Güncelleme Tarihi:
Ahmet Taner Kışlalı ve ilk eşi Nilgün Hanım (Nicole) ‘‘İki Türk'ün Ölümü’’ kitabında buluştu:
İki yıl önce bombalı bir saldırı ile katledilen yazar Ahmet Taner Kışlalı ve ondan dört yıl önce bir trafik kazasına kurban giden ilk eşi Nilgün Kışlalı'nın yaşamöyküsü bir kitaba konu oldu. ‘‘İki Türk'ün Ölümü’’ adıyla, Ümit Yayıncılık tarafından yayımlanan kitap, Kışlalılar'ın 20 yıllık gazeteci damadı Sıtkı Uluç tarafından kaleme alındı. Anadolu Ajansı'nın Brüksel Temsilcisi olan Uluç, kitabın satışından elde edilecek geliri, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın da kurucu üyesi olduğu Anadolu Çağdaş Eğitim Vakfı'na (ANAÇEV) bağışladı ve eşi Dolunay'a, Atatürk'e ve Türkiye'deki tüm terör ve trafik kurbanlarına ithaf etti. ‘‘Nilgün’’, ‘‘Ahmet Taner’’ ve ‘‘İran’’ başlıklı üç bölümden oluşan kitap, 1943 yılında Fransa'nın güneybatı sahillerinde Nicole olarak doğan, ancak Ahmet Taner Kışlalı'ya olan aşkının peşinden Türkiye'ye gelen ve ‘‘Türk’’ olan Nilgün Kışlalı'nın ailesinin ilginç hikayesiyle başlıyor. Yazar Uluç, aslında 10-12 yıl önce Nilgün'ün hikayesini yazmaya karar veriyor, ancak epeyce yol aldığı çalışmaları, Nilgün'ün 1995 yılında cinayet gibi bir trafik kazasına kurban gitmesiyle aksıyor. Dört yıl boyunca Ahmet Taner Kışlalı'dan, ‘‘Nilgün'ün kitabını yazmalısın, bak söz verdin’’ sözlerini duyan Uluç, Kışlalı'nın da öldürülmesiyle acısını kitaba dökmekte zorlanıyor. Fakat bir gece bir rüya görüyor. Rüyasında, güzel bir mezarlıkta Kışlalı ile karşılaşıyor. Kışlalı, ‘‘Sana bir vasiyetim var, unutma!’’ diyor ona. Uluç, ‘‘Ahmet abi, nedir vasiyetiniz?’’ diye peşinden koşuyor. Kışlalı dönüyor:
- Ayıp ediyorsun. Yazılı verdim bunu sana. Alt kata in, dolabın içindeki yeşil dosyanı aç. En üstte yazılı duruyor! Ter içinde uyanan Uluç, titreyerek alt kata iniyor, yerini bile tam bilmediği yeşil dosyayı arayıp buluyor: İçinde Nilgün'ün kitabı için Kışlalı'nın yazdıkları, yaptığı araştırmaların belgeleri, notların durduğunu görüyor. Sıtkı Uluç ‘‘İki Türk'ün Ölümü’’nü yazmanın boynunun borcu olduğunu o an anlıyor.
Paris'te tanışırlar, 1966 Sonbaharı'nda. Ahmet Taner Sorbonne'da doktorasını yapar ve bir yandan da İngilizce kursuna giderken. İşte aynı kursa giden ‘‘Fransız güzel’’dir Nicole. O da bu ‘‘akıllı, yakışıklı ve efendi adam’’ı farketmiştir. Kışlalı'nın davetiyle bir Türk lokantasına giderler, çıkışta bir caz kulübe doğru yürürken, ağzına bir naneli ‘‘tic tac’’ atar Kışlalı, bir tane de Nicole'e uzatır. Hazmı kolaylaştırdığını söyler. Yıllar sonra, Nicole'ün ‘‘içinde uyuşturucu olabileceğini’’ düşünerek şekeri çaktırmadan cebine attığını öğrenecektir.
Nicole ne kadar tezcanlı, doğal, hareketli, enerjik, sevgiyi saklamanın değil, dışa vurmanın erdemine inanan, iyimser biriyse, Ahmet Taner o kadar ağırbaşlı, durgun, ölçülü, biçilidir. Ama yine de aralarındaki ilişki, kısa sürede aşka dönüşür.
