NE CASUS AMA! Melik KAYLAN Bu satırları okuyanların benim gerçekten de bir casus olup olmadığımı bilmeye hakları var diye düÅŸünüyorum. Ve eÄŸer sahici

Güncelleme Tarihi:

NE CASUS AMA Melik KAYLAN Bu satırları okuyanların benim gerçekten de bir casus olup olmadığımı bilmeye hakları var diye düşünüyorum. Ve eğer sahici
OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 26, 2000 00:00

NE CASUS AMA! Melik KAYLAN Bu satırları okuyanların benim gerçekten de bir casus olup olmadığımı bilmeye hakları var diye düşünüyorum. Ve eÄŸer sahici bir casus isem kimin için casusluk yaptığımı, yok eÄŸer sahici bir casus deÄŸilsem bu casusluk hikayesinin neyin nesi olduÄŸunu öğrenmeye de hakları var. Öncelikle ÅŸunu bilmelisiniz ki, bu iÅŸlerle hiç alâkadar olmayanlar dahi ancak sahte bir casusun bu tür bir etiketle ortalıkta dolaÅŸacağını ve dikkatleri üzerine çekeceÄŸini bilir. Bunun da anlamı ÅŸu: Ben bir casus deÄŸilim. Yahut bu bir çifte blöf de olabilir. "Siz çok mu salaksınız, Mr Bond?.. Yoksa çok mu zekisiniz?" Bunun da ÅŸu demek: Evet ben bir casusum. Bu tür espiyonaj meseleleri ile uÄŸraÅŸtığım zamanlarda genellikle Matt Munro'nun "From Russiaaaah With Luuuvvv" ÅŸarkısının yumuÅŸak naÄŸmelerini dinlerim. Siz de bu yazıyı okurken aynı ÅŸeyi yapabilirsiniz...Beni sık sık casus olmakla suçluyorlar. Bu, dünyanın tehlikeli bölgelerinde gazetecilik yapan tüm Batılı gazetecilerin başına gelebilecek olaÄŸan bir suçlamadır aslında. BükreÅŸ'te ÇavuÅŸesku'nun sanat hırsızlığı olayında (BBC), Moskova'da hazırladığım Rus seks mafyası haberinde (Details), Beyrut'ta basılan sahte yüz dolarlıklar haberinde (BBC) ve en son olarak Afganistan'da, Hayber Geçidi'nde hazırladığım Usame bin Laden haberinde (Fox TV) bu casusluk lafları hep ağızdan ağıza dolaÅŸmıştır. Ä°nsanların casus olduÄŸumu düşünmeleri iÅŸime hoÅŸ bir ÅŸekilde güçleÅŸtirmiÅŸti.Mesleki rutin... Bir kaç bira içtikten sonra bir otelin barında kamera ekibinizle birlikte ayılırsınız ya da evinize adım attığınızda karşınızda editörünüzü bulursunuz. Bundan daha da ilginci, adamı deli edeni ve biraz da ürperteni, bu olayla kendi memleketinizde karşılaÅŸmanızdır.Ä°ngiltere'de böyle bir ÅŸeyle karşılaÅŸmadım çünkü ben Ä°ngiltere'de doÄŸup büyüdüm ve gayet güzel Anglo aksanı ile konuÅŸmaktayım. Ya da kimbilir belki de buralardaki gibi etnik kökenler arası medya savaÅŸları orada pek bilinen bir ÅŸey olmadığındandır. Yani Anglo-Japon, Anglo-Yahudi, Anglo-Çinli ya da Anglo-Rum olmak henüz pek de ciddiyetle üzerinde durulan, mesele yaratan bir konu olmadığı içindir.