Nedir yüreğinizdeki gizli niyet, Süveyda

Güncelleme Tarihi:

Nedir yüreğinizdeki gizli niyet, Süveyda
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 09, 2013 00:00

RAMAZAN ayı yaklaşık 36 yılda bir aynı döneme denk geliyor; 36 yıl sonra da kalmayı başarırsak bu dünyada bizler ve “36 yıl sonra da bu dünyada var olsunlar” diye haklarında dilekler tuttuğumuz çocuklarımız...

Haberin Devamı

Yazmak yürek sızlatıyor, anne, baba, anneanne, babaanne ve dedeler 36 yıl sonra ihtimal ki bizimle birlikte olamayacaklar; belki onların yerini bizler alacağız, çocuklarımız bizlerin yerini, torunlar çocuklarımızın yerini alacak. Kuşaklar kendini böyle büyük bir döngüyle yenileyecek, kim bilir bu yenileniş hangi gelenekleri silecek?

BAYRAM HARÇLIĞI

O yüzden “36 yıl sonraya ne kalmasını istersin?” diye sorsalar “Hiç olmazsa bayram harçlığı geleneği” derim. Çünkü, bayram harçlığı verilecek bir ortam varsa, orada bir buluşma var, demektir. Şimdilerde anne olmuş olanlar da bu buluşmanın harçlıklarını verirken, 36 yıl öncesini “O yılın ramazanında artık kocaman, büyük bir aileydik....” diye anlatırlar, artık. Velhasıl ramazanlar neye dönüşürse dönüşsün, sonunda bayram harçlığı verilecek bir ortam olsun. Ve son sözümüz geçen sene olduğu gibi bu yıl da büyüklere; harçlıkları enflasyona ezdirmeyin ve lüks iftar sofralarından uzak durun, yoksulluğu yenmek için yoksullarla birlikte olun.

Bu yıl geçmiş senelerden farklı olarak, Ramazan Sayfamızı, Türkiye Edebiyatının seçkin yüzlerce yazarı arasında kendilerine yer bulmuş olan öykücü ve romancılara açtık; kendi kişisel tarihlerinin ramazan hikâyelerini kaleme almalarını istedik. Ramazan bittiğinde, bütünüyle Türkiye Edebiyatı’nın “Ramazan” külliyatına hatırı sayılır bir katkı yapacak olan bu özel çalışma için bizlere destek olan yazarlarımıza şimdiden teşekkür ediyorum. Projemize yaptığı katkı nedeniyle Doğan Kitap’ın yöneticilerine, özellikle de Ebru Değirmenci’ye gazetem adına şükranlar...Öte yandan yazarlarımızın yanı sıra Türk medyasının önemli kalemleri de zaman zaman bu sayfadan sizlere seslenecek, bilin istedim.  Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hasan Onat da özel köşesinden, İslam’ın akıl ve bilimle ilişkisini irdeleyen yazılarıyla ay boyunca sizlere ulaşacak. Hasan Onat hocanın akademisyen dostları da bazı günler Hürriyet okurları için yazacak. İyi ramazanlar.

Haberin Devamı

BİR BABADAN KÜÇÜK KIZA MEKTUP

Haberin Devamı

“... SANA otel odasından yazıyorum. Biraz evvel yatağa uzanmadan çarşaftaki fare pisliklerini temizledim. Bu otelde her yer fındık faresi kaynıyor. En kısa zamanda kendime barınacak daha temiz bir yer bulmam gerekiyor sanırım. Ama bu şimdilik olanaksız... Şu anda resmin başucumda duruyor ve ben ona baka baka sana bu satırları yazıyorum...” cümleleriyle başlayan 20 Kasım 1979 tarihli bir mektup postalanır Bingöl’den Ankara’ya, bir babadan bir küçük kıza.

