Ne zaman ki çocuk okula gitti, kafalara balyoz indi

Güncelleme Tarihi:

Ne zaman ki çocuk okula gitti, kafalara balyoz indi
Oluşturulma Tarihi: Eylül 28, 2003 00:00

Geçtiğimiz hafta, medya taammüdi bir cinayet teşebbüsünde bulundu. Çok şükür ki ortada bir ceset yok ama yedi yaşında, güneş saçlı, deniz gözlü bir çocuğun geleceği ağır yaralı...Çocukların masumiyetine dair anlatılan masallara inananlardan mısınız bilmem; ben konu üzerine yoğun hindi mesaisi vermiş biri olarak kararımı çok önceleri verdim: Kesinlikle değilim...Affınıza sığınarak, laga lugasız iddia ederim: Çocuklar masum filan değildirler; sadece yetişkinlere göre daha ‘‘saf’’tırlar. Ki, o saflık, çoğu zaman çocukların yetişkinlerden daha acımasız, daha çiğ, daha keskin saldırılarda bulunmasına vesile olur; izleri ömür boyu silinmeyen, derin yaralara sebebiyet verir.Doğrudur, yetişkinler daha hesapçı, daha çıkarcı, daha hin, daha sinsidir. Tam da bu sebeplerden, yetişkinlerin birbirlerine ettikleri kötülüklerin tahrip gücü, çocuklarınkiyle boy ölçüşemez.Bir işyeri düşünün: Dedikodular, hıyanetler, al gülüm ver gülüm hesapları, hep perde arkasından yürütülür. Yani hiçbir kulak dolması dedikodu, hiçbir ‘‘defo’’ insanın yüzüne parmak doğrultarak yüksek sesle, suratına karşı dile getirilmez. Kimsenin annesinin ne mal olduğu, körlüğü topallığı, kelliği fodulluğu, milliyeti tabiyeti, hakaretámiz bir şekilde yüzüne vurulmaz.Bir de ilkokul sınıfı tahayyül edin: Dışlanan, topluca atılan dayaklara maruz kalan, itilen kakılan çocukları; sınıfın ‘‘çürük elma’’larını... O yıllarda yaşadıkları travmalar nedeniyle ömrünün geri kalanında bir daha iflah olamayanları...Radikal gazetesi, geçtiğimiz haftanın en önemli gündem kahramanı olan HIV taşıyıcısı Y.O.'nun adını sanını ve kameraya doğru gülüm gülüm güldüğü bir fotoğrafını alenen birinci sayfadan bastı. Hafsalamız almıyor ama öyle düşünülmüş olsa gerek - kendi çapında bir ‘‘güya gazetecilik başarısına’’ imza attı; iyi halt etti... Yaşadığı bu vahametler silsilesini hiçbir şekilde hak etmemiş, hayatı daha bebekken devlet eliyle riske atılmış bir çocuğun hayatını iyiden iyiye kararttı.O çocuğun zor mu zor geçeceği şimdiden belli hayatında yaşayacağı kötü ne varsa, vebali biraz da onların, yazı işlerinin, yöneticilerin, haberde emeği geçenlerin boynunadır bundan böyle...10 yıllar önce çözülmüş olması gereken bir mevzunun gündeme gelmesine vesile olduğu için var olmaktan dolayı ‘‘suçlu’’dur Y.O. elbet; ayrı... Bizde işler, böyle işler; insanı çoğu kez geriden şişler...Dünyada HIV virüsünün, AIDS hastalığının varlığından ilk kez haberdar oluyoruz ya, bugüne dek bu konuda düşünmeye gerek yoktu. Ne zaman ki çocuk okula gitti, kafalara balyoz indi, o zaman düşüneceğiz. Lacilerini çekmiş bütün o büyük ve pos bıyık adamlar çıkıp tepeden ve kocaman, esasta incir çekirdeğini doldurmayan ahkámlar kesecekler; memleketi, sağlık ve eğitim sistemini kurtaracaklar: ‘‘Çocuğun ailesi haklıdır, ama yani o okula çocuklarını gönderen veliler de haklıdır; şöyle olmalıdır, böyle olmalıdır...’’ Dır, dır, dırrr...Kimse kusura kalmasın ama tam bu noktada bir klişeye başvurmak lázım: Sistemin bizatihi kendisi suçludur. Bir çocuk daha, herkesin nedense bir başkasının omzunda yükseldiğini sandığı ‘‘o kafa’’nın marifeti neticesinde linç mağdurudur.Allah bilir, yine Allah nasip eder -ki inşaallah eder- de Y.O. reşit olacağı günleri görebilirse, ‘‘o meşhur kafa’’ o çocuktan kendisine oy vermesini, kendi yaptığı gazeteyi para basıp almasını da ister.Dileriz kardeşimiz, o günleri görür ve varsa eğer bir günahı, o günahını bile koklatmaz...Enid Blyton kim ola? Madonna ortaya bir kaşık su koysun da üzerine dalgalı bir fırtına kopmasın, olacak iş mi? Baksanıza, kadın okyanuslar ötesindeki cennet vatanımızda bile bir tartışma yaratmayı, güncel medyayla kitabevi yayıncılarını birbirine düşürmeyi başardı. Sol yayınların dergáhı olarak bilinen İletişim Yayınları'nın Madonna'nın yazdığı ‘‘İngiliz Gülleri’’ni basması, İslami kanattan yazarlar tarafından eleştirildi, İletişim Yayınları'nın yöneticileri kendini savundu, vs...Kitap -bizdeki satışı ne olacak şimdiden bilinmez ama- İngiltere'de piyasaya sürüldüğü ilk gün sadece 8 bin 270 adet sattı. Buna rağmen, denilebilir ki, Madonna'nın sayfa sayfa çıplak fotoğraflarının yer aldığı ‘‘Sex’’ kitabı bile böylesine, bu derece geyik malzemesi olmamıştı. The Sunday Times'da yer alan bir habere göre, Madonna geçtiğimiz hafta artık evli barklı ve İngiliz sosyetesi mensubu bir anne olarak kaleme aldığı kitabının basın tanıtımı için bir çay partisi düzenlemiş. (Very hijyenik!) Partiye katılan gazetecilerden biri, ‘‘yazara’’ mültefit bir soru yöneltmiş: ‘‘Yeni Enid Blyton olarak tanınmak nasıl bir duygu?’’ Belli ki hayatında Gizli Yediler ya da Afacan Beşler serisinden bir kitap okumamış olan Madonna'nın yanıtı, edebiyat tarihinin en ünlü çocuk kitabı yazarlarından birini tanımadığını ayan beyan koymuş ortaya: ‘‘Enid Blyton mu? O kim?’’ Bunun üzerine ‘‘Afacan Beşler'in (Famous Five) yazarı’’ yanıtını vermiş soruyu soran gazeteci. Madonna kaşlarını kaldırıp şaşkın şaşkın bakmış: ‘‘İyi midir bari?’’ Bu diyaloğun üzerine gevişi getirilen ve ‘‘cahil cüreti’’ üzerine dönen muhabbeti artık tahmin edersiniz...Sen de mi Karizma? Yanlış anlamıştık, ‘‘bizi tahrik etme niyetinde değildi’’ (I Didn't Mean to Turn You On) ama ne var ki adam da ‘‘kesinlikle karşı koyulmaz’’ (Simply Irresistable) biriydi. Batı piyasası daha suya ‘‘bu’’ derken, o şimdilerde klásik statüsüne ulaşmış video klipleri çekmekteydi. 15 yaşında başladığı ve 30 yılı aşkın sürdürdüğü müzik kariyerinde, olağanüstü bir vokal, pek çok enstrümanı virtüöz kıvamında konuşturan bir müzisyen, kabiliyetli bir yapımcı, pek çok farklı janrdan unutulmaz birçok şarkının yazarı ve araştırmaktan bıkmayan bir müzikolog olarak şanını yürüttü. Müzik dünyasının en karizmatik, en stil sahibi, en hoş centilmenlerinden Robert Palmer, geçtiğimiz Cuma, Paris'te, 54 yaşında, ‘‘gençliğine doyamadan’’ bu álemden göçtü. Biz de ona henüz doyamamıştık. Şimdi artık melodisinden ud geçen o muhteşem şarkısındaki gibi: ‘‘Telefonu denedim ama ne fayda? / Sana ulaşamayacağımı biliyorum.’’ Öyle yani: Artık ‘‘onu her gün biraz daha fazla arzulayacağız.’’ (Want You More)Yanar döner diziler Buyrun burdan yakın: Bursa Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi'nin yaptığı araştırmaya göre, ev yangınlarının yüzde 80'i, dizilerin yayınlandığı saatlerde çıkıyormuş; iyi mi! Anlayacağınız ‘‘Şekerim ateşte yemeğim var’’ zihniyeti güden kadınların yerini, ‘‘Ayyy, Özcan Deniz'e (Pardon, Seymen Ağa olacaktı!) yanıyorum, bitiyorum; avlusunda, yollarında kül olayım’’ mentalitesi güden, ekran karşısında paralize olmuş bir şekilde yemeği memeği unutan kadınlar almış yani... Buymuş sebep... Akşam yemeğini ocakta unutup komşuya dizi kahramanlarına dair ‘fantezi-tik’ görüşlerini beyan etmeye giden ev kadınlarıymış yani... Asmalı Konak, senaryo icabı yanarken, gerçek hayatta kaç hane tutuşmuştur acep?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!