Güncelleme Tarihi:
AK Parti Erzurum Genişletilmiş İl Danışma Meclisi Toplantısı, Erzurum Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Toplantıya Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, AK Parti Erzurum milletvekilleri Selami Altınok, Abdurrahim Fırat, Fatma Öncü ve Mehmet Emin Öz, AK Parti Artvin Milletvekili Faruk Çelik, Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen ile ilçe belediye başkanları, AK Parti Erzurum İl Başkanı İbrahim Küçükoğlu, AK Parti Artvin İl Başkanı Fatih Tahtalı ve partililer katıldı.
Toplantıda kısa bir konuşma yapan Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, geçen hafta içinde ilk yerli ve milli uydu TÜRKSAT 6A'yı uzaya fırlatmanın mutluluğu yaşadıklarını ifade etti. Bakan Uraloğlu, "Bu ülkenin bir evladı olarak, bir mühendis olarak bunu yapabilmenin gerçekten haklı gururu, sevinci ve heyecanı var. Onun için Cumhurbaşkanımız bize hedef gösterdi. Her türlü maddi manevi desteği verdi, Allah ondan razı olsun. Bizlere de çok şükür gereğini yapmak nasip oldu. Şimdi aklıma şu geldi. Eğer Teyo Pehlivan (Palavraları ile ünlü) sağ olsaydı, bu 6 ay içinde neler söylemezdi, hikayelerini bol bol anlatırdı" dedi.
Erzurum'da 5,5 ay görev yaptığını söyleyen Bakan Uraloğlu, Erzurum'un her zaman AK Parti'ye güç ve destek verdiğini ifade ederek, "Erzurum'a Devlet Demiryolları Bölge Müdürlüğü'nü kurduk. Fiili olarak da bütün üniteleriyle inşallah kısa zamanda hayata geçireceğiz. İlk etapta biz Sivas'tan Kars'a kadar olan mevcut demir yolu hattımızı rehabilite ediyoruz ve buradaki kapasiteyi arttırıyoruz ama ben biliyorum ki siz hızlı treni bekliyorsunuz. Onunla ilgili çalışmalarımız da devam ediyor. Onu da inşallah çok uzatmadan yapım çalışmalarını, ihalesini yapıp başlayacağız" diye konuştu. Bakan Uraloğlu, konuşmasının ardından Artvin'e gitmek üzere salondan ayrıldı.
‘UYUM İÇERİSİNDEYİZ’
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ise konuşmasında, özellikle siyaset mekanizması içinde uyum ve birlikte çalışmanın kendisini çok mutlu ettiğini belirterek, "Bakan yardımcılığı, müsteşarlık gibi görevleri yaparken görmüştüm. Milletvekilleri, belediye başkanı, il başkanı arasında uyumun olmadığı illerde, kayıplarla karşı karşıya kalıyorlar. İstedikleri şeyleri yapamıyorlar. Zaman kaybediyorlar. İstenilen yatırımları, hizmetleri alamıyorlar. Böyle bir sıkıntıyla karşı karşıya kalıyoruz. Ben aslında ilk bakanlığa başladığımda en büyük endişelerimden bir tanesi buydu. Ya vekillerimiz arasında bu harmoniyi yakalayamazsak. Fakat bakanlığa başladıktan sonra ilk toplantımızdan itibaren beni aralarına kabul ettiler ve aralarındaki uyumun ne kadar güçlü olduğunu gördüm. Attığımız her adımı birlikte atıyoruz. Attığımız her adımı birlikte istişare ederek konuşarak atıyoruz. Ben bu uyumu sağlamamıza vesile olan başta il başkanımız olmak üzere Büyükşehir Belediye Başkanımıza, milletvekillerimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum" dedi.