PEYGAMBER SOYUNDAN

Şimdi bu mektubun göndericisi ve alıcısını unutup, 267 yıl öncesine gidelim. Bingöl’e yaklaşık 200 kilometre uzaklıkta, Erzurum’un Hasankale beldesinde Erzurumlu İbrahim Hakkı doğmuştur, rivayettir ki 18 Mayıs 1703. Babası Osman Efendi, annesi Hz. Muhammed’in soyundan geldiğine inanılan Şerife Hatun’dur. Şerife Hatun 1710 yılında vefat eder; İbrahim Hakkı yedi yaşında yetim kalır. Eşinin ölümünün etkisiyle de olabilir; Osman Efendi oğlunu amcalarına emanet ederek bir mürşide mürid olmak arzusuyla Siirt’in Tillo beldesine gider, Şeyh İsmail Fakirullah’a bağlanır.

Haberin Devamı

BABASININ ARDINDAN

İki yıl sonra da İbrahim Hakkı emanetine bırakıldığı amcası Şeyh Ali ile birlikte babasının yanına, Tillo’ya gelir. Yaklaşık sekiz yıl boyunca babası gibi Şeyh İsmail Fakirullah’ın müridi olarak Tillo’da kalır, 1720 yılında Erzurum’a geri döner. 1728’de bir kez daha Tillo’dadır; şeyhinin ölümüne dek buradan ayrılmaz. Tasavvuf inancının tüm derece ve görevlerini yerine getirir, Şeyh vekilliğine kadar yükselir. 1747- 1754 yılları arasında dönemin padişahı I. Mahmut’un özel izniyle İstanbul- Saray Kütüphanesi’nde araştırmalar yapar. 1780’de Tillo’da vefat eder. Şeyhi’nin oğlu Mustafa Fani Efendi tarafından babasının türbesine defnettirilir. İbrahim Hakkı, dini bilimler alanında olduğu kadar tıp, astronomi, coğrafya, matematik, psikoloji, zooloji, geometri gibi alanlardaki uzmanlığıyla, İslam bilim tarihinin önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir. Divan, İrfaniyye, İnsaniyye ve Mecmuatü’l-Meani ile kendisine asıl ünü sağlayan Marifetname adlarında 5 ana eser kaleme alır. “Türk dilinin ilk ansiklopedisi” olarak da nitelendirilen Marifetname 1757’de Türkçe yazılmıştır. Eser, içerik olarak hem metafizik, hem de pozitif bilimler çerçevesinde, tasavvuf ile itikat/ ibadet esaslarına değinir, astroloji, anatomi, fizyoloji, jeoloji, matematik, sosyoloji gibi konularda başlıklar açar.

Haberin Devamı

KALPTE  SİYAH NOKTA

Şimdi Marifetname’nin bizimle ilgili kısmına gelebiliriz. Eserin tasavvufi ve “anatomik” bir maddesine; İbrahim Hakkı “O” sözcük için şu tanımı yapmaktadır: “...Kalbin ortasında bulunan siyah noktadır. Bu siyah nokta iç güneşinin doğuş yeridir. Bu mücerred nokta, ilk akıl ve mükemmel ruh olan en büyük noktanın karşısında kamil insanın aynasıdır ve ilahi güneş ışığının müminin kalbine doğmasıdır. İlâhi sırlar bu noktaya dolunca gönül sohbetlerine girilir ve Cenab-ı Hakk’ın meclisine varılır. Böylece insan huzura ve saadete kavuşur...”

Yeniden Bingöl’e dönelim... Babayla kızın mektuplaşmasına... Kış gelmiştir; 7 Aralık 1979 tarihli mektupta şu bilgi paylaşılmaktadır: “... Soğuğa ve kışa rağmen kaldığım otel odası çok sıcak oluyor. Odamda bir odun sobası var. Akşam üzeri onu korkunç bir şekilde yakıyorlar. Öyle sıcak oluyor ki pencereyi açmak zorunda kalıyorum...”

Haberin Devamı

Mektubun göndericisi Metin Altıok’tur, alıcısı kızı Zeynep Altıok. Şimdi bir düş kurabiliriz: Metin Altıok o kış gecelerinin birinde Bingöl’ü de etkisi altına almış olması ihtimal Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sini okumuş olsun. Marifetname’de “O” maddeye yani Süveyda’ya geldiğinde bir an için dursun, notunu alsın ve o not günler sonra Bingöl Lisesi Felsefe öğretmeninin şu dizelerine dönüşsün:

SÜVEYDA

“Yeni bir sözcük öğrendim geçende rastlantı sonucunda;
Eskiden yüreğin ortasında bulunduğu sanılan siyah nokta,
Yani mecazi anlamda bir gizli niyet bir duygu ve düşün
Ve bitkibiliminde tohumun içindeki o itici güç sürgün.
Yoklayın kendinizi şimdi hepiniz sonra söyleyin bana;
Nedir yüreğinizdeki siyah nokta gizli niyet süveyda?”

ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI’DAN METİN ALTIOK’A

9 Temmuz 2013 Ramazan’ın ilk günü, Metin Altıok’un da ölümünün 20’inci yıldönümü..  Anımsamak için, unutmamak için; Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan Bingöl’e oradan ilk baskısı 1991 olan Süveyda’ya... Metin Altıok’a...

KUR’AN’DAN ÖĞÜTLER

ADALETİ TİTİZLİKLE AYAKTA TUTUN: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır (Onları sizden çok kayırır). Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Nisa, 4/135) KAYNAK: KUR’AN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

SURELERE İSİM VEREN AYETLER

ENBİYA SÜRESİ: Mushaftaki sıralamada yirmi birinci, iniş sırasına göre yetmiş üçüncü suredir. İbrahim suresinden sonra, Mü’minun suresinden önce Mekke döneminde inmiştir. Abdullah b. Mes‘ud, “Beni İsrail (İsra), Kehf, Meryem, Taha ve Enbiya sureleri, benim Mekke’de ilk öğrendiğim güzel surelerdir” dediği kayda geçmiştir. (Buhari, “Tefsir”, 21/1). Bazı müfessirler 44. ayetinin Medine döneminde nazil olduğu kanaatindedir. Başka konuların yanında peygamberden söz edildiği ve onların kavimleriyle olan münasebetlerine dair bilgilere yer verildiği için sureye “Peygamberler” anlamına gelen Enbiya adı verilmiştir.

ORUÇ VE ÖZGÜRLÜK

 

BAŞLARKEN: “Saygıdeğer okurlar, ramazanın bir adı da Kur’an ayı’dır. Kur’an’ın ilk inen ayeti “Oku!” diye başlar.

Kur’an insandan “Bilmediğinin ardına düşmemesini” (İsra/36), verilere / belgeye dayalı düşünmesini ister. Bu sebepten, biz de sizleri bu köşede, akılla, bilimle ve dinle ilgili bazı konuları birlikte düşünmeye ve anlamaya davet ediyoruz. Bilginin itibarsızlaştırıldığı, aklın küçümsendiği bir süreçten geçerken, Müslümanların en temel sorununun aklı etkin kullanmamak olduğunu, aklını kullanmayanların pislik içinde (Yunus/100) kalacağını hatırlatmak istiyoruz. Diyoruz ki, din ve bilim çatışmak zorunda değil; mutluluk onların işbirliği yapmasında. Aklı etkin kullanmak Allah’ın emri. İslam dini siyasi meseleleri insana bırakmış. Türkiye’nin halkı Müslüman olan diğer ülkelerden farkı, Cumhuriyet’ten, demokrasiden ve laiklikten kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin hiç sömürge olmadığını unutmamak gerekir. İnsanlığın bize ve bizim kök değerlerimize ihtiyacı var. Öyle ise, biz öncelikle dinle ilgili sorunlarımızın üstesinden gelmek zorundayız. Bunun için de ilgilendiğimiz konuda ‘Doğru/ güvenilir/ sağlam bilgi’ye ihtiyacımız var.”

NİÇİN ÖZGÜRLÜK

Ramazan ayının ilk gününde, ilk yazıya “Özgürlük” diye başlamak ne kadar doğru? İslam’ın temel ibadetlerinden birisi olan orucun özgürlükle bir ilişkisi var mı? İbadetler insanın özgürlüğünü kısıtlamıyor mu? Bu tür soruları peş peşe sıralayabiliriz. Ancak hemen belirtelim: Vahiy akla destek için gelmiştir. İnsan olmak, sadece var olmaktan daha fazla bir şeydir ve insanın “olma” süreci baştan sona akılla, bilgiyle ve değerlerle ilgilidir. Ürettiğimiz değerler kadar değerli olabiliriz. İnsan kendi varlığının farkına varmaya başladığı andan itibaren “olma”ya başlar. Bu ise varoluşsal boyutta özgürlük bilinci anlamına gelir. Temel İslami ibadetlerin esas amaçlarından birisi insanın kendi varlığının farkında olmasına katkıda bulunmaktadır. Kendi varlığının farkında olan insan, öncelikle özgürlüğünün ve yaratıcı yetilerinin farkına varır. Doğru, sağlam, güvenilir bilgi ile adım adım kendini inşa eder.

