Güncelleme Tarihi:
Filistin Yönetimi Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın bu hafta Yahudi basınının temsilcileriyle Ramallah’ta yaptığı üç saatlik toplantı, İsrail kamuoyuyla diyalog kurmak için gösterilmiş bir çabaydı. Muhtemelen ABD’nin yüreklendirmesiyle düzenlenen bu mülakatta Abbas’ın söylediği yeni hiçbir şey yoktu.
Ancak Filistin Yönetimi liderinin Amerikalılara iletmeyi başardığı mesaj müzakerelerde ilerlemek için hazır olduğu ancak Benjamin Netanyahu’dan hiçbir ses çıkmadığı yönünde oldu. Abbas, “Netanyahu’dan henüz hiç ilerleme işareti gelmedi” dedi.
Filistin Yönetimi Devlet Başkanı’nın bu hesaplanmış diyalog çabası Netanyahu hükümetinin günden güne daha anlamsız bir hale gelen dış politikasıyla taban tabana zıt.
Bu hükümet 15 yıl önce kurulduğunda, garip bir gerçek de ortaya çıktı: Dışişleri Bakanı açıkça ve dürüstçe, Netanyahu’nun benimsediği müzakere çabalarına bir inancı olmadığını söyledi.
Lieberman’ın kendisini süreçten ayırmasıyla, barış müzakerelerinin sorumluluğu büyük oranda Savunma Bakanı Ehud Barak’ın omuzlarına yüklendi. Barak’ın ABD hükümeti yetkilileriyle nispeten samimi ilişkileri de buna katkıda bulundu. Bu hafta ABD’nin Ortadoğu Temsilcisi George Mitchell’la Lieberman değil Barak buluştu. Önümüzdeki günlerde Filistin Yönetimi Başbakanı Selam Feyyad’la da yine Barak görüşecek.
Netanyahu’nun Barack Obama’yla buluşmak için gideceği Washington ziyaretine hazırlandığı şu günlerde, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın arası bu kez de Türkiye’yle gerilen diplomatik ilişkilerin nasıl çözümleneceğiyle ilgili olarak açıldı.
Lieberman’ın Ahmet Davutoğlu’yla bir yakınlaşma görüşmesi yapmayı asla kabul etmeyeceğini, Davutoğlu’nun da Lieberman’la bir araya gelmeyeceğini bilen Netanyahu, Lieberman’ın arkasından hareket edip, Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Binyamin Ben Eliezer’i Davutoğlu’yla görüşmeye gönderdi.
Netanyahu’nun bu kararı koalisyonun istikrarına büyük zarar da verebilir çok fazla etki de yapmayabilir. Ancak Başbakan’ın hamlesinin toplantıyla ilgili daha önceden bir bilgisi olmayan Lieberman’ı öfkelendirdiğini söylemek mümkün. Dahası bu gerginlik İsrail’İn diplomatik politikalarının ne kadar sorunlu olduğunu gösteriyor.
Şimdiye kadar, hükümetteki bu tuhaf yapı nispeten idare edilebilir bir durumdaydı. Lieberman enerjisinin büyük bir kısmını Güney Amerika, Rusya ve Baltık Devletleri’yle bağların güçlendirilmesine harcarken barış müzakerelerini büyük oranda Barak ve Netanyahu’ya bırakmıştı.
Lieberman’ın son başarılarından bir tanesi belli ki Kıbrıs Rum Yönetimi’yle kurulan yakın ilişkiler oldu. Ancak Kıbrıslıların bu yakınlığı da muhtemelen İsrail’e sevgilerinden çok Türkiye’ye duydukları düşmanlıktan kaynaklanıyor. Lieberman şimdi de Avrupa Birliği’nin 27 üyesinden biri olan Malta’ya kur yapıyor. Yine de bütün bu gelişmeler Türkiye’yle süregelen krizin ve Filistin cephesinde yaşanan durgunluğun gölgesinde kalıyor.
Filistinlilerle nasıl ilerlenmesi gerektiği konusunda birçok fikir söz konusu. Örneğin Lieberman’ın çok kendine has bir iki devletli çözüm önerisi var. Geçen hafta, Dışişleri Bakanı Jerusalem Post’a yazdığı bir makalede bu fikirleri ortaya koymuş, toprak alışverişiyle Filistin Devleti’nin sınırlarının İsrailli Arapları kapsayacak şekilde yeniden çizilmesini buna karşılık İsrail’in sınırlarının da Batı Şeria’daki Yahudileri içine alacak şekilde yeniden belirlenmesini teklif etmişti.
Barak geçtiğimiz günlerde “iddialı bir diplomasi politikası”na ihtiyaç duyulduğunu söylerken, muhtemelen Başbakanlık’ta olduğu 2000 yılında kabul ettiği ancak Yaser Arafat’ın reddettiği Clinton parametreleri çerçevesinde konuşuyordu. Ben-Eliezer’in savunduğu diplomatik strateji ise tutuklu El Fetih lideri Mervan Barguti ile müzakerelere girilmesini öngörüyor.
Ancak Başbakan sessizliğini koruyor. Hem sağdan hem de soldan yükselen eleştirel sesler, Netanyahu’nun müzakerelere bir hız kazandırabilecek ve uluslararası kamuoyuna İsrail’in ihtiyaçlarını anlatabilecek bir pozisyonu açık açık ortaya koymak yerine kendi siyasi kariyerini kurtarmaya odaklandığını dile getiriyor.
Ancak, yerleşimlerin inşaatlarındaki 10 aylık durdurma, Eylül ayında sona erecek. Abbas da büyük bir ustalıkla kendisini Başbakan’ı bekliyormuş gibi göstermeyi başarıyor. Netanyahu’nun bu koşullar altında zor kararlar alıp, hem ülke içinde hem de yurtdışında çelişkili ajandalar taşıyan bazı oyuncuları yalnızlaştırması gerekiyor.
Aslına bakılırsa, Netanyahu için karar zamanı önümüzdeki hafta Obama’yla karşı karşıya oturduğu zaman gelecek. İsrail’in iyiliği için Başbakan Beyaz Saray’a hazırlıklı gitse iyi olur.