Güncelleme Tarihi:
Bir zamanların paparazzileri, şımarık sopranonun, Onassis'in kendisine hediye etmiş olduğu bilmem kaç karat mücevheri beğenmediği için uzatmalı sevgilisinin kafasına fırlattığı ya da, ‘‘La Scala’’daki provada piyanist fos tuşe vurduğu için dekorları isterik çığlıklarla yırttığı haberlerini verirlerdi.
Cehaletimi bağışlayın, benim opera kültürüm yoktur. Batı musikisini çok sevmeme rağmen notalı insan sesi kullanan klasik sahne eserlerinden hazetmem.
Kolay Verdi aryalarını bile dinlemem. Wagner ‘Siegfried’’ini hiç dinlemem.
Bırakın ‘‘La Scala’’da Pavorotti işiteceğim diye Milano'lara uçmak, binde bir davet edildiğim prömiyerlere dahi ‘‘şeref vermemek’’ için, sanki kiralıktan başkası mülkiyetimde varmış gibi, smokinimim temizlemede olduğu yalanını uydururum. Ya da tam o gece müthiş bir gribe yakalanırım.
Belki eşek hoşaftan ne anlar suyunu içer tanesini bırakır diyeceksiniz ama, delicesine hoşlandığım Schubert, Schumann veya Mahler ‘‘lied’’lerini hariç tutarsak, zahir modern zamanların uslanmaz bir çocuğu olduğumdan, insan sesi duyulan müzik yapıtları arasında, ben, pek çok kişinin nefret ettiği ve zaten tam opera olarak tanımlanamayacak çağdaş ve avangard eserleri severim.
Örneğin, Alban Berg'in ‘‘Wozzeck’’ine bilet bulabilmek için yağmur altında kuyruk yapabilirim ve aralıksız altı saat boyunca, ‘‘Plajdaki Einstein’’da Bob Wilson'un repetitif tınılarına büyülenebilirim.
Ama dediğim gibi, klasik operaya kırk yıl uğramasam, aklıma gelmez.
* * *
EFENDİM, operadan söz edişimin gerekçesi Maria Callas'tan kaynaklanıyor.
Zira belki malumunuz, bu yıl, tüm zamanların ‘‘en büyük divası’’ addedilen Yunan asıllı sanatçının yirminci ölüm sene-i devriyesi idrak ediliyor.
Dolayısıyla, şu sıralar Batı radyo ve televizyonlarından hangisinin düğmesine bassanız; Avrupa kitapçılarından hangisinin camekanına göz atsanız; yabancı dergilerden hangisinin sayfasını çevirseniz, karşınıza Callas çıkıyor.
Plakçı dükkanlarının tezgahlarını da, silme, fi tarihinde bu soprano tarafından icra etilmiş eserlerin yeni kopya CD'leri dolduruyor.
İyi güzel müzik aşkı, ‘‘bel canto’’ nostaljiyası, insan kadirşinaslığı ve saire falan filan ama, sağa bak Callas, sola bak Callas, hafakanlar basıyor.
İnsanın içinden müteveffa hatuna sunturlu beddua savurmak geliyor.
* * *
Zahir anladınız, eh toprağı bol olsun ama, ben operayı sevmediğim gibi, doğrusu bu Maria Callas'ı da sevmezdim. Günahım kadar hazetmezdim.
Hayır, milliyetçiliğe ve şovenliğe zırnık prim verenlerden değilim, bunun ünlü sopranonun Yunani kökenden inmesiyle asla bir ilgisi yok.
‘‘La Traviata’’daki icra tarzıyla ise hiç mi hiç ilgisi yok.
Bilmediğim bir sanat dalında yorum getirmek zaten benim ne haddime...
Efendim Callas'dan hoşlanmazdım, çünkü birincisi, asıl ismi Kalegoropulos olan kadıncağızı olağanüstü derecede kaknem bulurdum. Suratından korkardım.
O koca göbekli ve gangster gözlüklü diğer Yunani Aristidis Onassis'in bile nasıl olup da böyle çirkin bir hatuna milyarlar yedirdiğine şaşırıp kalırdım.
Zaten Callas'ı sevmememin diğer nedenini artistin hayat tarzı oluştururdu.
Ellili yıllar sonundan hayal meyal, atmışlı yıllardan da iyi hatırlıyorum, ‘‘diva’’nın yeni bir kaprisi mutlaka her hafta dergi sayfalarına düşerdi.
O zamanların ilk paparazzileri, şımarık sopranonun, Onassis'in kendisine hediye etmiş olduğu bilmem kaç karat mücevheri beğenmediği için bunu uzatmalı sevgilisinin kafasına fırlattığı ve Cannes'de demirli yatı arya söyleyerek terkettiği ya da, ‘‘La Scala’’daki provada piyanist fos tuşe vurduğu için Callas'ın dekorları isterik çığlıklarla yırttığı haberlerini verirlerdi.
Hanımefendileri günlük hayatta da opera sahnesindeymiş gibi davranırlardı.
İşte bu yüzden, ben de, Herge'nin ‘‘Tenten’’ çizgi - romanında yarattığı bütün olumsuz kişilikler içinde en çok Maria Callas'ı fena halde alaya alan ‘‘Castafiore’’ tiplemesine bayılırdım. Taşlamaları tekrar tekrar okurdum.
Üstelik anımsıyorum, koca göbekli ve gangster gözlüklü armatör ne zaman ki yurttaşı madamaya artık dayanamaz oldu ve Kennedy'nin tahta memeli dulu Jackie 'ye nikah kıydı, bendeniz de zevkten dört köşe oldum.
Callas'ın bundan böyle ‘‘Medea’’ tragedyalar söyleyeceğini düşündüm.
1977 yılında ‘‘diva’’nın öldüğünü işittiğimde ise değil bir nebze gözyaşı dökmek, radyo O'nun anısına ‘‘Macbeth’’den parça çalmaya başlayınca ibreyi tak diye caz istasyona döndürdüm.
Doğru doğru dosdoğru, ben Callas'ın vefatına zerre kadar üzülmedim.
* * *
N'apim, klasik opera kültürüm yok ve bu sanat türünden zevk almıyorum.
N'apim, Maria Callas'ın hançeresinden çıkan sesleri anlamıyorum.
Üstelik, etten ve kemikten olarak da bu Maria Callas'ı hiç sevmiyorum.
Cehaletimi tekrar bağışlayın ve merhumeyi hayırla anmadığım için günahımı affedin.