Ä°yi ya da kötü, ya Ä°ngiliz görüşlerini savunursunuz ya da medyada çalışmazsınız. Bu herÅŸeyi basitleÅŸtiren bir öğedir. Türk-Anglo-Amerikan bir insan olarak itiraf etmeliyim ki ben sınıflandırılması son derece zor, garip bir mahlukum. Taki de, yani sevgili Rum kardeÅŸlerimiz de öyledir denebilir. Ve hemen her Amerikalının tanıdığı bir kaç Rum vardır. Oysa Amerikalıların Türkler hakkında bildiÄŸi ÅŸeyler "From Russia With Love" adlı filmde gördükleri ile baÅŸlar ve Geceyarısı Ekspresi ile biter. Bunun dışında Türk denildiÄŸinde akıllarına günbatımında kubbe siluetleri, ÅŸafak vakti göğe vuran minare resimleri, peçeli dansözler, ÅŸiÅŸ kebap ve halılar gelir. Böyle bir imaja sahip ülkenin çocuÄŸu casus olmaz da ne olur ki?..Bir de bütün bunların üstüne, garip antika kıyafetler toplama huyumu ve dünyanın en garip köşelerinde habercilik yapma özelliÄŸimi eklediniz mi alın size dört dörtlük bir casus. Bu casusluk söylentilerinin yayılmaya baÅŸladığı tarih 1990. Yani Connoisseur'un o zamanki patronu Thomas Hoving'in, Akdeniz ve bilhassa Türkiye'den yapılan tarihi eser kaçakçılıklarını araÅŸtırmak için beni bu bölgeye gönderdiÄŸi tarih...Midas zamanından kalma, Lidya Bohçası adıyla bilinen bir hazine, Hoving'in Metropolitan Museum'un müdürlüğünü yaptığı tarihlerde müzeye gelmiÅŸti. M.Ö. 4.yy'dan kalma Atina kaynaklı sikkeler ise 80'lerde müzeye giren bir baÅŸka önemli hazineydi. Hoving'in isteÄŸi üzerine hazine kaçakçılarının peÅŸine düştüm. Yerel kaçakçıları, Almanya'daki uluslararası tacirleri ve Amerika'daki alıcıları takip ettim. Amerika'daki alıcılardan biri Lazard Ferres'deki önemli kiÅŸilerden biriydi. Bir baÅŸkası ise o sıralarda ülkenin en zengin 10. adamı olarak bilinen (bir kaç basamak altı ya da üstü de olabilir) ve Amerika Kupası takımlarından birinin sponsorluÄŸunu yapan William Koch idi.Davalar açıldı. Türkiye'ye ait hazinelerin büyük kısmı memleketine geri döndü. Bu sıralarda bir de Sotheby's firmasının antika eserler piyasasında çevirdiÄŸi dolaplar üzerine bir TV programı hazırladım.Sözün özü çok kısa zamanda çok fazla düşman edinmiÅŸtim. Lazard Freres'in sözcüsü konumundaki adamlardan biri beni açıkça tehdit etti. Adam telefonda düpedüz bana "Sana hayal bile edemeyeceÄŸin ÅŸekillerde iÅŸkence ederiz" dedi. Koch'un avukatlarından biri beni Türk ajanı olmakla suçladı. Spy için Türk ordusunda geçirdiÄŸim 2 ayı anlatan nükteli ve iÄŸneli bir yazı yazdığımda ise bundan pek etkilendi. "Onlardan biri olduÄŸunu sanmıştım" dedi bana. Türk ordusu ise bundan sonra benden nefret etmeye baÅŸladı. Bu tarz insanlar en rafine gazetecisavar silahları ile dolaşırlar. Ne zaman ve ne ÅŸekilde pislik yapılacağı, gazetecilere ne zaman çamur atılacağı ve suçlamaların nasıl bertaraf edileceÄŸi konusunda üstlerine yoktur.Bunu icat edenler Bill Clinton'ın yanındaki stajyerler deÄŸildir. Clinton-medya meydan savaÅŸları bize bu iÅŸlerin ne kadar kolayca yapıldığını gösteren iyi bir örnek oldu sadece. Gazeteciler olarak tarafların birbirine saldırılarını mutlu-mesut izledik.Spy'ın binasında yanımda oturan genç araÅŸtırmacının, ben ne zaman odaya girsem Bond müzikleri mırıldanmaya baÅŸlamasından, ortalıkta bir ÅŸeylerin döndüğünü anlamam gerekirdi aslında. Ä°lerleyen günlerde ise New York'taki editör yardımcısı bana fısıldayarak aynen ÅŸunu sordu: "Melik, ee, ÅŸeyy, ya sen ne iÅŸ yapıyorsun Melik?" "Galiba