ÜÇÜNCÜ KIZIN ADI ‘ŞİNANAY’ OLACAKTI
Birlikte izledikleri bir Kırgız filminden etkilenerek, yıllar sonra doğacak ilk çocuklarına, o filmin başrolündeki kızın adını, Altınay'ı verirler. İkinci hamilelikte seçimi karısına bırakan Ahmet Taner Kışlalı, ‘‘Sen yine Aytmatov'un kitaplarını karıştırıver’’ cevabı alır; Dolunay ismi de öyle bulunur. Evlenmeye karar verdiklerinde altı çocuk istediğini söyleyen Nicole, Altınay'dan sonra pes eder. Dolunay için istek ve ısrar Kışlalı'dan gelir. Kışlalı'nın zaman zaman sorduğu ‘‘Ya üçüncü bir kız daha olsaydı?’’ sorusuna Nilgün hep kahkahalarla cevap verecektir: ‘‘Altınay ve Dolunay'dan sonra üçüncü kız olursa, adını Şinanay koyarız!’’
Nicole nişanlanmak için Türkiye'ye geldiğinde, Fransa'daki yakınlarının yaptığı gibi, Fransız Elçiliği çalışanlarınca da bu evlilikten vazgeçmesi konusunda uyarılır. Ama o herkese aynı şeyi söyler: ‘‘Seviyorum. Aşkım uğruna her şeye katlanabilirim!’’ Kışlalı, yıllar sonra kızı Dolunay karşısına geçip, ‘‘Sıtkı'yı seviyorum’’ dediği zaman katı bir tepki gösterir ama kısa bir süre sonra, Dolunay'ın annesine ne kadar benzediğini, onun kalitelerini nasıl kaptığını ve ne kadar haklı olduğunu anlayacaktır.
PANTOLON ÜTÜLEYEN BAKAN KARISI
Çok güzel bir şekilde ‘‘Amed’’ dediği kocasıyla birlikte Türkiye'yi, Türkleri, Türkçe'yi çok seven Nilgün Fransa'ya yazdığı ilk mektuplarda Ankara'yı şöyle anlatır: ‘‘Burada bir Atatürk Bulvarı var, Champs Elysees gibi. Anıtkabir ise Trocadero'dan daha görkemli...’’
Ankara'da bir butik açar, halkla ilişkiler ile ilgilenir, Karayalçın döneminde Ankara Belediyesi Protokol Müdürü olur. Kocasının en büyük yardımcısıdır. Hem evde, hem dışarıda hep çalışır. Ahmet Taner Kültür Bakanı olduğunda, bakan eşiyken de alçakgönüllüğünden hiçbir şey kaybetmez. Adnan Binyazar o günlerden bir anekdotu şöyle anlatır:
‘‘Yıl 1978. Ekim ayının 10'u. Moskova'da bir otelin krallara özgü odalarında kalıyoruz. Ahmet Taner Kışlalı Kültür Bakanı. Müsteşar, Prof. Şerafettin Turan. Ben Daire Başkanı'yım (...) Nilgün Kışlalı bakan eşi, burun kaldırsın, şöyle bir büyüklensin, yok yok yok. Bir eş, bir kardeş, bir dost (...) Toplantıların ön hazırlığını yaparken kapı vuruluyor. Nilgün Hanım başını uzatıyor. Buyrun hanımefendi, diye toparlanıyoruz. Şöyle diyor: Sizin burada kimseniz yok, Ahmet'in pantolonunu ütüledim, verin sizinkileri de ütüleyeyim!’’
CİNAYET GİBİ KAZA TÜRK GİBİ ÖLÜM
Sıtkı Uluç ve Dolunay Kışlalı evlenip Brüksel'de yaşamaya başlarlar. Başlangıçtan bu yana en büyük dostları yine Nilgün'dür. Ahmet Taner, kızının kendisinden 20 yaş büyük olan Uluç'la evlenmesine karşı çıktığında ve ‘‘Aileler Meclisi’’ kurulduğunda, onları destekleyen de Nilgün'den başkası değildir.
9 Eylül 95 gününün sabahı trafik kazası haberi Brüksel'de ilk Sıtkı Uluç'a verilir: ‘‘Ahmet Taner Kışlalı ve eşi Antalya'ya giderken bir trafik kazası geçirdiler. Kışlalı ağır yaralı, maalesef Nilgün Hanım'ı kaybettik.’’
Telefon konuşmasından bir şeyler olduğunu anlayan Dolunay Kışlalı, sürekli ‘‘Babama bir şey mi oldu?’’ diye sorar. Sonunda Sıtkı Uluç'un ‘‘Dolunay neden hep babanı soruyorsun, anneni sormuyorsun?’’ sorusuna ise şöyle diyecektir:
- Anneme birşey olmaz ki...
Ama olur. 48 saat içinde sekiz kişinin can verdiği yolda, cinayet gibi kazaya kurban gider Nilgün. Tıpkı bir Türk gibi... ‘‘Ben ölürsem tabutumu mutlaka Türk bayrağına sarın’’ demiştir. Kurallar gereği bu yerine getirilemez ama küçük bir Türk bayrağı tabutun önüne iliştirilir. Kışlalı, ‘‘Bir Türk'ün Ölümü’’ adlı makalesinde, 28 yıllık hayat arkadaşını anlatır acıyla.
