriler üretmekle bitmez. Sabahlara kadar üç tarafı deniz, dört tarafı düşmanlarla çevrili ülkemizi çekiştirir dururuz. Bizim dostumuz yoktur pek. Genelde bize içte ve dışta bin bir tuzak kurulur ve biz o tuzaklara düşmemek için uyanık olmak zorundayızdır. Hem yerin dibine batırır hem de el üstünde tutarız burayı. “Gideceğim” der, bir yere gitmeyiz. Ne dersek diyelim, severiz biz burayı…
Halayını, türküsünü, tanıdığını, hiç mi yok’unu, masalarda kurtarmayı severiz. Asansör düğmesine basılıyken, emin olmak için bir kere daha basan tek memleket de biziz.