MİT olayında ne olup bittiğini beş yıl sonra öğreneceğiz

Güncelleme Tarihi:

MİT olayında ne olup bittiğini beş yıl sonra öğreneceğiz
Oluşturulma Tarihi: Nisan 01, 2012 00:00

Ergin Cinmen 'Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık' eyleminin sözcüsü olarak tanınmıştı. Hukuki sorunlarda hep bağımsız, özgün bir göz oldu. Avukatlığının yanı sıra aktivist kimliğiyle de öne çıktı. Altı ay kadar önce de sessiz sedasız Bodrum sahillerine çekildi ama niyeti avukatlığa ve hayata müdahil olmaya devam etmek. O sadece bir İstanbul yorgunu.

Haberin Devamı

 
Doğma büyüme İstanbulluyum ama İstanbul artık çekilmez hale geldi. Trafiği, insan ilişkileri beni sıkmaya başlamıştı. Hep deniz kıyısında bir köyde yaşamak isterdim. Bu istek uzun süredir takıntı halindeydi. Metropolden altı ay oldu Bodrum'a geleli. Türkbükü'nde yaşıyoruz. Doğayla iç içeyiz. Ama mirasyedi değilim, bir yerlerden para kazanmam gerek. Bodrum’da bir büro açtık. Kaydımızı Muğla Barosu'na aktardık. Mesleğimi yürütebilmek için en elverişli yer burasıydı. Mesleğimizi kendi habitatımız içinde yapacağız.

Kızım Işıl gazetecilik yapıyor. Eşimin de bir kızı var. Arkadaşlarla paslaşarak İstanbul'daki davalarımızı da bitirmeye çalışıyoruz. Burada da iyi müvekkillerim var. Herkes bana siyasi avukat gözüyle bakıyor. Ben iyi bir ceza avukatıyım. Fakat bütün avukatlar gibi özel hukuk davalarına da giriyorum, sadece sosyal olaylara daha fazla zaman harcıyorum. Farkım bu. Zaten Bodrum'a taşınmam sosyal olaylara müdahil olmaktan vazgeçtiğim anlamına da gelmiyor. Toplantılara, panellere katılıyorum. Mesela burada 'Orgeneral Muğlalı İşhanı' var. Arkadaşlarla belediyeye dilekçe yazdık, “Bu ismi kaldırın, kaldırmazsanız idare mahkemesine başvuracağız” dedik. Yalıkavak'taki Kenan Evren Caddesi'nin adının da değiştirilmesini istedik.

Haberin Devamı

KENDİMİ SORUNLARA MÜDAHİL HİSSETTİM

1979'da mesleğe başladım. 10 yıl kadar ceza avukatlığı yaptım, hayatım sıkıyönetim koridorlarında geçti. Acılı bir süreçti. Ama o süreç insanı çelikliyor da. Ciddi bir mücadele yetisi getiriyor, hukuku daha iyi anlıyorsunuz. Aslına bakarsanız benimki politik mücadele değildi; siyasi bağlantım yoktu. Baskı gören insanların yanında olmak istedim. Beni bu hallere getiren, 12 Eylül'dür. Kişiliğim 12 Eylül'den sonra oluştu. Sonra da avukatlıktan hayatımı kazanırken kendisini sorunlara müdahil hisseden insanlardan oldum. Belli sosyal mücadelelerin içinde bulundum. Çağdaş Hukukçular Derneği üyesiyim. Öyle bir şapkam da var. Turgut Kazan döneminde baro yönetiminde bulundum. Daha sonra istifa ettim.

Bana çok zorluk çıkarıyor

ADIM

Haberin Devamı

Asıl adım İsmail Aziz Ergin Cinmen. Biri dedemin adı, biri herhalde mahalleden birinin... Beni çok zorladı bu iş. Terzi kendi söküğünü dikemez misali ben de mahkeme kararı aldırıp o iki adı bir türlü attıramadım, öyle kaldı. Hayatım boyunca o isimleri kullanmamıştım. Ama Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) geçildiğinde avukatların tam ismi yazılıyor. Duruşmalara girdiğinizde UYAP'ta ne çıkarsa gene o. Öyle bir destan gibi uzayıp gidiyor adım. Soyadımın anlamını da çok araştırdım bulamadım. Annem Selanik muhaciri ama babam İstanbullu.

