Güncelleme Tarihi:
Modern Müslümanların yeni starı Çeriç
Bildik din adamlarından değil. Dostoyevski’den de referans veriyor, Bakara Suresi’nden de. Aynı konuşmanın içinde Buhari’den de alıntı yapıyor Max Weber ve Toynbee’den de. Müslüman ilahiyatçıların katıldığı çok ciddi bir toplantıda konuşmasına, "Beni dinlemeye mecbursunuz, yoksa biz müftüyüz, fetvayla zorla dinletiriz!" esprisini patlatarak başlıyor.
Mayıs 1993’te yani savaşın en hararetli zamanlarında Kuala Lumpur’dan Bosna’ya geldi. Aliya İzzetbegoviç Bosna’nın kurtuluş mücadelesinin siyasi önderliğini yaparken, Mustafa Efendi ise manevi lideri oldu. Savaş sırasında Sırplar Ali Paşa Camii’nin minaresini bombaladılar. Mustafa Çeriç, "Bir Müslüman asla kilise ve sinagogların tek bir taşına dokunmayacak. Çünkü onlar da Allah’ın evidir" diyerek Bosna’daki kiliselerin ayakta kalmasını sağladı.
2000 yılında Birleşmiş Milletler’in düzenlediği New York’taki Dünya Barışı Zirvesi’ndeki konuşmasına, Çin’in itirazı üzerine toplantıya katılamayan Dalay Lama’ya destek vererek başladı. Zirveye katılan bütün dini liderlerin kadın-erkek eşitliğini kabul ettiklerine dair bir bildirgeyi imzalamalarına öncülük etti.
Kendi deyimiyle Türk Müslümanlığı ile Chicago’da okuduğu yıllarda karşılaştı. Fakat Türklerle asıl yakınlaşması Türkiye’ye geldiği 1986 yılında oldu. "Çağımızın yaşayan en büyük alimlerinden biri" dediği Prof. Dr. Ekmelettin İhsanoğlu’ndan çok etkilendi. Diyanet İşleri eski Başkanı İhsan Yazıcıoğlu ile de temas kurdu. Mustafa Efendi, Mayıs 2008’de Brüksel’de toplanan Avrupa Birliği (AB) Troyka’sının karşısında yaptığı konuşmayla dikkatleri yine üzerine çekti. AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, dönem Başkanı Slovenya Başbakanı Janez Jansa ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering’den oluşan AB Troykası, Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman temsilcilerle bir araya gelerek iklim değişikliği ve kültürlerarası uzlaşmayı tartışıyordu. Bosna Başmüftüsü Mustafa Çeriç, "AB Türkiye’yi almakta tereddüt etmemeli ve gecikmemeli. İslam’ın Avrupa’nın parçası olduğunu göstermeli" dedi.
Utah Üniversitesi’nde çalışan din sosyoloğu Hakan Yavuz "Yeni nesil İslami burjuvazinin modeli Bosna Hersek’teki İslam, din adamı da Müftü Mustafa Çeriç" demişti. İşte Türkiye’deki Müslüman entelektüelleri de çok etkileyen Mustafa Çeriç’i Saraybosna’da ziyaret ettik.
El Ezher’de de eğitim gördünüz, Chicago Üniversitesi’nde de. Bu iki üniversite arasındaki farklar nelerdi?
-El Ezher yaklaşık bin yıllık bir üniversite. Çok eski bir akademi. Chicago da çok köklü bir üniversite. Bu iki ünivesitedeki en önemli fark şu: El Ezher’de sorulacak soruların içinde zaten cevaplar da mevcuttur. Çünkü bizden önce gelenler bütün soruların cevabını çoktan vermiştir. Bize düşen ise bu sorulara verilmiş cevapları öğrenmekten ibarettir. Chicago’daki eğitim felsefesinde ise, insan aklı varoldukça yeni sorular gündeme gelir. Eski sorulara da yeni cevaplar bulmak her zaman mümkündür. Bizden öncekilerin aklı uhrevi bir akıl olmadığına göre, Allah bize de aynı aklı ve fikri ihsan ettiğine göre, eski ya da yeni sorulara biz de cevaplar verebiliriz. Buna hem hakkımız vardır hem de böyle bir özgürlüğümüz. Chicago Üniversitesi’nde sorular gayet açıktı ama bu soruların mutlak yanıtı yoktu. Çünkü teoloji ve felsefede, aslında tüm bilimlerde kesinliğin başladığı yerde hayat biter. El Ezher’de ben hazır cevaplar alıyordum ama Chicago’da sorularımın cevaplarını kendim bulmak zorundaydım. Ben bir Müslüman olarak şimdi daha iyi anlıyorum ki Chicago’da verilen eğitim Müslümanlara verilmesi gereken gerçek eğitimdir. Müslümanların şimdi her zamankinden çok böyle bir eğitime ihtiyacı var.
