Mollalar müstehcen fıkralarda

Güncelleme Tarihi:

Mollalar müstehcen fıkralarda
Oluşturulma Tarihi: Ekim 12, 1998 00:00

Haberin Devamı

İran'daki İslam Devrimi deneyinin bugün geldiği nokta, türban eylemlerinin yoğunlaştığı Türkiye açısından önemli bir örnek oluşturuyor. Ayrıca Suriye krizi sırasında Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi'yi Ankara'ya göndererek arabuluculuk yapmak isteyen İran'ın sınır bölgelerinde PKK'nın üslenmesi, bu ülkede olup bitenlerin yakından gözlenmesini zorunlu kılıyor.

O, İslam devrimi sonrasında ülkesinden ayrılmak zorunda kalmış bir İranlı. 15 yılı aşkın bir süredir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı ve vatanından uzak yıllar geçirmişti. Aradan geçen bunca yılın ardından bu yaz İran'a gitti ve aylarca kalıp döndükten sonra gözlemlerini Hürriyet'e anlattı. Akrabaları halen İran'da yaşadığı için adını açıklamak istemeyen İranlı'nın gördüklerini, yaşadıklarını, kısacası gezi notlarını anlatımına sadık kalarak kaleme aldık. Gezi notları, çoğu zaman dışardan gözlerden öğrendiğimiz ‘‘Uzak Komşu İran’’ı farklı bir gözle görmemizi sağlıyor...

Gürbulak sınır kapısı, benim için tam bir düşkırıklığıydı. Tuvaletleri olmayan, köhne, bakımsız bir yapı. Sınır kapısı olduğuna bin şahit gerekliydi.

Gümrük görevlileri de insanlara haşin davranıyor, hırpalıyorlardı. Bu halleri, binanın yarattığı kasvetli havayı iyice yoğunlaştırıyordu. Bir an önce uzaklaşma isteği ayaklanıyordu insanın içinde...

Sınırın öbür yanı çok farklıydı. İran topraklarına ayak basar basmaz sahne değişti. Işıl ışıl modern bir bina çıktı karşımıza. Türkiye'nin doğu kapısı, İran'ın batı kapısıydı ne de olsa...

İranlı gümrük görevlileri, pasaportumu kısa sürede damgaladılar, valizimi yüzeysel biçimde, şöyle bir aradılar. ‘‘Buyrun’’ dediler. Doğrusu bu kadar hızlı bir geçiş beklemiyordum. Yıllardır uzak kaldığım İran, beni uygar bir yüzle karşılamıştı. Şaşkındım.

Bekleme salonuna geçtim. Beni özel bir araçla sınırdan alacak arkadaşlarım henüz gelmemişti. Onları beklerken, merakımı gidermek için birkaç kişiye sordum. ‘‘Sınırda hep böyle iyi mi davranırlar, yoksa bugün mü farklı?’’ Hep aynı yanıtı aldım:

- Hatemi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesi sınır kapılarını da etkiledi. Aşağı yukarı bir yıldır giriş çıkışlar çok rahatladı...

Bu sözlerin doğruluğunu, yoldaki ilk kontrol noktası olan Bazergan'da da gördüm. Devrim muhafızları, Türkiye Cumhuriyeti pasaportuma şöyle bir bakıp, vizeyi görünce oyalamadılar. Hoy kavşağındaki, surlar içine yapılan kale gibi denetleme noktasından da aynı hızla geçtik.

İlk durağım Tebriz'di. Bu Azeri kenti, hiç gelişmemişti. Eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani'nin dediği gibi, ben de ‘‘Büyük bir köye’’ gelmiştim. 2.5 milyon nüfuslu Tebriz, gelişmek bir yana daha da kötülemişti. Kanalizasyonu yapılmamış; ağır sanayi yatırımları Fars bölgelerine kaydırılmıştı.

