Murat BARDAKCI: Osmanlı eşekleri de sayardı

Güncelleme Tarihi:

Murat BARDAKCI: Osmanlı eşekleri de sayardı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 22, 2000 00:00

Murat BARDAKCI
Haberin Devamı

Biz, tarih boyunca sayımdan hiç hoşlanmamış bir milletiz. Bugün hepimizi evlerimize mahkum eden zihniyet eski devirlerde sayımı memleketin nüfusunu öğrenmek için değil, alınacak verginin miktarını belirlemekte kullanırdı. Yetişkin erkekler, vergi mükellefi olan dul gayrımüslim kadınlar, tarlalar, dalyanlar, madenler sürülerdeki hayvanlar, hatta eşeklerle katırlar bile itinayla kayda geçirilir ama kadınlarla çocukları kimseler saymazdı.

Bugün evlerimize mahkumuz. Sayım memurlarını bekleyip sayılacak, sonra ‘‘Suyunuz evinize boruyla mı geliyor?’’, ‘‘Bugüne kadar kaç doğum yaptınız?’’, yahut ‘‘Beş yıl önce oturduğunuz evden niçin çıkmıştınız?’’ gibisinden sorulara katlanacağız. Eve kapatılmamız belki biraz zorumuza gidecek ama neticede 100 milyonluk Büyük Türkiye hayalinin gerçek olmasına kaç eksiğimizin kaldığını öğrenecek, böylelikle memlekete hizmette bulunmuş olacağız.

MAKSAT VERGİ GELSİN

Gazetelerin sayımla ilgili yorumlarını okuyup hemen her taraftan yükselen homurdanmaları işitince, halkımızın sayım konusundaki düşüncesinin asırlardır aynı olduğunu, hiç mi hiç değişmediğini anladım: Biz sayılmaktan pek hoşlanmıyor, hoşlanmamaktan da öte nefret ediyorduk.

Eski devirlerde sayımın tek bir maksadı vardı: Vergi mükelleflerinin sayısını belirlemek. Memlekette kaç kişinin yaşadığı devrin idarecilerinin hiç mi hiç umurunda değildi. Önemli olan kimin ne kadar ve ne zaman vergi verebileceği, bu verginin nerelerden ve nasıl alınacağıydı. İşte bu yüzden eskiler sadece aile reislerini ve yetişkin erkekleri sayar, kadınlarla çocukların yüzüne bile bakmazlar ama dul kalıp da aile reisliğini üstlenmiş gayrımüslim kadınları deftere tek tek kaydederlerdi.

Ozamanın kanunlarına göre gayrımüslimler devlete fazladan vergi vermek zorundaydılar, vergiyi aile reisleri verirlerdi, Müslüman kadının aile reisliği sözkonusu bile olamazdı ama vergi mükellefi gayrımüslim kadının reislik etmesinde bizim için mahzur yoktu.

Sayım, işte bu iki işin birarada yapılmasına yarardı: Hem vergi mükellefinin, hem de o verginin kaynağının belirlenmesine... Erkeklerle ve dul gayrımüslim kadınlarla beraber tarlalar, dalyanlar ve madenler tek tek yazılır, sürülerdeki hayvanlar, hatta eşekler ve katırlar bile itinayla kayda geçirilirdi. Bu işlerin rahatça yapılabilmesi için halkın evinde değil, dışarıda bulunması gerekirdi ve o zamanların sayımlarıyla bugünküler arasındaki en önemli fark da buradan çıkardı: Eskiler saymak için halkı evlerine hapsetmez, aksine dışarı çıkartmaya uğraşırlardı.

EŞKİYALIĞA TEŞVİK

Sayım demek, olay çıkması demekti o zamanlarda. İşin arkasında vergi konusunun yatması beraberinde sayımdan kaçmayı getirdi. Kırsal kesimdeki erkek nüfusun bir bölümü gelirinin ortaya çıkmaması için sayım zamanında malının ve ürününün taşıyabildiği kadarıyla beraber ortadan kaybolur, sayım dağda kaçak izi sürmeye dönerdi.

Hele işe bir de sayım memurlarının İstanbul'un gözüne girmek yahut sayılanlardan birşeyler kopartmak maksadıyla baskıya başlamaları da eklenince, iş isyan halini alırdı.

Geçmişteki sayımlar konusunda bugüne kadar yapılmış olan en kapsamlı çalışma, Türk iktisat tarihçiliğinin büyük ismi Prof. Ömer Lütfi Barkan'a aittir: Barkan’ın ‘‘Hüdavendigár Livası Tahrir Defterleri’’ isimli eseri. Ben, eski sayımlar hakkındaki bilgileri anekdotları, Barkan'ın ancak ölümünden sonra çıkabilmış olan bu çok önemli eserinden naklettim.

