Güncelleme Tarihi:
NE SAAT NE TAKVİM VARDI
Bizi adaya götürdüklerinde bugüne kadar bildiğimiz, yaşadığımız her şeyi unuttuk. Eritre’de tanıştığımız askerlerde alıştığımız, bildiğimiz bir asker mantığı ile karşılaşmadık. Ne üniforma ne hiyerarşi vardı. Bizi götürdükleri adada saat de takvim de yoktu. Sözde onlara göre askeri üs. Bu süreçte 14 kilo verdim. Yemek olarak sadece sulu mercimek, pilav, kapuska ve makarna verdiler. Büyükelçimiz ve devlet erkanı o kadar çok baskı yaptılar ki bizim için 3 kere sığır kestiler. Bu durumu hayatlarında hiç yaşamamış askerler, bize teşekkür ettiler.
KONSERVE KUTUSU İLE TUVALET
Banyo kültürü hiç yok. Sıcak veya soğuk su diye bir durum söz konusu değil. Sular hep sıcak. Müsait bulduğunuz yerde suyu kafanızdan aşağıya döküyorsunuz buna banyo diyorlar. Bol bol sabun ve toz deterjan veriyorlardı. Haritalarda “Eritiya” yazıyor, gerçekten eritiyor insanı sıcağı. 20 kiloluk bidonlar içindeki konserve kutusu ile bir pet şişe adanın en önemli kişisel eşyaları. Bütün ihtiyaçlarımızı bununla görüyorduk. Tuvalete giderken kolumuzun altına konserve kutusu alıp gidiyorduk. 500 kilo ve 700 kiloluk su depoları dolduruluyordu. Birine içme suyu, diğerine ihtiyaç suyu deniyordu. İki suyun birbirinden hiçbir farkı yoktu. Gece deve geliyordu, deponun kapağını kaldırıp içiyordu.
HEP DIŞARIDA YATTIK
56 gün boyunca askeri üs denilen yerin dış kısmında yattık. Şezlong gibi yataklar vardı. Çarşaf, örtü, yastık vs. hiçbir şeyimiz yoktu. İlaç maalesef yoktu. Klinik ise bizim hiçbir sağlık ocağımızın çeyreği edemez. Ağır ishal oldum. Çok kötü bir hastalık. Hayatımda böylesini görmemiştim. Oralet, tuz ve portakal verdiler. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve UNESCO yardımları olmasa hiçbir tıbbi malzeme yoktu.
HER YER ZİFİRİ KARANLIKTI
Eski döküntü bir karargâh vardı. Şimdi yenileniyor Çinliler tarafından. Orada bir jeneratör vardı. Belirli saatler aralığında elektrik veriliyordu. Gece hiç elektrik yoktu. Her yer zifiri karanlıktı, kimse kimseyi göremiyordu. Kendi birkaç işlerini ise seyyar jeneratörler ile yapıyorlardı.
ARAMIZDAKİ ANLAŞMAZLIKTAN
Selim’in aldığı hatalı kararlar yüzünden bu duruma düşmek zorunda kaldık. Uydu telefonu çok yazıyor diye kimseyi aramıyor, bize de aratmıyordu. Hava raporu almak için Çin’deki oğlunu arayıp soruyordu. Sancak makinesi bozuk. Telsizimiz yok. İskele makinesi yağ kaçırıyor. Hepsini bizden saklamış. Bu şekilde yola çıkmışız. Ben tabii güvendiğim için bunları hiç kontrol etmemiştim. Kocaman katamaran, yakıştıramıyoruz.
ÖNCE KORONA, SONRA TERS RÜZGÂR
Selim Ekmekçioğlu, emekli olduktan sonra Eylül 2017’de “Murat Reis” adını verdiği katamaran yelkenli teknesiyle Türkiye’den denize açılarak dünya turuna başlamıştı. Ekmekçioğlu, Atlas Okyanusu, Büyük Okyanus ve Hint Okyanusu’nu geçtikten sonra martta Sri Lanka’da kendisine İbrahim Iğnak ve Lütfi Erman Atamer de katılmıştı. Maldivler’den Cibuti’ye ulaşan Türk denizciler, burada COVID-19 salgını nedeniyle limana yanaştırılmamıştı. Türkiye’ye dönüş yolunda ters rüzgâra yakalanan Türk denizciler, Eritre’de karaya yaklaştıklarında askerler tekneye çıkmış ve denizcilere gözaltında olduklarını söylemişti.
BUNALIMDAN KURTARDIM
Cibuti Büyükelçisi Levent Bey büyük ilgi gösterdi. Motorlarımızın parçalarını yaptırdı. 2 ay yetecek erzak verdi. Yakıt desteği sağladı. Devlet olarak tüm yardımları yaptı bize. Tüm bunlardan sonra ben tekneden inmek istedim. Cibuti Büyükelçisi koruma müdürü, 14 gün karantina kuralını söyledi. Bir de üzerine bütün eksiklerimizi giderip teknemizi yaptırınca vazgeçtim ve ülkeye dönmek için tekneye bindim. Bu süreçte intiharı hiç düşünmedim. Ama Selim bir ara depresyona girdi ve “Abi beni bunların eline bırakma ya sen öldür ya da ben kendimi öldüreceğim” dedi. Bu süreçte ona çok büyük destekler verdim ve vazgeçirdim.