Güncelleme Tarihi:
1249’da Fransız Kralı IX. Louis’nin liderlik ettiği Haçlı ordusu, hatırı sayılır bir donanmayla Mısır’daki Dimyat’a saldırdı. (Hani deyimde, pirince giderken evdeki bulgurdan olduğumuz Dimyat). O dönemde Mısır’dan Hasankeyf’e kadar uzanan topraklarda Eyyûbî hanedanı hüküm sürüyordu. Melik (sultan) Salih Eyyûb Necmeddin, Dimyat’taki savaş sürerken hastalanarak çadırında hayatını kaybetti. İşte tam bu noktada, sultanın melikesi olan Şecerüddûr, tarihe yepyeni bir yön çizmek üzere sahneye çıktı.
İNCİLERİN AĞACI
Adı ‘İncilerin Ağacı’ anlamına gelen Şecerüddûr (Şecer ud-Durr olarak da yazılır), Salih’in haremine alınmış Türk bir cariyeydi. Türkler, 9. yüzyıldan itibaren paralı/köle asker olarak İslam ordularında yer almaya başladılar. Kısa zamanda içlerinde yöneticiliğe yükselenler oldu. ‘Memlûk’ adı verilen bu askerler Eyyûbî devletinin de en önemli birlikleri arasında yer alırdı. Moğol istilalarının yarattığı kargaşa ortamında, Deşt-i Kıpçak denen Türk diyarından genç yaşta toplanan bu Memlûklerin yanında genç kızlar da getirilirdi. İşte, Şecerüddûr da muhtemelen bunlardan biriydi. Genç cariye kısa zamanda yükselerek Salih’in gözdesi oldu. Sultan, gittiği yerlere mutlaka onu da götürürdü.
Şimdi tekrar 1249’un son aylarına dönelim... Fransızlarla savaş kritik bir şekilde devam ediyordu. Bir süredir hasta olan sultanın çadırında öldüğünün öğrenilmesi ordunun moralini bozabilir, zaten zor geçen mücadele bir anda kaybedilebilirdi. Vezirlerle ve sultanın yakın adamlarıyla görüşen Şecerüddûr, bu bilginin üvey oğlu veliaht Turanşah’ın Mısır’a ulaşmasına dek ordudan gizlenmesini sağladı. Çadıra gelenlere sultanın ağır hasta olduğu ve kimseyi kabul edemeyeceğini bildirildi. Memlûk birliklerinin kendinden kat kat güçlü bir orduyu yendiği sırada Şecerüddûr yazılı emir ve belgelere sultanın imzasını atıyordu. Veliaht Turanşah, bölgeye vardığında üstünlük Eyyûbîlere geçmişti bile. Şecerüddûr ve Memlûkler, Turanşah’tan iltifat ve ödül beklerken buldukları düşmanlık ve aşağılama oldu. Turanşah bir gece sarhoşken, babasından kalan tüm Memlûkleri ortadan kaldıracağını söyledi. Bu haber üzerine Memlûkler organize bir hareketle Turanşah’ı öldürdüler. Mısır’daki Eyyûbî saltanatına son veren bu askeri darbede emri Şecereddür’ün verip vermediğini kesin olarak bilemiyoruz. Ama Turanşah’ın devrilmesiyle birlikte Aybek, Faris Aktay, Baybars gibi askeri liderlerin ittifakla Şecerüddûr’ün emrinde yer alıp onu Memlûk Devleti’nin ilk sultanı ilan etmeleri, kendisinden habersiz hareket etmediklerinin belirtisidir.