Bakan Tekin, 13 yaşından itibaren siyasetin içinde olduğunu, afiş asarak başladığını, siyasi mücadelede her seçim döneminde yer aldığını belirtti. Lidere ölümüne bağlılık üzerine yürüttükleri siyaseti eleştirenlerin, hakir görenlerin bugün kendilerine saygı göstermek durumunda kaldığını kaydeden Bakan Tekin, "Çünkü biz bu duygularla, bu düşüncelerle ve bu heyecanla iktidara geldik. İktidarı korumamız da aynı ahlaki ilkelere aynı heyecana ve aynı motivasyona sahip olmakla kaim olabilir. Fakat önemli bir nokta daha var. Yaptığımız şey istişareyle, uyumla, vicdani muhasebeyle beraber yaptıysak, yola çıktıysak çıktığımız yoldan bizi asla kimse döndüremez. Cenabıallah Kur'an'ı Kerim'de diyor ki 'İşinizi istişareyle yaparsanız size karşı çıkanlar Cenabıallah lev metelaim' diye tanımlıyor. Yani kınayanların kınamasından korkmadan, üzerinize gelenlerin eleştirilerini aldırmadan doğru bildiğiniz yolda devam edeceksiniz. Biz de AK kadro olarak bu ülkeye, bu millete hizmet etmek Sayın Cumhurbaşkanımızın çizdiği çerçevede yürümek için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan yola devam edecek büyük bir aileyiz" diye konuştu.
‘BUGÜN BENİ ELEŞTİRENLER O GÜN DE ELEŞTİRİYORLARDI’
Türkiye’de 15 Temmuz sürecinin öncesinde, 2013 yılında da eleştirilip, hedefe alındığını anlatan Bakan Tekin, "Çünkü ben diyordum ki “Ülkemizin üzerine çöreklenen, yurt dışından beslenen, yurt dışından fonlanan, yurt dışından projesi ve yol haritası çizilen bir hareket var, bir yapı var. Bu yapı, bu ülkenin bağımsızlığı, bu ülkenin milli devlet olma vasfıyla problemi var. Bizi birilerinin sömürgesi yapmak isteyen, birilerinin arka bahçesi yapmak isteyen bir yapı var. Bu yapıyla mücadele etmemiz gerekir” diyordum. Bugün beni eleştirenler, o gün de eleştiriyorlardı. Daha bugün buraya gelmeden 1 hafta içerisinde baktım. 17-25 Aralık sürecinden önce dershane kavgasında yaptıklarımı kimler eleştirmiş ve hangi dili kullanarak eleştirmiş? Ne tuhaf değil mi? Şu an beni eleştirenler o gün de beni eleştirmişler. O gün doğru yolda olduğumuzu sonradan fark ettiler. Bugün de doğru yolda olduğumuzu fark edecekler. Çünkü biz yaptığımız bütün işleri istişareyle yapıyoruz" dedi.
‘İSRAİL HAYLAZ ÇOCUK GİBİ FİLİSTİN HALKINA ZULMEDİYOR’
Bakan Tekin, Gazze meselesine değinerek, "Dünyanın gözü önünde, İsrail haylaz çocuk gibi gasbettiği Filistinlerin topraklarında ev sahibi olan mazlum Filistin halkına zulmediyor. Bütün dünya da sesini kesmiş dinliyor. Şimdi bugün 15 Temmuz'un da yıl dönümü. Ben 2 olay arasında çok ciddi bir bağlantı kuruyorum. Bunun altını çizerek söylemek istiyorum. Bu benim akademik anlamda da tespitim, farklı ortamlarda da tartışabiliriz bunu yine. Türkiye'de FETÖ bir B planı oluşturmaya, hükümetle savaşmaya ne zaman karar verdi acaba? Ben Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki veriler üzerinden şunu söyleyebilirim. Elimde bununla ilgili onlarca done var. 2009 yılı yerel seçimlerinden sonra FETÖ mesela okullar konusunda bir B planı yapmaya başlamış. Farklı okul gruplarını uluslararası fonlarla, Yahudi destekli fonlarla, farklı okul gruplarını satın alıp farklı görüntü vurgularının olduğu okulları haline dönüştürmüş. Peki ne oldu 2009 yerel seçimlerinden önce? Şöyle bir zihninizi yoklayın. Bir tane çok kritik bir olay var. Sayın Cumhurbaşkanımız, Davos'ta dönemin İsrail Cumhurbaşkanına aleni bir biçimde posta koydu ve dedi ki 'Ben seni katil olarak tanıyorum ve seninle mücadele edeceğim'. ‘One minute’ diyerek bunu yaptı. Bu olayın üzerine Türkiye'deki FETÖ yapıları sen Cumhurbaşkanımıza ve Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetini alaşağı edecek B planlarını hayata geçirmeye başladı. 2009’dan sonra MİT krizi, Gezi olayları, 17-25, 15 Temmuz. Bakın bunların hepsi tekrar söylüyorum, 31 Mart 2009 yerel seçimlerinden sonra yapılanlar. Ne yapmışlar biliyor musunuz arkadaşlar? Kendi müntesiplerini farklı şapkalarla hatta gazetelerde sayfa sayfa ilanlar verdiler. ‘Haindir, hain ilan ediyoruz’ diyerek farklı siyasi partilerin, farklı sivil toplum örgütlerinin, farklı organizasyonların içerine kendi adamlarını sızdırdılar, gönderdiler. Böyle bir B planının içerisine girdiler. Dolayısıyla ben 2009 Cumhurbaşkanımızın Davos çıkışını bu kavga açısından önemli bulduğum için FETÖ ile 15 Temmuz'da bugün İsrail'in Gazze'de yaptıklarını özdeşleştiriyorum. İkisi birbirinin devamı niteliğinde hususlardır. Kabaca şunu söyleyebilirim, diyebilirim ki İsrail bugün yaptığını belki 2009 yerel seçimlerinden sonra veya 15 Temmuz'dan sonra yapacaktı" diye konuştu.
