Oluşturulma Tarihi: Aralık 20, 2000 00:00
modernizm, postâlem ve ben! / 2 postmodernizm kavramının türkiye için henüz çok yeni olduğunu söylemiştim. batıda ise 1960' lı yıllardan beri tartışılmakta. aslında modernizmin aksamaya başladığı kimi alanlarda yapılması gereken yeni tanım ya da tanımlar böyle bir kavramın adlandırılmasına neden oldu diye düşünüyorum. ne var ki, modernistlerin yaptığı kadar kesin vargılarla içi dolmadı bu sürecin. adı konuldu ama aradan geçen zaman belli taşların yerine oturması için çok da yeterli değildi; daha çok bir geçiş süreci olarak görüyorum bunu. postmodernizm, sanatın estetik ölçütleri için tümüyle söz sahibi olabileceği gibi, yerini, onun eksikliklerinden ortaya çıkabilecek başka bir akıma / kavrama da bırakabilir. postmodernist kavramı ilk kez new york' ta modernizme bir tepki olarak çıktı. 'çağdaş toplumda eğer yaşam kitleselleşmişse -ki artık öyledir- sanat yapıtının estetik ölçütlerini de o kitlenin belirlemesi gerekir' tezinden yola çıktılar. postmodernlere göre kitleselleşen bir yaşamın yansıtılması ister istemez 'taklit' unsurunu içerecekti. modernlerin yaptığı gibi taklit unsurunu sanatın dışında tutmak, dışında görmek, son derece yanlıştı. çünkü modernizm, değiştirmeye, dönüştürmeye yönelik bir çizgi içeriyordu. postmodernler ise sanatın yaşama yön verme ve yaşamı sorgulama gibi bir hakkının olmadığını ısrarla savunuyorlardı. onlara göre sanatın hiçbir misyonu yoktu. ayrıca modernizmin ısrarla üzerinde durduğu sanatın seçkinciliğine ve yaratıcılığın özgün olması fikrine de karşı çıkmışlarıdır. andy warhol, postmodernizmin öncülerinden ve postmodernizme zemin hazırlayan pop-art (popüler sanat)' ın en tanınmış ustasıdır. pop-art' a göre sanat bir ayna denli sadece yaşamı yansıtır. yaşama müdahale etme hakkı yoktur. üstelik bu durum onun en temel işlevi olarak kabul edilir. sanatın, anonim ilişkiler içinde kaybolan, kitlenin mekanik bir parçası haline gelen ama kitle içinde kendini farklı gören bireyler için olduğunu düşünürler. modernizmde olduğu gibi yorumlama yoktur. bana göre bu durum akıntıda sürüklenen bir yaprak olmaktan çok da farklı değildir. çünkü okur ya da izleyici tükettiği sanat eserlerinde yalnızca kendi resmini görebilecek, bu ona kolay algılayabildiği bir sanat olarak geri dönecek, yani, bir nevi masturbasyon yapmış olacaktır. pop-art' ın ulaşabileceği kitleyi bir birey ya da nesne-birey olarak gördüğü düşüncesi de çok yanlış olmaz kanımca. yorum olmadığı için sanat eserinin ulaşabileceği en büyük hedef kitle esas olarak ele alınır. tarkan, odanıza astığınız posterindeki o sıcak gülümsemesi ile, tıpkı mona lisa gibi dolaşabilir bütün damarlarınızda ve siz özel olduğunuzu hissedebilirsiniz. hedef, belli bir azınlığın değil, bütün toplumun sanat tüketicisi olmasıdır. postmodernizmin kitlesel bir üretim ve kitlesel bir tüketimi öngördüğünü söylemiştim. işte bu kitlesel üretim için gerekli 'teknik' koşulları ve yine kitlesel tüketim içinde 'zorunlu' koşulları oluşturmak onun görevlerindendir. elbette bu düşünce sisteminde özgün olmaya da gerek yoktur. tek yapılması gereken, kitlenin bildiği nesneleri sanatçının yorumunu da içerecek şekilde 'taklit' etmektir. hemen aklıma gelen bir örnek; hepimizin daha önceden bildiği ve kalıcılığından da şüphemiz olmayan 'nostalji' kasetlerinin bu kadar çok satmasını modern (yani yenilikçi, eskiyi yıkarak yerine yeni olanı koyan, bütün gerçek sanatlar gibi önceleri yadırganan ama zamanla değeri anlaşılan...) bir sanatın göstergesi olarak kabul edebilir miyiz? postmodern sanat estetiğinin modern sanat estetiğinden ayrıldığı çok önemli bir noktadır seçkincilik. modern sanatın olmazsa olmaz' ı 'misyon' ve bireye dönük olması, postmodernlere göre son derece yanlıştır. sanatsal estetiğin popülist