Güncelleme Tarihi:
Bir yandan evi gezerken, bir yandan da söyleşi yapılan Ali Rıza Bozkurt, bu muhteşem sarayı ve ilginç hikâyelerini anlattı. ‘‘Benim bu evi yaptırırken bir tek amacım vardı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 600 yıl boyunca geliştirilmiş ve bugün unutulmuş mimariyi yeniden gözler önüne sermek ve hiç Ankara'ya gelmemiş bu mimariyi buraya kadar getirmek. Biz yepyeni ve muhteşem bir cumhuriyet kurduk. Ama bu demek değildir ki, Osmanlı'nın yarattığı güzel şeyleri bir anda silip atalım. Biz de, değişik saray ve köşklerden parçalar kopyalayıp buraya uyguladık. Bu da hiç kolay olmadı. Marangoz atölyesi, elektrik atölyesi, kumaş kaplama atölyesi gibi sekiz atölye kurduk. Hiç bir şeyi kendi kafamızdan yapmadık. Hepsi orjinal yerinden kopya edilerek yapıldı. Kısacası bu bir kopyalar binasıdır.’’.
Ali Rıza Bozkurt'un asıl mesleği inşaat mühendisliği, ama mimarlıkla da uğraşmış. Osmanlı'ya olan ilgi de buradan geliyor. Dünyanın pek çok ülkesinde mimarlık örneklerini incelemiş. Bu da saz çalmak, Yunus Emre şiirlerini bestelemek gibi, Ali Rıza Bozkurt'un bir hobisi. Zaten, evin tüm iç ve dış dizaynlarını kendisi tasarlamış ve çizmiş. ‘‘Bugün ben Hollywood'un Los Angelos'a bakan tepesinde, devasa bir ev yaptırıyorum. İngiliz tipi, Fransız tipi, İtalyan tipi, İspanyol tipi salonları var o evin. O da dünya mimarilerinden bir karma.’’
Saray vakfa ait
Ali Rıza Bozkurt, bu binayı annesi Meryem Hanım adına kurduğu vakıf için yapmış. İsmi de, ‘‘Merik Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı’’. Merik nereden geliyor derseniz, bunu da ünlü işadamından dinleyelim. ‘‘Merik olduğuna bakıp da yabancı sanmayın. Annemin asıl ismi Meryem. Köyde tek okuma bilme bilen kadın olduğu için herkes mektuplarını ona okutuyormuş. Böylece büyük bir itibar kazanıyor tabii. Köylüler de ona hep Merik dediği için biz de bu vakfın adını böyle koyduk.’’
Vakfın gelirinin bir kısmı ise bu binadan karşılanacak. Peki, bu bina nasıl para kazanacak?
Film çekilecek
‘‘Daha şimdiden film çekimleri için teklifler gelmeye başladı. Eylül ekim gibi film çekimleri başlıyor. Bir Polonya filminde bu ev ‘‘Saddam'ın sarayı’’ olarak kullanılacakmış. Beni ilgilendirmez, ister Saddam'ın isterse Hitler'in sarayı olsun. Benim için önemli olan vakfa para gelmesi. Günlüğünü üç ila beş bin dolardan kiralayacağız. Bu evden gelecek para tamamen aç insanlar için kullanılacak. Ekmek alamayan kişilere ekmek vereceğiz. Buraya verilen kirayla kırk, elli bin ekmek alma imkanımız olacak.’’
Söz, dönüp dolaşıp bu sarayın maliyetine geldiğinde Ali Rıza Bey biraz ketum davranıyor. ‘‘Şimdi, Türkiye'de bundan yüz kat daha pahalı yüz tane evi, küçük parmağıyla yaptıracak bir milyon tane adam var. Bir bakıyorsun, adı sanı hiç duyulmamış adamlar, bir milyar doları cebinden çıkartabiliyor. Bu evin parasal değeri zenginlik gösterisi değildir. Bu evin zenginlik gösterisi, atalarımızın yarattığı o mimarlık, süsleme sanatının uygulanmasıdır. Buraya çok masraf oldu. Çünkü, bu işçiliği yapacak adam yok. Siz gidip, bir Toyota'yı fabrikadan alırsanız 15 bin dolar, kendiniz yapmaya kalkarsanız 250 bin dolara çıkartırsınız. Ama şunu söyleyeyim, bu evin içindeki eşyalar binanın kendisinden daha pahalı.’’
Bozkurt, evin gereğinden fazla abartılmasına üzülüyor. Bu evin salonunun, ancak Amerika'daki evlerinin yatak odası kadar olduğunu söylüyor.