‘TÜRKİYE'DE HER ALANDA DEVRİM NİTELİĞİNDE ŞEYLER YAPILDI’
Bakanlığı ile ilgili açıklamalarda bulunan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde aslında Türkiye'de her alanda devrim niteliğinde şeyler yapıldı. Dünyanın başka bir ülkesinde, öyle bir ülke düşünün ki derslik başına düşen öğrenci sayısını yarıya düşürmüş, öğretmen başına düşen öğrenci sayısını yarıya düşürmüş. Ülkedeki bütün okullara internet altyapısı döşemiş. İnternet erişim hizmeti vermiş. Akıllı tahtalarla okulları donatmış. Bunu da yaklaşık 15 yıllık bir periyotta yapmış deseniz literatüre eğitim devrimi olarak geçer ve dünyanın her tarafında örnek olarak okutulurdu. Şimdi bu rakamlar Türkiye genelinde de böyle. Türkiye'de ortaokul düzeyindeki, ortaokul ve üstü düzeyindeki bütün okullarımızda fiber optik olanlar var. Normal ağ bağlantısı olanlar var. Bütün okullarımızda internet bağlantısı var. Bütün okullarımızdaki internet bağlantısının faturasını bakanlık olarak biz ödüyoruz. Bakın bu bedava değil. Biz bunun faturasını ödüyoruz. Yüz milyonlarca lira internet faturası ödüyoruz her ay. Yetmedi yaklaşık 700 bine yakın dersliğimizde akıllı tahtalar var. Peki bu akıllı tahtalarla ne yapıyor çocuklar? Türkiye'nin değişik bölgelerindeki öğretmenlerimizin uygulamalarını dünyanın değişik ülkelerindeki iyi uygulamaları bizim bakanlıktan oluşturduğumuz elektronik içerikleri EBA dediğimiz bir yatırım eğitim portalı üzerinden, öğretmenimiz istediği zaman çocuğa görsel film, müzik ya da uygulama biçiminde oradan gösteriyor. Eğitim öğretim, şu bahsettiğim rakam dünyanın hiçbir ülkesinde yok. Anlattığımız zaman başka ülkelerdeki muadillerimiz bize bizi bu anlamda takdir ediyorlar."