Öbür Azeri kentleri, Erdebil'de, Urumiye'de, Zencan'da, Maraga'da da aynı duruma tanık oldum. Azerbaycan sınır kapısının açılması bile Astara'ya hareket getirmeye yetmemişti. Urumiyeli bir Azeri işadamına sordum bu gözlemimi. ‘‘Bize karşı çifte standart uyguluyorlar’’ dedi ve anlattı:

- Ben kuracağım fabrikaya kredi için başvurdum. Urumiye'de düzenlenen dosya Tahran'a gitti. Tam bir yıl bekledim. Benimle aynı koşullarda yatırım yapan İsfahanlı, Farsi bir işadamına 1-5 ayda kredi verildi.

Azeri işadamı, yakınmakta haklıydı. İran'da kaldığım üç ay boyunca gezdiğim Tahran, Meşhed, Şiraz ve İsfahan fevkalade gelişmişti. Özellikle Tahran, benim 10 yıl önce gördüğüm şehir değildi artık. Avrupai bir şehir görünümünü almıştı. Gayet mükemmel binalar, yollar, alışveriş merkezleri, güzel parklar yapılmış. Heryer güllük gülistanlıktı...

Yeni siyasetçiler

İslam Devrimi sırasında mollaların her dediğine inanan, ‘‘Din adamları yalan söylemez’’ diye düşünen vatandaşlar artık gitmişti. Onların gözünde mollalar, din adamı olmaktan çıkıp siyasetçi olmuşlardı! ‘‘Molla yalancı’’ diyorlar; onlarla dalga geçen fıkralar üretiyorlardı.

Hakkında en çok fıkra üretilenlerden biri Ayetullah Muntazari. Rivayet o ki, Muntazari, birgün camide teknoloji hakkında konuşurken sormuş; ‘‘Teknolojinin ne olduğunu biliyor musunuz?’’ Cemaat sessizce dinliyormuş, ‘‘Teknolojiyi anlatmak için saatlerce konuşmak lazım. Size bir örnek vereyim’’ demiş. Mikrofona eğilmiş:

- Bakın burada alo alo diyeceğim, hoparlörden eşşek gibi ses çıkacak...

Din adamlarının ticarete atılması da fıkraların hicvettiği konulardan. Ayetullah Muntazari, bir yıkama yağlama servisi açmış. Aradan aylar geçmiş, ne gelen var, ne giden! Muntazari, ‘‘Yahu niye buraya kimse gelmiyor?’’ diye sormuş. Demişler ki, ‘‘Arabalar buraya nasıl çıksın?’’ Meğer yıkama yağlama servisi, binanın ikinci katındaymış...

Yine bir camide geçen ve bir mollanın konuşmasını alaya alan fıkra da fahişelerle ilgili. İslam devriminin ilk günlerinde fuhuşun ortadan kaldırılması için çalışıyor; koca bulup fahişeleri evlendiriyorlarmış. O günlerden birinde bir molla sevinçle camiye gelmiş; cemaate, ‘‘Size çok iyi bir haberim var’’ demiş; anlatmaya başlamış:

- Bakın İslam hayatında muvaffak olduk. Genelevdeki 50 kardeşimizi, 50 Müslüman kardeşimizle evlendiriyoruz...

Mollalarla ilgili fıkraların kimisi de müstehcen. Hem de gazetede yazılamayacak kadar...

Taksi şoförünün öfkesi

Hatemi, İran'da yeni bir rüzgar estiriyor; vatandaşların düş kırıklığını onarmaya çalışıyordu. Hatemi'yi öbür din adamlarıyla bir tutmayan halk arasında ‘‘Hatemi milletin sorunlarını çözmeye çalışıyor’’ düşüncesi büyük destek buluyordu.

Ancak Hatemi'nin önündeki en büyük engel, ekonominin durumu. Görüştüğüm işadamları, bilim adamları sanki ağız birliği etmişti; ‘‘Ekonomi kötüye gidiyor, yoksulluk artıyor.’’ İthalat yapan firmaların yöneticileri de yakınıyordu:

- Piyasa çok durgun. İthalat yapamıyoruz.