Eski zamanlarda sayımın gelip çatması halinde bakın neler neler yaşanırmış...

500 yıl öncesinin sayım manzaraları

Sayım, genellikle 30 senede bir yapılırdı. Ancak tahta yeni bir hükümdarın çıkması, yeni bir bölgenin fethedilmesi veya bazı devlet büyüklerine yeni bir arazinin tahsis edilmesinin gerektiği durumlarda bu 30 yıllık sürenin beklenmediği de olurdu.

Nüfus sayımına Osmanlı'nın ilk devirlerinde ‘‘il-yazma’’, sayım memuruna 'il-yazıcı' denirdi. Zamanla ‘‘il-yazıcı’’nın ismi değişti, ‘‘defter emini’’ oldu ve bugünün İstatistik Enstitüsü'yle Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün bünyesinde toplandığı bir kuruluşu andıran yeni bir merkeze, ‘‘Defterhane-i Hakani’’ye bağlandılar.

Sayımın masrafı devletten değil, genellikle halktan çıkardı. Sayım memurlarının, yapacakları masraflar için gereken parayı sayım yaptıkları bölgenin halkından alma yetkileri vardı. Ekipler, her haneden ikişer akçe ‘‘sayım masrafı’’ toplayabilirlerdi. Gelirleri bu kadarla da kalmaz, sayımın tamamlanmasından ve kayıtların İstanbul'a gönderilmesinden sonra, zamanın hükümdarından ‘‘bahşiş’’ ve ‘‘ihsan’’ olarak yüklüce bir miktar para gelirdi.

Göçebe aşiretleri kaçırmamak için akarsu kenarlarında pusuya yatmak asırlar boyu uygulanmış bir ádetti. Hayvanlar su içmeye getirilince sayım memurları baskın yapar ve erkeklerle hayvanları tek tek deftere kaydederlerdi. Bu sırada olay çıkması ve kan dökülmesi olağan bir işti. Hatta sayım memurlarının göz koydukları kadınları dağa kaldırdıkları bile olur, İstanbul'a şikáyetler yağar ve saray ‘‘Bu işi hemen temizleyesiniz’’ diye ferman üstüne ferman yollardı...

İl-yazıcılar yani sayım memurları herkesi ve herşeyi yerinde görerek kayda geçirmek zorundaydılar. İmparatorluğun dört bir yanına dağılmış olan sayım ekiplerinin başına devletin yüksek düzeydeki bürokratları da geçer, herbiri geniş bir bölgeden sorumlu olan bu bürokratlar hatası yahut suçu görülen sayım memurlarını şiddetle cezalandırma yetkisine sahip olurlardı.

Sayım sırasında tutulan bütün kayıtlar İstanbul'a yollanırdı. Bu kayıtlara ilk zamanlardan 17. yüzyılın sonlarına kadar ‘‘tahrir’’, sonraki devirlerde de ‘‘avárız defteri’’ denecekti.

Sayım öncesi, halktaki siláhlar toplatılırdı

Eski devirlerde sayımın birdenbire ayaklanmaya dönme ihtimali yüksekti ve devlet bu ihtimali ortadan kaldırmak için sayım öncesinde akla gelen her türlü tedbiri almaya çalışırdı. İşte, bunlardan biri: Sultan İbrahim, Aydın'daki sayım memurlarının başında bulunan görevliye 1642'de gönderdiği fermanda ‘‘Hadise çıkmasına meydan vermemek için sayımdan önce halkın elindeki siláhları topla, sayımı ondan sonra yap’’ diyor:

‘‘Aydın'daki il-yazıcısına emirdir: Sayımını yapmakla görevlendirildiğin Aydın'da yaşayan halkın çoğunluğu kendi hallerinde insanlar değildir. Bunların tüfeklere ve diğer siláhlara sahip oldukları, bu siláhları kuşanıp yollara çıktıkları, düşmanlık yarattıkları, fesada sebep oldukları, etrafa tecavüz edip eşkiyalık yaptıkları, devlet büyüklerine ve kanunlara karşı koyarak itaatsizlikte bulundukları bilinmektedir. Halkın elinde tüfek ve başka siláhlar gibi savaş malzemelerinin bulunması yasaktır. Sen ki oralarda halkı saymakla görevli il-yazıcısısın, bu fermanımı alır almaz halkın elinde bulunan siláhları toplayarak listelerini çıkartacak ve sayıları ne olursa olsun hepsini derhal mutluluklarla dolu başkentime gönderecek, sayımı bundan sonra yapacaksın. Halktan bu emrime uymayıp inat ederek siláhlarını teslime muhalefet gösterenler çıkacak olursa, bu kişilerin isimlerini de bana arzedecek, haklarında sonradan vereceğim şerefli emrimi de eksiksiz bir şekilde yerine getireceksin’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!