FRANSIZ OKULLARI
Bugünlerde kamuoyunda kendisiyle çok fazla tartışma yaşandığını söyleyen Bakan Tekin, yaptıklarının muhalefetin ve bazı çevrelerin hoşuna gitmeyeceğini ve kendisini eleştireceğini belirterek şunları söyledi:
"Ben iki hususu sizinle paylaşmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi, özellikle bugün sabah da medyada görmüşsünüzdür. Saçma sapan bir eleştiri var. Ben iki tane Fransız okuluna resmi yazı yazdım. Şimdi enteresan bir kitle var. Yalan yanlış şeyleri uyduruyorlar ve yazıyorlar. Mevzunun aslını açıklamam lazım. Çünkü benim açımdan önemli bir şey. Biz Cumhuriyetle beraber Lozan Antlaşması’nı imzaladık. Lozan Antlaşması’nda Cumhuriyetimizin kurucu kadrolarımızın altına imza attığı Türkiye'de yabancı okullarımız var. Bu okullarımızın her türlü eksiğini gidermek, bu okullara yardımcı olmak, Milli Eğitim Bakanlığı olarak, o zaman metnin altına imza atan ve Cumhuriyetimizin kurucusu Sayın Mustafa Kemal Atatürk'ün taahhüdü. Biz de bu taahhüt doğrultusunda, Türkiye'deki Lozan'la taahhüt ettiğimiz Lozan'la ve sonrasındaki mektup teatileriyle taahhüt ettiğimiz o okullara saygı duyuyoruz. Hiçbir sıkıntı da çıkartmıyoruz. Tam tersine o okulların da ihtiyaçlarını gidermek için biz kendilerine iletişim halindeyiz. Kim bunlar? Türk vatandaşı olan azınlık mensupları ve Lozan'daki mektup teatileriyle Lozan sonrası mektup teatileriyle kendilerine söz verdiğimiz yabancı okullar var. 12 tane yabancı okul var. Fransız okulları var, Alman okulları var, İtalyan okulu bunlara biz Lozan'da taahhüt ettiğimiz için hiçbir problem çıkartmıyoruz. Onlarla ilgili hiçbir sıkıntımız da yok. Fakat enteresan bir biçimde Fransa, bu mektuplarda da olmayan, sadece müstemleke ülkelerine yakışan şekilde davranarak Türkiye'de iki tane daha okul açmışlar. Okulların isimlerini burada söylemeyeyim. İki tane okul açmışlar ve bu okula da açarken de biz buraya Fransızları alacağız sadece demiş olmalarına rağmen şu an öğrenci sayısı yüzde doksan oranında Türk vatandaşı. Hangi Türk vatandaşları olduğunu tahmin ediyorsunuz yani, Fransız okuluna çocuğunu gönderen Türk vatandaşları. Şimdi bu çocuklar bir bizim sistemimizde legal ya ben 12 yıllık zorunlu eğitimi uygulamakla mükellef bir bakanım. Dolayısıyla o okula giden bir Türk vatandaşı eğer bende kaydı yoksa, ben o çocuğu okullaştırmadığım için görevimi yapmıyorum demektir. Ben şimdi diyorum çocuklar nerede? Okulda. Hangi okulda? Bizim kaydımızda yok. Nereye gidiyorlar, o iki Fransız okuluna? O benim literatürümde resmi olmadığı için bu çocuklar okullaşmamış gözüküyorlar. Şimdi diyorum ki Fransızlara, Büyükelçisine söyledim. Ya bu yaptığınız doğru değil. Ben müsteşarken yazmıştım yazıyı. Oyaladılar bizi ya evet haklısınız. İşte düzeltelim. Okula almıyorlar. Okula müfettiş gönderiyoruz. Türk öğrenci var mı diye bakalım diye almıyorlar müfettişi. Şimdi siz bizi denetleyemezsiniz diyorlar. Sonra çocuklar mezun oluyorlar. Oradan mezun çocuk diplomasının denkliğini bize getiriyor. Diyor ki diplomamın denkliğini ver. Yani vatandaş da beni karşı karşıya getiriyor. Yetmedi bu çocuklar ayrıcalıklı bir pozisyonda YÖK sınavlarına giriyorlar. Yani yabancı öğrenciler için yaptığımız yükseköğretim kurumu sınavlarına giriyorlar. Yani bir kere de adaletsizlik var orada. Şimdi diyoruz ki bunlara gelin konuşalım. İşte geliriz, yarın geleceğiz, öbür gün geleceğiz. Büyükelçiyi davet ettik, geldi. İlk fırsatta çözeceğiz. Ne zaman konuştuk bunu? Aralık ayında. İlk fırsatta çözeceğiz demesinin üzerinden yedi sekiz ay geçti hala lütfedip bizi muhatap almıyorlar. Ben de diyorum ki ya kardeşim bak, biz sizin müstemleke sömürge sömürdüğünüz ülkeler gibi değiliz. Biz bağımsız ve milli bir devletiz. Dolayısıyla bizim literatürümüze göre burada eğitim vermek istiyorsanız, bizim koşullarımıza göre hareket edeceksiniz. Gelin bu okulları meşru hale getirelim. Bunun karşılığında da sizden biz de Fransa'daki Türk vatandaşları için bazı taleplerimiz olacak. Sen benim oradaki vatandaşlarımızın taleplerini reddet, Türkçe, Türk kültürü derslerini engelle, burada kafana göre hareket et. Ondan sonra da biz resmi yazı gönderdik, okullara Türk öğrenci alamazsınız diye. Şimdi de bir köşe yazarlarına yazılar yazdırıyorlar. Öyle saçma sapan bir yazı yazmış ki. Mesela çok büyük bir gazeteci diyor ki, 'Milli Eğitim bu okullarda din kültürü dersi veremediği için okulları kapatıyor'. Ulan ahlaksızlık yapmayın ya. Gerçekten ahlaksızca bir yalan bu. Bu vesileyle ben bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal ve uluslararası hukukunu korumak adına sorumlu davranan bir Milli Eğitim Bakanı olarak bu okullara biz gerekli adımları attık. Bizim koşullarımıza gelirlerse hayatlarına devam ederler. Gelmezlerse de paşa gönülleri bilir biz de gerekli hukuki prosedürü takip ederiz. Bunu da bu vesileyle paylaşmış olayım”.
