Oluşturulma Tarihi: Mayıs 05, 2005 00:00
‘W’ rumuzlu George Bush’un Irak fütuhatı öncesi yazdığım bir makalede, Teksaslı kovboyun dümen suyunu izleyen İngiltere, İspanya ve İtalya liderlerinin yapılacak ilk seçimlerde kendi halkları tarafından silinip süpürüleceğini öngörmüştüm.Yanıldım ve dobra dobra itiraf etmekten çekinmiyorum. Evet, Madrid’deki Aznar gitti ve Roma’daki Berlusconi de yakında yolcudur AbbasÖ Fakat Londra’da, yani Avrupa’daki pro-Amerikan ‘üçlü çete’nin başını çekmiş olan Tony Blair için aynı şey geçerlilik taşımıyor.Tersine, istisnasız tüm sondajlar, beklenmedik bir gelişme olmadığı takdirde bugün gerçekleşecek Büyük Britanya seçimlerini yine İşçi Partisi’nin kazanacağını ortaya koyuyor. Ve Blair böylelikle, Margaret Thatcher’in ‘uzun ömürlülük’ rekorunu teorik açıdan yakalamış olacak. ***OYSA, aynı sondajlar, İngiliz halkının büyük çoğunluk olarak ‘Irak macerası’na karşı çıktığını da yansıtmaya devam ediyor.Halbuki, ne ‘Daily Mail’ gazetesinin Kraliyet Başsavcısı’na atfen yayınladığı ve savaşın ‘gayr-ı kanuni’ olduğunu vurgulayan çok önemli belge; ne de Ortadoğu ülkesinde ölmüş İngiliz askerlerinin aileleri tarafından yapılan ‘anti’ çağrılar gidişatı değiştirmedi.Hatta, ‘Times’ın dün duyurduğu son taramaya göre Tony Blair, Muhafazakar ve Liberal partilerle arayı daha da açarak, en yakın rakibine yüzde ondört oranında fark atıyor.O halde, durumu nasıl açıklayacağız? Büyük Britanya ahalisinin İşçi Partisi liderinin dış politikasını onaylamamasına rağmen, sandık başına gittiğinde yine ona oy verecek olmasını hangi gerekçeye oturtacağız? ***YUKARIDAKİ ‘bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ durum, Muhafazakar Parti ve önderi Michael Howard’ın ‘cazibe yoksunluğu’yla; yahut, Liberal Demokrat lider Charles Kennedy’nin parlak kişiliğine rağmen geleneksel Britanya siyaset sisteminin ‘çift parti’ mekanizması üzerine oturuyor olmasıyla açıklanamaz.Şüphesiz bunlarda kısmi doğruluk payı var, fakat esas nokta başka yerde odaklanıyor. O da şu ki, Tony Blair, on yıl öncesine dek köhne sendikacılık ve sol lafazanlık üzerine oturan kendi partisini modernleştirmekle yetinmedi.Aynı zamanda bütün bir İngiltere’yi modernleştirdi ve ‘milletin karnını doyurdu’.‘Sol’ (!) Blair aslında ‘sağ’ (!) Thatcher’in kaldırdığı bayrağı nüanslarla devraldı ve daha düne kadar AB’nin en arkaik ülkesi addedilen ada devletini en zirvelere çıkarttı.Büyüme hızından yüksek alım gücüne ve asgari işsizlikten dizginli enflasyona burada istatistik sıralamayacağım, ancak o AB başkentlerinin artık gıptayla, hatta kıskançlıkla baktığı bu inanılmaz performans 52 yaşındaki liderin tartışılmaz zaferini oluşturuyor.Zaten, muhalefetin sağlık sigortası veya hastane hizmetleri gibi
seçim kampanyası temaları, bizzat Blair tarafından yaratılmış mekanizmaların iyileştirmesi üzerinde dönüyor.Evet evet, Sezar’ın hakkı Sezar’a, bırakın ‘Marksizanımtırak’ sosyalizmi, klasik sosyal demokrasiyi bile ‘sağa çekerek’ (!) ‘sosyal liberalizm’ politikasını önce teorileştiren, sonra da pratiğe uygulayan Tony Blair eğer yarın da sandıklardan muzaffer çıkacaksa, hiç tereddütsüz bunu ‘bileğinin hakkıyla’ kazanmış olacak.***TEKRAR başa dönersek, o halde demek ki, halkların demokratik tercihlerinde ‘önce can, sonra canan’ dürtüsü ağır basıyor ve ‘ekmek teknesi’ daima belirleyiciliğini koruyor.Ekmeği en iyi yoğuran kişi, onaylanmayan dış politikaya rağmen yine destek buluyor.Ve tabii gönül isterdi ki, İngiltere’de ve her yerde bunların ikisi atbaşı gidiyor olsun.
button