Güncelleme Tarihi:
Cumartesi kitapçısı
Kalın ökçe giymiş sakalet kızlar, frapan fular bağlamış hoş kadınlar veya trençkot omuzlamış dandi adamlar dilbilim tezgahında kaygısız bir gürültü ve mimari bölümünde sevecen bir laubalikle dolanırken, sonbahar cumartesisinin kent mutluluğunu içeri taşıyorlar.
CUMARTESİ şehirlerinin aylaklıkları ne güzeldir... Bahtiyarlıkla dolarız.
Hele hele, şimdilerdeki gibi sonbahar yavaştan yavaşa inmeye görsün...
Yağmur çiselermiş veya rüzgar sarmalarmış ne gam, trençkotumuzun cebinde demin aldığımız kestane külahının ılık güvenliği, o mağaza senin ve bu dükkan benin, kaldırımdan kaldırıma vitrin yalarız. Kentin aşina anaforunda akarız.
Sakalet ayakkabılardaki ökçe kalınlığı karşısında hayrete düşsek ve butik camekanındaki şık fuların eski sevgilimize yakışıp yakışmayacağını düşünsek bile, bunları dert etmeyiz. Aldırmayız. Hüzünlenmeyiz.
Çünkü biliriz ki gelecek güz moda yine estetik iskarpinlere dönecektir ve biliriz ki, müstakbel sevgilimiz yine frapan fular bağlayacaktır.
Karşıya geçeriz ve sonbahar cumartesinin mutluluğunda kitapçıya gireriz.
* * *
BEN de kitapçıya girdim. Daha doğrusu, okunacak ve dinlenecek her şeyin satıldığı devasa bir mağazaya girdim.
Aslında, yeni yaygınlaşan bu tür alanlardan pek hazetmiyorum. Sosyoloji raflarından çizgi - roman etajerlerine yürürken, sanki önümde puset, süper - marketin süt mamulatı reyonundan deterjan bölümüne geçiyormuş gibi oluyorum.
Yayınevini unuttuğumdan falanca yazarın filanca kitabını sorduğumda ve bilgisayarın düğmesine basan tezgahtar mekanik bir sesle bütün başlıkları sıraladığında da üzerime garip bir irkilti iniyor. Biraz ürperiyorum.
Elimde ciltler kasa önünde kuyruğa dizildiğimde ise, yine süper - marketteki gibi, Cemil Meriç'in ‘‘Bu Ülke’’sini pastörize edilmiş Silivri yoğurdu veya İvo Andriç'in ‘‘Drina Köprüsü’’nü dilimli vakumlanmış Macar salamı niyetine alıyormuşum zehabına kapılıyorum.
* * *
OYSA ben, basılı sayfalarla aramda kurulacak ilk ilişkinin daha mahrem ve daha özel bir mekanda gerçekleşmesini isterim.
Nitekim, benim değişik şehirlerde değişik kitapçılarım vardır. Bildik ve bilindik... Satıhta küçük, muhteviyatta büyük... Çalışanları da dostlarım...
Zaten onlar leb demeden leblebiyi anlarlar. Ben daha ismi telaffuz etmeden adı sanı duyulmamış bir yazarın kitabını en üst raftan indirirler.
Sonra, o kitapçı dostlar ki benim zaman süreci içinde nelere ağırlık vererek nasıl bir evrim geçirmekte olduğuma mim koymuşlardır, ‘‘bunu da alacaksın’’ diyerek önüme başka bir cilt daha bırakırlar.
Üstelik, benim kitapçılarım dışarıdan tecrittirler. Soyutlanmışlardır.
Ancak bu tecritlik, tesadüfen raslanan Fransız Şiiri Antolojisinin mevsimi çağrıştırarak, Verlaine'den ‘‘Sonbahar kemanının uzun hıçkırıkları - Yaralar kalbimi hem yeknesak ayrılıkları’’ melankolilerine gitmenizi engellemez.
Dolayısıyla, dediğim gibi, modernliğini, çeşitliliğini, kolaylığını, genişliğini son derece beğensem dahi, ben, sonbahar cumartesilerinin bahtiyar avareliği dışında süper - market kitapçılara pek uğramıyorum.
* * *
GEÇEN cumartesi iyi ki uğramışım. Aklımla bin yaşayayım...
Doğru, burada benim kitapçılarımın mahremi ve sukuneti yok.
Doğru, sayfalarla tensel temasa geçtiğimde röntgenci kameralar ve felsefe bölümünde zayıflama metodu arayan salak hatuna tarafından gözetleniyorum.
Doğru, müzik departımanındaki en son rock parçayı yayınlayan hoparlörler bu yayını servis anonsu için kesiyorlar ve sonra diğer pop parçaya geçiyorlar.
Üstelik yine doğru, Ortadoğu Edebiyatı raflarından Sadık Hidayet'in ‘‘Kör Baykuş'unu çektiğimde, sebze reyonundan enginar seçiyormuşum gibi geliyor.
Varsın öyle olsun !
Süper - market kitapçıların da bambaşka bir cazibesi var.
Oralar, mekandaki tüm kapalılıklarına rağmen dışarısıyla bütünleşiyorlar.
Kalın ökçe giymiş sakalet kızlar, frapan fular bağlamış hoş kadınlar veya trençkot omuzlamış dandi adamlar dilbilim tezgahında kaygısız bir gürültü ve mimari bölümünde sevecen bir laubalikle dolanırken, sonbahar cumartesisinin kent mutluluğunu içeri taşıyorlar. Demode melankolilere imkan tanımıyorlar.
Burada, benim kitapçılarımda raslanan Fransız Şiiri Antolojisinin mevsimle irtibatlandırma kurdurarak ‘‘Sonbahar kemanının uzun hıçkırıkları - Yaralar kalbimi hep yeknesak ayrılıkları' hatırlatmasına götürmesi söz konusu değil.
Burada şehrin, mevsimin ve zamanın diyalektik devinimi hüküm sürüyor.
Süper - market kitapçılar bütün reyonlarında, bütün bölümlerinde ve bütün mekanlarında cumartesi kentlerinin sonbahar bahtiyarlığını sergiliyorlar.
* * *
NE mutlu ! Sergilesinler. Kitabını almasam da bahtiyarlığını alırım.
Cumartesi şehirlerimin sonbahar cazibesine cazibe katarım.
Sonra, trençkotumun cebinde kestane külahının ılık güvenliği ve kent kalabalığının anafor aşinalığı, mahrem ve tecrit kitapçılarıma yürürüm.
Cumartesi daha uzun, sonbahar henüz yeni ve kitapçılar daima bahtiyar...