TEKRAR EVLENSEM NE DERLER
Dolunay Kışlalı-Sıtkı Uluç'un evine ilk yalnız gelişinde Kışlalı, Nilgün'süz sudan çıkmış balık gibidir. Damadı, neden yeniden evlenmeyi düşünmediğini sorar. Aralarındaki konuşma şöyle gelişir:
- Nilgün'ün yeri doldurulamaz ki...
- Orası kesin. Ama daha gençsiniz, yalnız yaşamak zor.
- Kazada ben ölseydim, bu soruyu Nilgün'e de sorar mıydın?
- Sorardım.
- Ne derdi acaba?
- Ahmet'in yerini kimse dolduramaz, derdi herhalde
- Evlensem, yakınlar, insanlar ne düşünür?
- İnsanların böyle konularda ne düşündüğü o kadar önemli mi? Ben Dolunay'la evlenince kimlerin neler düşündüğünü ve ne kadar yanıldıklarını biliyorsunuz. Siz bile...
Nilüfer Hanım'la evlendikten sonra kızkardeşine şöyle yakınacaktır Kışlalı: ‘‘O kaza ile birlikte her şeyimi kaybettim. En yakın dostlarımdan bile anlayış görmediğim oluyor. Evimiz yuvamız dağıldı, gitti. Kazada benim suçum yok, keşke ben de ölseydim. Yalnız yaşayacak gücüm yok. Çabuk evlenmeme ters tepki gösterenler oluyor. Kimseyle flört edecek, kimseyi oyalayacak halim de yoktu ki... İntihar etmeyi bile düşündüm.’’
O dönemde Kışlalı'yla zorlukları gerçek anlamda paylaşan tek kişi ikinci eşi Nilüfer Hanım'dır; Nilgün'ü yakından tanıyan, güler yüzlü anısına her zaman saygı gösteren bu kadın da evliliğinden sonra şaşırtıcı bir talihsizlikler serisi yaşayacaktır. Ama kızının kendisinden 20 yaş büyük bir erkekle evlenmesine karşı çıkan Kışlalı, kendinden 25 yaş küçük bir kadınla, gül gibi geçinip gidecektir.
21 Ekim 99'da katledilinceye kadar.
Haber Brüksel'de yine ilk Sıtkı Uluç'a gelir. Kitabına şu cümleyi düşecektir Uluç: ‘‘Neyse ki bizim ailede cinayetler uçak saatine uygun bir şekilde işleniyor...’’
KIZLARI DOLUNAY’DAN SON SÖZ
Kitabın son bölümlerinde, hem Nilgün'ün, hem Kışlalı'nın ‘‘öldürülüş’’ biçimleri, nedenleri ve yanıtsız kalan sorular ele alınıyor. İran'la ilgili geniş bir bölümün de yeraldığı kitabın son sözünde Dolunay Kışlalı, İran-Türkiye ilişkileri nedeniyle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e, Başbakan Bülent Ecevit'e yazdığı mektuplardan ve Dışişlerine yazdığı dilekçeden sözediyor. ‘‘Babamın öldürülmesinde İran'ın büyük sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Türk Devleti'nin sorumluluğu olmadığını söyleyenlere inanmıyorum. Bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı, dilekçeme yanıt vermeyerek sorumluluğunu kabullenmiştir benim gözümde.
Başbakan kısa bir mektupla beni avuttuğunu, belki de uyuttuğunu zannederek, vatandaşlık hakkımı esirgeyerek ve bir yandan da babam gibi pek çok insanımızı öldürenleri, öldürtenleri affedip siyasette prim yapacağını zannederek büyük sorumluluk altına girmektedir bence...’’
NİLGÜN BURALARDA DOLAŞIYOR
Ahmet Taner Kışlalı, dünyaya materyalist gözle bakmakla birlikte, özel yaşamında kendi ölçüleri içinde dini inancı olan biridir. ‘‘Bazen Nilgün'ün buralarda olduğunu hissediyorum’’ der bir gün.
Anlattığına göre evin hemen yanındaki elektrik lambası uzunca bir süredir yanmamaktadır. Belediyeye gerekli bildirimde bulunulduğu, ekipler gelip birkaç kez onarmaya çalıştığı halde, bu lamba yanmaz bir türlü.
Nilgün'ün toprağa verildiği günün akşamı, bahçede yine onun yakınında olduğu hissine kapılır Kışlalı. Ve o sırada aylardır bozuk duran sokak lambası kendiliğinden yanıverir!