El Ezher’de hiç mi bir şey öğrenmediniz?
-Hayır öyle değil, zaten Chicago’da El Ezher’in hakkını da teslim ediyorlar ve bu okula da çok saygı duyuyorlar. Şöyle ki, ben aslında Chicago’ya master için başvurmuştum. Onlar benim El Ezher’de bitirdiğim bölümü öğrendiklerinde "siz aslında master seviyesini aşmışsınız, doktora programına dahil olun" dediler.
Peki siz Bosna’da medreselerde nasıl bir dini eğitim veriyorsunuz?
-Ben şimdi öğrencilere ders verilirken balığı hazır ve pişirilmiş bir şekilde önlerine koymaktansa onlara balığın nasıl tutulacağını öğretmekten yanayım ve buradaki medreselerde de bunu uygulatıyorum. Yani önce nehre gitmeniz ve nehrin kıyısında sabırla beklemeniz gerekiyor, sonra da suya girip balığı yakalamalısınız. Müslümanlar bu şekilde yapmadıkları müddetçe hiçbir zaman ileriye gidemezler.
Nakil ve akılla ilgili bir noktada duruyoruz şimdi anladığım kadarıyla. Aklın ne kadar yetkisi vardır size göre naklin karşısında?
- Bizim mezhebimize (Hanefiliğe) göre dinde değiştirilemeyecek bazı şeyler vardır. Ama bunlar farklılaşabilir, çeşitli hallere bürünebilir. Bunu su gibi düşünün. Suyu sadece su olarak da kullanabilirsiniz ya da H2O’yu muhafaza ederek onu buz haline de getirebilirsiniz, gaz haline de. Din de böyledir aslında. Bir formülü vardır, ama halleri ortama ve koşullara göre değişebilir. İmam el-Matüridi’ye göre (10. yüzyılda Semerkan yaşamış önemli düşünürlerden biri) nakil yanında akla da büyük önem vermiş ve hepimizin önünü açmıştır. Biz şimdi daha iyi anlıyoruz ki İslam alemi dogmaların alanını genişletip aklın önünü kestiğinde gerilemiş, bunun aksi olduğunda ise ilerlemiştir. Tarih bize bunu defalarca kafamıza vura vura öğretti.
Burada farklı bir Müslümanlık yaşanıyor. Giyim kuşam konusunda da farklı buradaki Müslüman kadınlar. Örtünmenin altı pek fazla çizilmiyor.
- Biz kadın ve erkeğin yaratılıştan eşit olduğuna inanırız. Çünkü hepimiz neticede bir anneden yani Havva anadan geliyoruz. Kadın ne kadar ilerlerse Müslümanlar da o kadar ilerler.
Kadınların örtünmesi konusundaki farklı uygulamalara ne diyorsunuz?
-Devlet bu alana girmemeli. Ne örtünme zorunluluğu getirmeli ne de başlarını açması için zorlamalı kadınları. İran da yanlış yapıyor Türkiye de. Aslında buradaki sorun laiklikle ilgili. Biliyorsunuz, iki çeşit laiklik anlayışı var. Biri Fransız kökenli olan sekülerlik, diğeri de Amerikan laisizmi. Fransızlar devletle din işlerini ayırmışlar ama dinin nasıl yaşanacağını şekillendirmişler. Burada devletin dini alana müdahalesi var. Amerika’da ise ne din devlete karışır ne de devlet dinin alanına girer.
Sizin ailenizde tesettür bir sorun oluyor mu?
-Eşimin başı örtülü ama iki kızım var, ikisinin de başı açık. Ben onlara örtünme konusunda hiçbir baskı ya da telkinde bulunmadım. Ben öyle örtülüler gördüm ki yarı çıplak dolaşanlardan daha günahkardılar. Öyle açık kadınlar gördüm ki melek gibiydiler. Hülasa başın üstündekiler değil içindekiler önemlidir...
Hoşgörüyle ilgili mesajlar veriyorsunuz sürekli. Bunun bir etkisi oluyor mu?
- Bakın, dünyada başka dinlerle bir arada yaşadığımız gerçeğini mutlaka kabul etmeliyiz. Eğer Allah hepimizin aynı dinden olmasını murad etseydi, öyle olurdu. Sadece hoşgörü değil karşılıklı kabulden de söz ediyorum. Hoşgörü kelimesi, yüksekte duranın altlarda kalana bir ihsanı gibi duruyor biraz. Çok önemli mesafeler katettiğimize inanıyorum bu konuda.
SİYASİ İSLAM’A YAKIN TÜRK POLİTİKACILAR VE ENTELEKTÜELLER SIK SIK ONU ZİYARET EDİYOR