ÇBS'ydim ben

ÜNİVERSİTE

Lisede de fakültenin ne de benim siyasi bir yönüm vardı. Bir fraksiyon durumum olmadı. 'ÇBS' derlerdi bana, 'çizgisi belirsiz sosyalist' yani. Pek de parlak bir öğrenci değildim. Düzenli çalışmayı hiç sevmedim. Onun için lise hayatım zor geçti. Hukuk’ta devam zorunluluğu, sürekli sınav olmaması da hoşuma gitti. Fakülteye 1971'de girdim. Hukuk'u istiyordum çünkü adalete ihtiyaç olduğunu hissediyordum. 1975'te mezun oldum.

Haberin Devamı

Bir gün öncesinden biliyorduk

12 EYLÜL

Bahri Belen 30 yıllık mücadele arkadaşım. 11 Eylül 1980 cuma günü, duruşma sonrasında bir meyhaneye gittik. İki-üç duble içtik. Gece yarısı bir arkadaş geldi, "Yarın darbe olacakmış ama Kemalist bir darbe olacakmış" dedi. Millet güldü, oraya kadar gelmişti aslında darbe olacağı haberi. Eve doğru taksiyle giderken bir-iki tank gördük, "Yahu bu Ali'nin dediği doğru mu acaba?" dedik. Bahri ile beraber benim eve geldik, uyuyacağız. Sabaha karşı telefon çaldı. Bir arkadaş, "Televizyonu açın darbe oldu" dedi ve 10 yılımız öyle geçti. O dönemde siyasi nedenlerle soruşturmaya uğramadım. 1990'larda DGM Savcısı Nusret Demiral'a hakaretten hakkımda bir dava açıldı. Nihat Sargın ve Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) yurtdışından dönmüştü. Onların avukatlığını yapıyorduk o sırada. Emniyet yazı yazmış, "Soruşturma yapıyoruz ama bilgi vermiyorlar". Nusret Demiral da "Bilgi almak için sabırlı ve gayretli çalışmalarınıza devam edin" diye yazmış. Bunun üzerine Bahri “Savcılığın bilgisi dahilinde işkence yürütülüyor” diye bir dilekçe kaleme aldı. Bunu savcıya hakaret addettiler. Yargılandık, beraat ettik. O zamanlar işkence, yargılamanın bir parçasıydı. Suç duyurusuna rağmen hiçbir işlem yapılmadı. Ama yüzlerce davadaki gibi AİHM bu davada da Türkiye'yi mahkum etti.

Haberin Devamı

Böyle davalarda savcılar yukarıya bakar

SUÇ DUYURUSU HAZIRLIĞI

12 Eylül darbesinin sorumluları sadece cunta değildir. Bütün sıkıyönetim komutanları, cezaevi müdürleri, bakanlar, özellikle Bülend Ulusu Hükümeti ve Danışma Meclisi üyeleri de sorumlu. Fikret İlkiz ve Haluk İnanıcı ile birlikte bunların da soruşturulmasını isteyen 35-40 sayfalık bir suç duyurusu metni hazırladık; Çağdaş Hukukçular Derneği'ne verdik. İnternet aracılığıyla bütün Türkiye'ye yayılacak. İnsanlar imzalayıp savcılıklara verecek. İddianameyi görünce bu çalışmamızın ne kadar doğru olduğu da ortaya çıktı aslında. Düşünün ki, Türkiye'deki ortalamanın çok üzerinde yaşadı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya. Onlar ölseydi dava açılmayacak mıydı? Evet, iddianame yetersiz ama içinde insanlığa karşı suçlar bölümü de var. Darbenin gerçekleştirilmesi 146. Madde'ye de girer. Demokrat diye tanımladığımız hukukçuların kalkıp, “Bu iddianameyle beraat çıkar” demesi yüz kızartıcı bir hata. Bugünkü siyasi iktidarın 12 Eylül ile hesaplaşmayı düşündüğünü de zannetmiyorum. 12 Eylül gibi devasa bir olayı bir savcıya verirseniz olmaz bu. İşte Balyoz, Ergenekon davasında siyasi irade gösterildi. Büyük bir savcı grubunun önü açıldı. Böyle davalarda savcılar yukarıya bakar.

Haberin Devamı

Dürüst bulmadım oy vermedim

REFERANDUM

Referandumda amaç HSYK'nın değiştirilmesiydi. Bir havuç gibi ortaya Geçici 15. Madde'nin kaldırılması kondu. CHP ve hatta BDP de son derece yanlış bir muhalefetle bu işin üzerine gitti. İktidar, kafa karışıklığı olsun diye birbirine benzemeyen şeyleri bir torbaya koyarak toplumun önüne getirdi. Bakın, Roma Hukuku'ndan gelen bir ilke var: Referandumda ancak benzer şeyler halkın önüne getirilir. Boykot amacıyla değil, bu dürüstlüğe de sığmayan bir mesele olduğu için referandumda oy vermedim. Asla "yetmez ama evet" demedim.