çerçevede şekillenmesini önemserler. sanat eserini tüketecek olan bir 'kitle' olduğuna göre, kitlenin beğenisi ile sanatsal estetik arasında doğrusal bir orantı vardır / olmalıdır. ne giyeceği, ne yiyeceği, nasıl ve ne şekilde yaşayacağı imajsal olarak ve onların dışında belirlenen bir toplumda, sanatın bir misyonun olmasının çok da önemli olmadığı fikri aslında bana da ilk bakışta çok itici gelmiyor. çünkü böylesi bir durumda bir şeyleri yıkmak için çok geç kalındığı da son derece açıktır. bu görüşler ışığında postmodern sanat anlayışının popülizm ve eklektizm üzerine kurulduğunu da söylemek çok yanlış olmaz. misyon' a karşı çıkmalarının en temel nedeni ise, yaşamda artık bir misyonun kalmadığı tezidir. artık yaşama taklit hakim olmuştur ve sanat da öyle olmak zorundadır. modernizm zamanı ön plana çıkarır. tarihsel bir boyutu vardır en azından. eskiyi bilir ki onu yıkmak için gerekli verilere sahip olsun. postmodernizmin ise eskiyi yıkmak gibi bir derdi olmadığı için bugünü ve geçmişi anlatan bir çabası vardır. bununla birlikte mekansallık ve yerellik de son derece hakimdir postmodern sanat anlayışında. kısaca, şimdiki zamanda ve bulunduğun mekanda geçer olaylar. (burada bir parantez açarak daha önceden yaptığım istatistiki bir çalışmayı not olarak sunmak istiyorum size: türkiye şiiri üzerinde zaman kipleri ve kişi zamirleri üzerinde yaptığım ve izlek dergisinde yayımlanan bir araştırmanın sonuçları ilginçti; 1980 yılına kadar yazılan şiirlerimizde geniş ve gelecek zaman hakim, geçmiş zaman çok azdı. kişi zamirleri ise genelde 1. çoğul ve 2. tekil olarak şekilleniyordu. 80 sonrası yazılan şiirin ise neredeyse tamamı 1. tekil şahıs ve şimdiki zaman' da yazılmıştı!) postmodern eğilim sanat eserinin 'ben' olarak tüketilmesini sağlıyor. üretim dili de aynı şekilde; bir kitle özelinde ama yine 'ben' olarak belirleniyor ve o sanat eserini tüketenler de, eserde kendini görerek özel olduğuna dair sahte ipuçları bulabiliyor. gerçeğin 'açık uçlu' olarak algılanması da postmodern sanatın bir diğer özelliği. gerçekliği yansıtma yerine belirsizlik ve kararsızlık hakim. bu durumda da sanat eserini tüketen kişi kendi kararını, kendi gerçekliğini oluşturma hakkına sahip elbette. bu türden sanat eserlerini son dönemde
sinema ve yazında oldukça bol miktarlarda görebiliriz. özellikle sinema postmodernizme hızlı bir geçiÅŸ yapmıştır. filmi izlediÄŸiniz süre boyunca etkisinden kurtulamaz, sarsıldığınızı hisseder ama aradan birkaç gün geçince de aklınızda hiçbir ÅŸey kalmadığının farkına varırsınız. aslına bakarsanız gerek modern, gerekse postmodern sanat anlayışında, estetikte, birbirine benzeyen öğeler de hiç az deÄŸil. ortaya çıkan birkaç ama önemli farklılıkların adlandırması bu durum daha çok. bir yapısalcı olan althusser ile postyapısalcı olan foucoult arasındaki büyük benzerlikler gibi. ne ki, temelleri çok saÄŸlam olmasa da postmodernizm, modernizmin temelleri üzerinden bir arayışa girmiÅŸtir de denilebilir. yukarıda da anlattığım gibi çok önemli farklılıklar dayatmaktadır çünkü. bu farklılıklardan biri de, postmodernizmin, sanatın geçmiÅŸten kopmuÅŸ bir yeni' yi aramasına karşı çıkmasıdır. modernizmin sanatçıya yüklediÄŸi, yaÅŸadığı toplum olay ve gözlemlerden, hayat ÅŸartlarından yararlanarak eleÅŸtiri yapmasını ve kendi yorumunu da ekleyerek bir çıkış yolu göstermesini, kısaca, geleceÄŸe iliÅŸkin çareler sunmasını çok anlamsız bulurlar. geleceÄŸe dönük bir sanat zorlama olacaktır çünkü. sanatın asıl iÅŸlevi geçmiÅŸe dönerek toplumsal belleÄŸe çaÄŸrıda bulunmak, onun canlı kalmasını saÄŸlamaktır. bütün bu karmaÅŸa içinde 'ben' ne mi yapıyorum? ÅŸimdilik bir postâlem çocuÄŸu olarak, gözlerimi kapamaktan baÅŸka çarem yok sanıyorum... Ali Hikmet EREN - 20 Aralık 2000, ÇarÅŸamba Â
button