Ne ekersen onu biçersin

Güncelleme Tarihi:

Ne ekersen onu biçersin
Oluşturulma Tarihi: Şubat 20, 2008 09:59

Yedinci sanatın yeni Tarkovski’si olduğu konusunda genel bir kanı bulunan Rus yönetmen Andrei Zvyagintsev, ikinci filmi Sürgün’de (Izgnanie), bir ailenin yaşadığı sessiz çöküşü büyük bir derinlik ve ustalıkla anlatıyor.

Haberin Devamı

FİLMİN FRGAMININI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN

İSMAİL TÜRKMEN

Hayatta verdiği ya da veremediği kararlar üzerine kafa yoran ve sinemada yoğun olduğu kadar dingin bir hikaye görmek isteyenler, ömürlerinin 150 dakikasını gönül rahatlığıyla Sürgün’e yollayabilirler. Tabii sevdiklerini de.

 

Bir tepenin yamacındaki yalnız bir ağaç manzarasıyla başlayan Sürgün’de, “birkaç aylığına” kentten köye kaçan bir ailenin buradan çıkamayışının hikayesi anlatılıyor. Sanayi kentinde çalışan ve zaman zaman işlerinden dolayı günlerce ailesinden ayrı kalan Alex (Konstantin Lavronenko) bir gün, kardeşi Mark’ın (Alexander Baluev) kolundaki kurşunu çıkarırken, bir süreliğine babalarının köy evine taşınacaklarını söyler.

Ne ekersen onu biçersin

Haberin Devamı

Köye yerleştiklerinde ise karısı Vera (Maria Bonnevie) hayatlarını allak bullak eden haberi verir: “Alex, hamileyim ve çocuk senin değil.”

 

Çok az diyalogun olduğu ve en yoğun duyguların bile hareketler üzerinden anlatıldığı bir film olan Sürgün’de devletin baba, babanın da devlet olduğu bir kültürün can alıcı defolarından birine tanık oluyoruz. Ne kadar iyi de olsa ailesini “kucaklayamayan,” iyiliğini ve sevgisini onlara yansıtamayan bir babanın ateşle imtihanından nasıl bir bedelle çıkacağını görüyoruz. Öte yandan Sürgün, aynı dili konuştukları halde birbirlerini asla anlayamayan iki insanın hikayesi olarak da karşımıza çıkıyor.

 

Özellikle aksiyondan hoşlananlar için belli bölümlerde sıkıcılık riski taşısa da Sürgün, hikayenin orasına burasına serpiştirilen sürprizler sayesinde seyirciyi kendisine bağlayan bir çalışma.

Ne ekersen onu biçersin

 

Haberin Devamı

Güçlü bir kurguya sahip olan filmin en başarılı taraflarından biri de oyuncuların performansları. Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde Konstantin Lavronenko’ya en iyi erkek oyuncu ödülü kazandıran Sürgün’ün, hiçbir karesinde yapmacıklık hissetmediğim filmlerden biri olduğunu söyleyebilirim.

 

Bu arada karakterlerden birine özellikle dikkat çekmek istiyorum. Film genel olarak felsefi göndermelerle dolu ama belki de bu özelliğin en yoğun olduğu şey Mark. Yıllardır çocuklarından ayrı trajik bir yaşam süren Mark, başı her sıkıştığında kendisine fikrini soran Alex’e, katıksız bir “bilinemezci” (agnostik) mantığıyla cevap veriyor. Örneğin kardeşinin “Vera’yı öldürsem doğru olur mu?” sorusunu “Ne yaparsan doğru odur” şeklinde yanıtlıyor.

 

Haberin Devamı

SEMBOL VE BİLMECE YÜKLÜ BİR FİLM

 

Mekanları çok iyi kullanan ve göz zevkimizi okşayan doğal ve kültürel manzaralar yakalayan Zvyagintsev’in filmi sembollerle dolu bir sinema eseri. Bir kerelik izlemede yakalayabildiğim simgesel anlatımlardan üçünü buraya kaydetmekle yetineceğim.

Ne ekersen onu biçersin

 

Filmin bir yerinde, Vera “doktorların” eline teslim edildiğinde biz, çocukların bir evde yap-boz oynamalarını izliyoruz. Yap-bozda ortaya çıkan resimde ise bakireyken hamile kalan Meryem’i görüyoruz. Burada Vera’nın kendi itirafına rağmen aslında suçlu olmayabileceğini düşünüyoruz. Gerçeküstü en ufak bir ögenin bulunmadığı bir film izlediğimize göre Vera nasıl olur da hem kocasının olmayan bir çocuğa hamile olup hem de “masum” olabilir diye kafa patlatmaya başlıyoruz. Bu, filmin, “az aksiyona karşı çok bilmece” usulüyle kendini izleten bir çalışma olduğuna en güzel örneklerden biri.

 

Haberin Devamı

İkincisi, Alex, yaşamının bir daha asla eskisi gibi olamayacağı noktaya geldiğinde ve bir anlamda “cennetten kovulduğunda” biz bir tarlada hasat yapan kadınların şarkılarını dinliyoruz. Şarkıda neden söz ediliyor bilmiyorum ama bu kareleri seyrederken Alex’in ektiğini biçmek dışında bir şey yaşamadığını düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz.

 

Son sembol ise filmin sonunda kullanılıyor. Bir tepelikteki yalnız bir ağaç manzarasıyla başlayan Sürgün, aynı yerde aynı ağacın farklı bir mevsimdeki görüntüsüyle son buluyor. Çok mu kötümser bir yorum olur bilmiyorum ama belki de yönetmen, seyircisine şunu aktarmak istiyor: Zaman geçiyor fakat insanoğlu olarak bizler olduğumuz yerde sayıyoruz.

 

Haberin Devamı

Amerika’ya göçmüş Bitlisli Ermeni bir ailenin çocuğu olan William Saroyan’ın “The Laughing Matter” (Gülünecek Şey) adlı romanından uyarlanan ve ülkemizde 22 Şubat’ta vizyona girecek olan Sürgün, ataerkil toprakların çocuklarına söyleyecek çok şeyi olan bir film. Bir tarafıyla da gülünecek hallerine ağıtlar yakan insanların öyküsü.

* Sosyeteden cemaate taşınanların enfes öyküsü
* Freud'luk bir petrolcünün yükselişi ve düşüşü
* Godot'yu pardon Mesih'i beklerken
* Şiddete kanmak isteyenler için

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!