Nedeni Oslo süreci

MİT OLAYI

MİT olayında bir savcı, Başbakan'ın iradesine rağmen hareket etti! Bu çok önemli. Yasa değişene kadar da yakalama kararı kalkmadı. Gizli siyasi yapıyla, bilinen siyasi yapı arasında kavga bu. Oslo süreci bu kavganın bir nedeni. Yani, "PKK ile mücadele, onlarla müzakere etmekten geçmez" diyor emniyet kanadı. Bu, cemaatin görüşü müdür bilmiyorum. Ama nihayetine iki siyasi güç yargı vasıtasıyla karşı karşıya geldi. Belki Tayyip Erdoğan da çekindi, “MİT müsteşarının kapısına gelen bir gün benim kapıma da gelir” dedi, bilemiyoruz. Şu anda gazeteciler hem yargının hem de siyasi iktidarın ve gazete patronlarının baskısı altında. Bu, şu anda yaşanan en tehlikeli olay. Bu baskı, otosansür de yaratıyor. O yüzden neler olup bittiğini, detaylarını beş yıl sonra göreceğiz. Bence muhalefet çok yetersiz.

Askerler eylemi manipüle etti

BİR DAKİKA KARANLIK

'Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık' eylemini söylediğimde beş-altı yakın arkadaşımın dışında herkes dudak büktü. Eski eşim Mebuse Tekay bir faks hazırladı. Vurucu bir metindi. Bu fakslar bütün Türkiye'de gezinmeye başladı. "Saat 21.00'de ışıkları bir dakika kapatalım" demiştik. 1 Şubat'ta ışık yakıp söndürmeler başladı. Daha sonra tava tencereler ortaya çıktı. İnsanlar sahiplendi, eylemi onlar çeşitlendirdi. Güzel, barışçı bir eylemdi. Refah-Yol iktidarı vardı. Erbakan, eyleme 'Glu glu dansı' dedi. Doğru Yol Partisi yöneticilerinden biri ışığını yakıp söndürenlere 'vatan haini' dedi. Refah'tan biri de "Mum söndü oynuyorlar" dedi ve arkasından Genelkurmay devreye girdi. 10 Şubat'ta gazetelerde, "Genelkurmay'ın ışıkları yandı söndü" haberi vardı. Susurluk'la birlikte devletin içindeki çetelere karşı başlamıştı eylem. Sonra Güven Erkaya bir röportajında, "Bir Dakika Karanlık Eylemi Refah-Yol'a tepki olarak yapılmadı ama bunu kullandık" dedi. Militarizm, oradan da meşruiyet kazanmaya çalıştı. Bu, iğrenç bir olay. İktidar, Susurluk'u korudu, o nedenle eylemin ona karşı bir yönü vardı kuşkusuz ama asla "28 Şubat'ın müsebbibi budur" denilemez.

Başında adalet bakanı olmamalı

HSYK

12 Eylül döneminden 2000'lere kadar işkence yargılamanın bir unsuruydu. Gözaltına alınan herkes istisnasız işkence görürdü. Türkiye o zaman sistemli işkence uygulayan ülke statüsüne getirildi. 1995-2000 arası AİHM, Güneydoğu'daki olaylarla ilgili olarak insanlara, "Merci tüketmenize gerek yok. Doğrudan gelin, çünkü Türkiye'de hak arama yolları kapalı" diyordu. Şimdi böyle değil. Bugünün eleştirilebilecek çok yanı olabilir ama 12 Eylül gibi bir cehennemle bugünü kıyaslarsanız bu olmaz. Şu anda yargıçlar, biz avukatlarla, hukukçularla en azından bir diyalog içinde. Onlarla yan yana oturamazdık, şimdi bir panelde özel yetkili mahkemeden bir savcı yardımcısını görebiliyorum. Eskiden HSYK bir mağaraya girmiş insanlar gibiydi; onlara ulaşamazdık. Şimdi bir saydamlaşma var, eleştirebiliyorsunuz. Ama başından beri söyledik, adalet bakanı başkanı olduğu müddetçe HSYK siyasi tavır alır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!