Nedenlerini sorduğumda ‘‘devletin bir yıldır borçlarını ödeyemediğini’’ söylüyorlardı. ‘‘Milletin alım gücü de azaldı’’ diye de ekliyorlardı. Bir işadamı, eskiden legal yollardan gelen birçok malın artık kaçak yollarla ülkeye girdiğini anlatıyordu:

- Kaçak malların bir kısmı sınır ticaretiyle, bir kısmı da Kürt bölgelerindeki dağ yollarından giriyor. PKK'lılar da daha rahat girip çıkıyor. Basra Körfezi'nden kayıklarla da mal getiriyorlar. Bu mallar iç piyasada rahatlıkla satılıyor.

Başka bir ithalatçı, kaçakçılığın ulaştığı noktayı anlatabilmek için bir gazete haberini dayanak gösteriyordu:

- Birkaç gün önce Hemşehri gazetesinde bir haber okudum. Kaçak yollardan İran'a mal getirenlerin 39 bin dosyası devletin elindeymiş.

Gerçekten de kaçakçılık nedeniyle yargıya yansıyan dosya sayısının 39 bin olması durumun vehametini ortaya koyuyordu. Kaçak malların çoğunluğunun da Kuzey Irak'taki Kürt bölgesinden geldiği biliniyordu. Bu bölgeden İran'a geçişin çok kolay olduğu, sınırın yeterince denetlenmediği söyleniyordu.

Hatemi yönetimi de ekonomideki kötüye gidişin farkında. Ekonomi Bakanı Namazi'nin bir televizyon konuşmasında ‘‘ekonominin iflasın eşiğinde olduğunu’’ söylemesi de bunu kanıtlıyordu. Namazi, İran'daki sermayenin batıya kaçmasından yakınıyordu:

- Ekonomiyi bilen herkes görüşlerini yazıp bana göndersin. Meselelere elbirliği ve gönülbirliğiyle çözüm bulalım.

Bütçenin Meclis'te açıkça tartışılmadığı, devletin gelir ve giderlerinin şimdiye değin gizli tutulduğu bir ülkede bu önemli bir adımdı. Ama henüz bu yaklaşım, hayatın her yanına yayılamamış...

Devlet icraatı, vatandaşlar açısından hala tam bir sır küpü. Tahran'da bindiğim taksinin şoförü, radyodaki bir ekonomi haberine sinirlendi. Bana döndü, gözleriyle şöyle bir inceledikten sonra konuşmaya karar verdi:

- Beyefendi, hangi ülkelere neden yardım yaptıklarını bile bilmiyoruz. Suriye'ye, Filistin'e, Lübnan'a büyük paralar veriyorlar. Sonra da ekonominin kötü durumda olduğunu söylüyorlar. Hangi hakla?

Vatandaşlar, İslam devriminin başka ülkelere ihraç edilmesi adına kimi İslami hareketlere mali yardımda bulunulmasını benimsemiyorlardı...

Nüfus neden arttı?

Buna tepki göstermekte haksız da sayılmazlardı. Çünkü İslam devrimi, halkın gelir düzeyini yükseltmemiş; tam tersine azaltmış. Gelir düzeyinin düşmesinin en bariz nedenlerinden birisi hızlı nüfus artışı. Kürtaj ve doğum kontrol hapları yasaklanınca devrimden önce 30-35 milyon olan nüfus, şimdi 65-70 milyona çıkmış!

Mollalar, aile planlaması çalışmalarını başlatmak zorunda kalmışlar. Ancak bu girişimin çok etkili olduğu söylenemez. Öylesine bir mantık yerleşmiş ki, değiştirebilmek çok zor.

Yerleşik mantığın somut örneği, jinekoloji alanında yaşananlar. Erkek jinekologların kadın hastaları muayene edememesi bu tür uygulamalardan sadece birisi. Zaten İran'da artık erkekler jinekolog olamıyor; eskiden kalan erkek jinekologların görevi de kadın doktorlara yardımla sınırlı. Öbür alanlarda da erkek doktorlar, kadınları muayene edemiyorlar. Mecbur kalırlarsa, kadın hastanın üzerine bir örtü örtülüyor; muayene etmesi gereken bölge açıkta kalıyor; sadece o bölgeye dokunabiliyor...

Böyle bir zihniyet değişmeden doğum kontrolünün gerçekleştirilmesi güç gözüküyordu...



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!