Diğer taraftan Müslümanların en yakıcı sorunları birey bilinciyle ve özgürlükle ilgilidir. Yaygın din algısı, birey bilincinin gelişmesine, eleştirel düşünceye ve özgürlüğün varoluşsal boyutunun keşfedilip büyütülmesine pek izin vermemektedir. Din dili korkuları büyütmektedir; özgürleştirici değildir. Teşvik edilen yaratıcılık değil, itaat kültürüdür. İşin en kötü yanı, korkunun kurumsallaştırılmak istenmesidir. Korkular, toplumda istenilen algının yaratılabilmesi için korkusuzca kullanılmaktadır. Korkuların çoğunun öğrenilmiş olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Korku üreten, korkudan beslenen ve algıları korku ile kontrol etmeye çalışanlar, hem başkalarının korkularını da ithal etmek zorunda kalırlar, hem de bir gün korkuların altında kalırlar.

İBADET İNSANI ÖZGÜRLEŞTİRİR

Dinden beslenen birtakım güç odaklarının korkulu rüyası aslında birey bilinci ve özgürlükle ilgili farkındalık duygusunun gelişmesidir. Oysa Müslümanların “özne” olabilmesi için aklı etkin kullanıp bilgi ve değer üretmeleri gerekmektedir. Üstelik İslam’ın yüksek evrensel değerlerine bugün bütün insanlığın ihtiyacı vardır. İslam dini hayatı ve barışı merkeze alarak, adaletin egemen olduğu bir ortamda yüksek güven kültürü ile insan olmanın ortak paydasını insanlara kazandırır. Korkuların kurumsallaştığı bir ortamda özgürlükten söz edilemez. Özgürlüğün olmadığı yerde İslam olmaz. İşte bunun için Müslümanların en temel sorunun “özgürlük” olduğunu belirtmek istiyoruz.

Özgürlüğün ilk adımı kendi varlığının farkında olmaktır. Tanrı insanı en güzel şekilde (Tin/4) yaratmış, onu yaratıcı yetilerle donatmıştır. Her insan biricik, özgün bir varlıktır. İslam açısından iman ve sorumluluk bireyseldir. Dileyen inanır, dileyen inkar eder; dinde zorlama yoktur (Bakara/256). Kimse kimsenin günahını çekmez. İbadetler varoluşsal bir ihtiyaçtır; insan sadece kendisi istediği için ibadet eder. Kur’an ibadetleri yerine getirmeyene dünyevi bir yaptırım öngörmez.
Oruç, Allah’ın yerine getirmemizi istediği, farz kıldığı bir ibadettir. Bu husus Kur’an’da şöyle ifadesini bulur: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı; umulur ki, takvaya erersiniz.” (Bakara/183) Bu ayette geçen “takva”, insanın kendi aklı ve hür iradesi ile gerçekleşen, Allah’a yönelik bilinçli saygı, üst seviyede sorumluluk bilinci anlamına gelmektedir. Bilgi ile, bilinçli olarak, isteyerek yapılan ibadet insanın kendi varlığının farkına varmasını kolaylaştırdığı gibi, özgürlük bilincini açığa çıkartır ve insanın özgürlük alanını sorumluluk bilinci ile genişletir, derinleştirir ve daha anlamlı hale getirir. Acılarla dolu, kan ve göz yaşının sel olduğu günlerde ramazanla buluştuk. Keşke Kur’an’ın dikkat çektiği “mü’minler kardeştir” ilkesinin varoluşsal boyutunun farkında olabilsek… İnsana saygı duyabilmek, insan olmanın başlı başına bir değer olduğunu bilmekle mümkün olabilir. Bunun için de özgürlük bilinci gerekir. Hayırlı ramazanlar.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!