Neyin yalınayak hükümdarı

Güncelleme Tarihi:

Neyin yalınayak hükümdarı
Oluşturulma Tarihi: Şubat 04, 2001 00:00



Emel ARMUTÇU
Haberin Devamı

CD'ye kaydedilen taksimleri ve çoğu ilk kez yayımlanan fotoğraflarıyla Neyzen Tevfik

Şık olması bir yana, üstü başı meze lekeleriyle dolu yırtık bir giysi. Yandan patlamış, parmakları dışarı fırlamış kunduralar. Darmadağınık, kirli, uzun saçlar. Kızarmış, şişmiş gözler... İkram edilen şaraplar karşısında üflenen ney. Kendisine evler, temiz yataklar yerine meyhaneleri, pis serseri yataklarını, özellikle de ‘‘tımarhaneleri’’ mesken edinmiş bir beden -ki o bedenin sahibi Padişah'ın huzurunda da, Atatürk'ün önünde de üfleyebilmektedir neyini... Zehir gibi zekadan ibaret bir beyin. ‘‘Lisanın tuzu, biberi olan küfür’’le dolu bir ağız. Döneminin pek çok önemli kişisini yerinden zıplatan hicivler. Hakkı Süha Gezgin'e göre, ‘‘kainatı kamış parçasına doldurmuş bir sihirbaz.’’ Opera Müdürü'nün dudaklarından döküldüğü üzere ‘‘Sadece çalmayan, aynı zamanda besteleyen’’ bir yorumcu. Selahaddin Enis'in deyişiyle ise ‘‘Bağrı açık ve yalınayak bir hükümdar.’’ Bunların hepsi Neyzen Tevfik Kolaylı.

‘‘Felsefemdir kitab-ı imanım/taparım kendi ruhumun sesine/ secde eyler hakikatim her an/kalbimin ateş-i mukaddesine’’ demişti. Hakikaten de öyle yaşadığı anlaşılıyor. 1879-1953 yılları arasında sürdürdüğü hayatıyla bugün bir efsane kişilik halinde anılan Neyzen Tevfik, ilk kez CD'ye kaydedilen taksimleriyle yeniden aramıza geldi.

Geçtiğimiz hafta Kalan Müzik tarafından piyasaya çıkarılan albüm, başlangıçta ‘‘Ney Virtüözleri’’ olarak düşünülmüştü. Çünkü Neyzen'in, birkaç taş plak dışında, bir albümü dolduracak kadar kaydı yoktu ortalıkta. Bir gün, Neyzen'in -yine- kalacak yeri olmadığı için radyocular tarafından radyoda yatırıldığı, ‘‘gelmişken’’ de ney taksimlerinin kayda alındığı çalındı kulaklara. Ama öyle bir kayıttı ki bu, Neyzen her zamanki gibi sarhoş olduğu için arada bir sızıyor; uyandıktan sonra yeniden çalmaya devam ediyordu. Bu, 15'er dakikalık, tek taraflı bantları bir hurdacıda bulan, yıllardır Neyzen Tevfik'le ilgili doküman toplayan Kubilay Dökmetaş'tı. Onun ses ve görsel arşivi, Kalan Müzik arşiviyle buluştu. Neyzen Şenol Filiz, kayıtları titiz bir çalışma sonucu biraraya ve dinlenebilir hale getirdi. Neyzen Tevfik ve Azab-ı Mukaddes adlı kitabın yazarı Mehmet Ergün, ayrıntılı bir hayat öyküsü kaleme aldı. Cemal Ünlü, Melih Özaltıner, Gökhan Akçura ve Murat Uncu da arşivlerini açınca ortaya özenli bir Neyzen Tevfik CD'si çıktı. CD, bir zamanlar dinleyenlerin büyülendiği taksimleri, çoğu ilk kez yayımlanan fotoğrafları ve O'nun sıradışı hayatını içeriyordu.

TIMARHANENİN GEDİKLİSİ

O hayat ki, bugün gerçekle söylencelerin içiçe geçtiği, inanılmaz bir hayattı. O, parayı, ünü, malı, 'olanak'ları elinin tersiyle itti. Düzeni, otoriteyi, yetkiyi, kuralları yok saydı. İçip sızıp dağıttı. Tımarhanelerin gediklisi oldu. Pek çok şeye saydı, sövdü; pek çok kişiyi hicvetti. Zindanlara, hapisanelere, tımarhanelere çok sık uğradı. Çok sık alkol komasına girdi. Tıpkı Bektaşi gibi, hálá dilden dile dolaşan fıkraların kişisi oldu. Sanatçılardan, önemli zatlardan, devlet adamlarından da dostları vardı; hırsızlar, yankesiciler, esrarkeşlerden de. Sarayda, köşklerde de konser verdi, vapurlarda, izbeliklerde de. ‘‘Mutlak özgürlük’’ denebilecek bir boşvermişlikle, sadece ve sadece içinden geldiği gibi yaşadı. Üstelik bunu zorunluluk nedeniyle değil, tamamen bilinçli bir seçim sonucu yaptı. İlk kitabının adı olan ‘‘Hiç’’ sözcüğü hayatını anlatmakta bir anahtardı sanki. Ama neyini üflemeye başlayınca...

