Güncelleme Tarihi:
İSTANBUL’da doğup, Saint Joseph Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra 33 yılını ODTÜ’de geçiren Prof. Dr. Yıldırım Üçtuğ, meslek yaşamının çeyrek asrını üniversite yöneticiliğine verdi. Kimi zaman polisiye roman yazıyor, kimi zaman resim yapıyor. Ama, hayatının hiçbir evresinde evinin mutfağından çıkmıyor. Osmanlı yemekleri yapıyor, hamur açıyor. Evde yemek davetleri veriyor. 2007 yılında döndüğü İstanbul’da bir yandan üniversite yöneticiliği yaparken, bir yandan da hobilerine zaman ayırıyor.
POLİSİYE, MÜHENDİSLİK AYNI
Küçükken neredeyse her birini beşer kez okuduğu Agatha Christie’den etkilenerek dedektiflik romanları yazdı. Polisiye romanla mühendisliği birbirine benzeten, her ikisinde de ipuçlarından hareketle çözüme ulaşıldığını söyleyen Üçtuğ, “Polisiye romanda problem çözme zevki bulduğum için çok okudum. Bir gün ben de yazmaya karar verdim. Burada en büyük hazinem, dünyaya geldiğimde 45 yaşında olan anne ve babamdan kalan kelime hazinesi oldu” diyor. İlk kalemi eline aldığında yıl 1999’du. Bir yıl sonra ‘Şah ve Mat ve Ölüm’ü yazdı. Daha sonra ‘Çapraz Ateş’ geldi. Mühendislik Fakültesi Dekanı olarak art arda iki romanı yayımladı. Yaptığı işin mekanını, yani üniversiteyi fon olarak romanlarında kullandı. Satışlar pek de iyi gitmeyince morali bozuldu ve bu hobisinden vazgeçti. 20’nci yüzyılın ilk yarısındaki polisiye roman değil de içinde daha fazla cinsiyet ve kan olan kitapların fazla sattığını duymak da bu defteri kapatma konusunda kararlılığında etkili oldu. Bunun için de, “Satmak çok önemli değildi açıkçası. 2 tane yazdım ama yazmaya kalksam 3-5 tane fikri birkaç gecede yaratabilirim diye düşünüyorum. Yapabilirim ama bilmiyorum şimdilerde belki de bir parça vaktim daha sınırlı. Kafamda fikir var ama onu bir şeye dönüştürmek için bir itici güç olması lazım” diyor.
SAYGIN BİR MENÜ İÇİN MUTFAĞA
Kitap yazmaya mola verince Rektör Üçtuğ, hiç bırakmadığı hobisine geri dönüyor. Annesinden miras kalan Osmanlı yemeklerini un helvasını, çerkez tavuğunu büyük zevkle yapıp, dillere destan açtığı hamurdan yaptığı puf böreğini konuklarına ikram etmekten hiç vazgeçmiyor. Mutfak önlüğünü önüne takıp, hamuru her yoğurduğunda, “Annem çok yetenekliydi bu konuda. Aramızda 45 yaş vardı, ben 15 yaşımdayken o 60’ındaydı. Ya annemin yaptığı aşureyi hiç yemeyecektim ya da kendim yapacaktım. Ben de ikincisini tercih ettim. Yaptığı her yemeği öğrendim ve onun kadar da iyi yapabiliyorum artık” diyor. Şimdi eve bir misafir gelecekse ya da davet verilmişse kendi deyimiyle “saygın bir menü oluşturulacaksa” mutfak önlüğünü taktığı gibi soluğu fırının başında alıyor. Ailenin neredeyse tamamının akademisyen olduğu Üçtuğ’un evinde seyahat ve Fener tutkusu en büyük ortak noktaları.
Resim yapmaya devam etmeliydi
Sedef Üçtuğ- Eşi, İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü öğretim görevlisi ODTÜ’de tanıştık. Bütün ömrüm ve iş hayatım ODTÜ’de geçti. 30 yıla yakın İngilizce hocalığı yaptım. Çok şanslıyım, çünkü eşim mutfakta müthiş biri. Çok lezzetli şeyler yapıyor, benim yaptıklarım yanında sönük kalıyor. Bunu artık kabullendim. Misafirimiz olduğu zaman birlikte giriyoruz mutfağa pişirmekten sunuma kadar eşim üstleniyor. Bir tek tatlıda karışmıyor bana, kayınvalidemin tarifleri var bana miras kalan onları ben yapıyorum. Eşimin sadece yemekte değil, resim yapmakta ve dedektiflik romanı yazmakta da büyük yeteneği var.
Yard. Doç. Dr. Görkem Üçtuğ - Oğlu, Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Babamın yemek mahareti bana bulaşmadı. Ben sadece çok iyi yiyiciyim. Evde hep akademik hayat konuşuluyordu, babamın çeveresinde de o insanlar vardı. Belli bir yaştan sonra da tartışmasız akademisyen olmak istedim. Babam hiçbir zaman hiçbir telkinde bulunmadı.
Çağan Üçtuğ - Oğlu, İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Uluslararası Öğrenci Ofis’inde gönüllü çalışıyor Biz ODTÜ’de büyüdük. Tanıdığım herkesin annesi babası akademisyendi. Ben de meraklıyım yemeğe, babamın yanında yardımcı da oluyorum bazen.