gazeteciyim. Nasıl, kulaÄŸa hoÅŸ geliyor mu?" "Ya, buralarda senin bir casus olduÄŸuna dair söylentiler var da, ondan sordum". Bir süre güldüm. Sonra baktım ki arkadaÅŸ böyle bir soru sorduÄŸu için kendini bir gerizekalı gibi hissetmeye baÅŸlamış, gülmeyi kestim. New York dergisi ile ve diÄŸer Amerikan dergileri ile zaman zaman aram açılmıştı. O yüzden orada fazla bir ÅŸey söyleyebilecek bir konumda deÄŸildim. Bazı riskten kaçınan editörler -ki bir kısmı eski dostlarımdı- durduk yerde bana kapılarını kapattılar. Suya-sabuna dokunmayan konular problem yaratmıyordu ama azıcık sivri konulara girdim mi kanları donardı. Bu adamlar yüzünden Irish Voice tarafından New York'ta gizlice düzenlenen barış ön görüşmelerinden (Irish Voice'taki dostum saÄŸolsun), Butros Gali'nin gece hayatına dair bir skandaldan (BM'deki dostlarım saÄŸolsun), Taliban'ın New York'taki ilk örgütlenme faaliyetlerinden (Pakistanlı dostlar saÄŸolsun), bir takım yabancı çıkar çevrelerinden insanların Capitol Hill sakinlerine gizli gizli paralar vererek karşılığında bu adamlardan kendi çıkarlarını savunmalarını istemelerinden haberiniz olmadı. Bu konuların bir kısmı P.C. kuralına aykırı olduÄŸundan hiç bir zaman yayımlanmadı. DiÄŸer kısım ise editörlerin yumuÅŸak parmaklarının kurbanı oldu. Her ne kadar Amerika, onlar için, dünyanın entrika merkezi olsa da, ve bütün bunlar sokaklarda olup bitse de bu konularla uÄŸraÅŸan, bu konular hakkında bilgisi olan herkes anti-Amerikandı ve büyük bir olasılıkla da casustu.Ä°ÅŸin özü ise, bunları okuyabileceÄŸiniz bir ÅŸehirde yaÅŸayıp yaÅŸamamayı tercih etmenizde -ya da tercih etmemenizde- yatıyordu. Amerikan basınında bir insanı gizli ajan diye suçlamanın anlamı yoktur çünkü onlara göre herkes gizli deÄŸil aÅŸikar ajandır. Murdoch için, CNN için, kariyerleri için, tuttukları takım için, etnik kökenleri için, hangi cinsel ya da politik sapıklık içindeler ise onlar için espiyonaj yapar herkes.Burada mesele, editörlerin çoÄŸunun bu enteresan formüllerle uÄŸraşırken gazeteciliÄŸin gücünü unutmalarıdır. 1995 yılıydı sanırım... National Geographic dergisi ile Orta Asya Cumhuriyetleri hakkında bir görüşme yapmaya gitmiÅŸtim. Ä°pekyolu'nda trekking yapmış, Türki dilleri iyi konuÅŸan ve bu konuda haber yapmak isteyen istekli bir gazeteci halet-i ruhiyesindeydim. Ayrıca eski bir Geographic yönetim kurulu üyesinden de sıkı bir torpilim vardı. Editörler yüzüme bakıp gülümsediler ve temaslarımızı sürdüreceÄŸimizi söylediler. Aylar geçti aradan. Onlara fikirler verdim. Ama hep bir pürüz icat ettiler, sorunlar yarattılar ve sonunda vazgeçtim. Yıllar sonra sponsorum, ailesi Jupiter adasının sahibi olan arkadaşım ile karşılaÅŸtım. "Makaleni programımıza almamıza ramak kalmıştı" dedi. "Ama maalesef Türkiye'den bir tanıdık onlara senin Ä°ngilizler hesabına çalışan bir casus olduÄŸunu söylemiÅŸ." NY Press'ten çeviren: Levent GÖKTEM - 26 Ocak 2000, ÇarÅŸamba Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!