24 Mart 1879'da Bodrum'da dünyaya geldi. Bodrum Rüşdiyesi Başmuallimi babası Hafız Hasan Efendi, aydın düşünceli, müzikten anlayan, esprili bir insandı. Anne ve babasının ‘‘güzel yüzlerindeki riyasız, masum insanlık ifadesi’’nden sözetmişti Neyzen. İlk tutkusu olan denizin yerini, yedi yaşında ney alıverdi. Ney üflemek isteği, öğrenimini etkiler diye babası tarafından geri çevrildi ama o kamıştan, ağaç dallarından ve başaktan yaptığı 'ney'lerle çalmaktan geri kalmadı. O zaman da çocukları etrafına topluyordu.

1892'de taşındıkları Urla'da usta bir neyzen olan Berber Kazım'la tanıştı, ders almaya başladı. Sara nöbetleri, doktorlar, yatılı okul günlerinden sonra neyini koltuğunun altına sıkıştırdığı gibi İzmir Mevlevihanesi'nin yolunu tuttu. İstibdat dönemiydi ve İzmir sürgün yeriydi. Orada pek çok seçkin aydınla, özgürlükçü düşünce ile tanıştı. En önemlisi de kendisine hicvin kapılarını açacak olan Eşref'le... Sonra babasının isteğiyle İstanbul'da Fethiye Medresesi'ne yerleştirildi ama medrese ortamıyla bağdaşması ne mümkün; ileri geri konuşmaları ve kural tanımazlığıyla kısa sürede ayrılacak, han odalarında yaşamaya başlayacaktı. Gülistan Plak'la plak doldurma girişimi aşırı alkollü olduğu için başarısızlıkla sonuçlandı. Ama 1949'da yayımlanan Azab-ı Mukaddes adlı kitabında yüze yakın plak doldurduğunu belirtecekti.

Tanıdık alanı giderek genişledi. Káh köşk, yalı ve konaklara çağrılıyor, saray çevresine sokuluyor; káh istdibdada karşı gençlerle buluşup söyleşiyordu. Eh, 35 kez jurnal de edildi, ciddi sorgulamalardan geçirildi. Bu yüzden 1902-1908 arasını Mısır'da geçirdi. Orada geçimini neyle sağladığı, bir neyzenler kahvehanesi işlettiği, taş plak doldurduğu, bir toplantıda tabancasını ateşlediği ve yargıca ‘‘haksızlık yapıyorsunuz’’ dediği için tutuklandığı, Lübnanlı bir kadınla iki ay yaşadığı söylendi.

HAYATIN DA VİRTÜÖZÜ

İstanbul'a 2. Meşrutiyet ve dolayısıyla 'hürriyet' ilan edildiği için döndü ama tutuklanmak kaderiydi. Askerliğini de ‘‘kendince’’ yaptı; sık sık komutanıyla kavga ederek, küserek, barıştırılarak... Tımarhane ile 1919'da tanıştı ama yıllarca sık sık orada ‘‘en güzel günlerini’’ geçirdi. Hatta Bakırköy'de 21 numaralı koğuş ona ayrıldı, istediği zaman gitti, kaldı. Hayatı boyunca hiçbir fikre sonuna kadar inanmadı ama hep Atatürk'ün yanında oldu. Hatta huzurunda ney üfledikten sonra ‘‘arzusu’’ sorulduğunda ‘‘bir hüvviyet cüzdanı’’ istemişti.

Sonraki günleri de meyhanelerde, sokaklarda, kimi kez ney çalıp para toplayarak; kimi kez şarap karşılığı verdiği konserlerle geçti. 28 Ocak 1953'te öldüğünde, geride çok şey bırakmıştı. O üflediği neyle bir usta, yaşadığı hayatla bir virtüözdü.

Not 1: Bilgilerin büyük çoğunluğu, Mehmet Ergün'ün makalesinden alınmıştır.

Not 2: Kalan Müzik, telif hakları için, Neyzen'in izi hiçbir şekilde bulunamayan, 1910 doğumlu kızını arıyor.

Neyzenliğinin yanısıra şair, özellikle de hiciv şairi. Geride müziği, felsefesi kadar bugün bile hiçbir şeyin değişmediğini gösteren hicivlerini bıraktı. İşte ‘‘politikacı’’yı anlattığı bir örnek:

Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler/Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler/Künyeni almak için partiye ettim telefon/Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us dediler.

Boynunda eski yazı ile ‘‘Hiç’’ yazıyor. Hiç, hayatının anahtar sözcüğü sanki.

Yaşamı boyunca karşı çıktıkları: Bağnazlık, kör inançlar, dinsel duygu sömürücülüğü, çıkarcılık, sahtecilik, ikiyüzlülük, vurgunculuk, yönetsel yetkileri kötüye kullanmak vs. oldu.

Neyzen'i çok takdir eden Hüseyin Rifat Bey, onun son yazdığı şiirlerden birini okuyor.

1910 yılında ‘‘sarıklı bir zatın kızı olan Cemile hanımla, annesinin ısrarı ile evlendi. Bir kızı oldu. Ancak evliliği yürümedi. Kızı Leman henüz üç aylıkken ayrıldılar.

Neyzen Tevfik'in ‘‘Hiç’’ isimli şiir kitabının kapağı.

Cenaze törenine katılanlar, hayatını özetliyordu: Vali, kalburüstü memurlar, üniversite kadrosu, edebiyat ve sanat adamları, musiki çevresi, sokak kemancıları, sarhoşlar, esrarkeşler, ayyaşlar...

Ölmeden bir süre önce çekilmiş fotoğrafı. İki filmde oynadığı söyleniyor. Jübilesi ise 1952 yılında Şehir Komedi Tiyatrosu'nda yapıldı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!