DEVLETİN BAŞINDA BİR KADIN
Komutanlarıyla birlikte yönetimi ele geçiren Şecerüddûr hızla işe koyuldu. Esir tutulan Fransız kralı IX. Louis’yi yüklü bir fidye karşılığında serbest bırakıp Mısır’ı terk etmelerini sağladı. 1250’de Kahire’de ‘Salih’in Karısı, Halil’in Annesi, Dinin ve Dünyanın Saflığı, Müslümanların Melikesi (kraliçe, ece) Şecerüddûr’ sanıyla tahta oturdu. Cuma hutbelerinde adı halifeyle birlikte okunmaya başladı, hatta para bastırdı. Bu alışılmadık durum Suriye’den Bağdat’a kadar tüm İslam dünyasında muazzam şaşkınlığa yol açtı. Halife “Eğer aranızda başa geçirecek erkek kalmadıysa, biz size buradan gönderelim” diyerek Memlûkleri tehdit etti. Baskının ciddiyeti karşısında Şecerüddûr yeni bir formülle gücünü korudu: Önce atabeyi (başkomutanı) olan İzzeddin Aybek’le evlendi, ardından küçük yaşta bir Eyyûbî göstermelik sultan tayin edildi. Kadın sultan görünürde tahttan çekilmişti. Ama artık tarih sahnesinde Mısır’ı ve sonrasında Suriye’yi Osmanlıların fethine kadar 264 yıl boyunca yönetecek Memlûk Devleti vardı.
Şecerüddûr ve kocası Aybek, devleti birlikte yönetiyorlardı. Bir süre sonra Şecerüddûr, Aybek’in ilk karısıyla buluşmasını engelleyip ondan boşanmasını istediyse de bunda tam başarılı olamadı. Üstüne üstlük Aybek’in, ilerleyen yıllarda gücünü artırmak için Musul hükümdarının kızıyla evlenme planları yaptığını öğrenince araları açıldı. Bir gün Aybek, bir çevgan oyunundan sonra (Türklerin at ve topla oynadıkları binlerce yıllık oyun. Bugünkü polonun atasıdır) sarayda hamama gittiğinde Şecerüddûr tarafından organize edilen bir suikastla öldürüldü! Haber saraydan ‘ani ölüm’ olarak duyurulduysa da Memlûkler buna inanmadılar ve bir karşı darbe sonucu Şecerüddûr ve adamları tutuklandı. Şecerüddûr başkalarının eline geçmesin diye mücevherlerini kırarak un ufak etti. Aybek’in ilk karısından olan oğlu Ali tahta oturtuldu. Ali’nin annesinin cariyeleri tarafından takunyalarla bir gün boyunca dövülen Şecerüddûr, 1257’de hazin bir şekilde can verdi. Cesedi kalenin surundan hendeğe atıldı. Birkaç gün sonra Kahire’nin evliyası kabul edilen Hz. Hasan’ın kızı Seyyide Nefise’nin bulunduğu mıntıkaya defnedildi. Türbesi, ondan yaklaşık 400 yıl önce Mısır’ı yöneten bir başka Türk’ün yaptırdığı ve Kahire’nin bugün ayaktaki en eski camisi olan Tolunoğlu Ahmet (Ahmed bin Tulun) caminin güneyindedir.
UNUTULMAYAN BİR MİRAS
Mısır’daki halk inanışına göre Ali’nin annesi, yani Ümmü Ali, Şecerüddûr’un ölümünü kutlamak için yufka, süt, kuruyemiş ve şeker gibi malzemelerden bir tatlı yaptırıp herkese dağıtmış. Bu olay nedeniyle, bugün Arap ülkelerinde sıcak yenilen, güllaç benzeri bu enfes tatlı, Ümmü Ali (Om-Ali) adıyla anılmaya başlamış. Şecerüddûr, ölümünden sonra kendisine Arap kültüründe destansı bir yer bulmuş. Halk hikâyelerine, masallara kahraman olmuş. Hatta bir rivayete göre hac mevsiminde Mekke’ye gönderilen sûrre alayları ve Kâoe örtüsü gönderme geleneğini o başlatmış. Şecerüddûr, 20. yüzyıla gelindiğinde de Mısır’da modern romanlara, eserlere, popüler kültüre konu oldu.