‘ÇOCUKLARIMIZ DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKACAK BİÇİMDE YETİŞSİN’
Bakan Tekin, açıklamalarının devamında şöyle konuştu:
“Şimdi çok tartışılan bir konu daha var. O da Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli. Bunu ekranlarda çokça anlattım. Ne yapmaya çalıştık? Yapmaya çalıştığımız şey şu arkadaşlar. Dünya değişti. Biz çocuklarımıza bundan 30-40 sene önceki gibi bir mantıkla eğitim vermeye devam etmeli miyiz? Yoksa değişen dünyanın koşullarına ayak uydurmak zorunda mıyız? Şimdi uluslararası raporlara bakıyorum, bizim eğitim sistemimizi eleştiriyorlar. Neyle eleştiriyorlar? Diyorlar ki siz bu çocuklara çok aşırı derecede bilgi yüklüyorsunuz. Hatta sistemleri çok örnek gösterilen birçok Batı ülkesiyle kıyaslandığında onların iki katı kadar. Bizim 12 yıllık eğitimde çocuklara bilgi yüklüyoruz. Şimdi bu pedagojik değil. Bu çocuklarımızın pozisyonlarına, algı düzeylerine uygun değil. Ben diyorum ki biz bunu azaltalım. Bir bunu söylüyorum. İki diyorum ki çocukların artık bilgi çocuklara bilgi yüklemek değil. Dünyada eğitim çocuğa verdiğim bilgiyi çocuk gündelik hayatta kullanabiliyor mu, kullanamıyor mu? Buna bakmamız lazım. Dünya buna bakıyor. Ben diyorum ki biz de sistemimizi buna göre değiştirelim. Programda yaptığımız değişiklik özü bu. Buna ilave bir şey daha ekledik. Dedik ki bir de bu çocuklarımız dünyada yaygınlaşan bir sürü sapkın ideoloji var. Dünyada çocuklar yoldan çıkıyor. Aile hayatından tutun, vatanseverlik, ahlak, merhamet ve benzeri bir sürü değerleri çocuklar kaybediyorlar. Ben bu çocuklar bu ülkenin asgari müşterek milli ve manevi değerlerine sahip çıksın, sahip çıkacak biçimde yetişsin istiyorum. O yüzden sisteme bir de bunu koyduk. Tek tek bana gelip diyorlar ki çocuklarımız işte şöyle yetişiyor. E tamam müfredata koyacağız, düzelteceğiz. Dolayısıyla bizim müfredat bir çağın gereklerine uygun bir mantıkla, teknikle hazırlandı ve çağın gerekçelerine uygun bir içerikle hazırlandı. Yerli ve milli bir bakış açısıyla hazırlandı. Bu çocuklarımızdan bu değerleri verecek şekilde hazırlandı. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi mensupları benimle ilgili ve programla ilgili eleştirileri var. Diyorlar ki laiklik ilkesine aykırı. Ben de diyorum ki, ben siyaset bilimciyim. Laiklik ilkesine falan aykırı değil. Ama CHP'nin bana dayatmaya çalıştığı laiklik tanımıyla bağdaşıyor, bu doğrudur. CHP'nin laiklik anlayışı ne? Ben söylemler üzerinden konuşmuyorum. Ben uygulamalar üzerinden konuşuyorum. CHP'nin laiklikten anladığı şey şu, 1940'lı yıllarda burada annesinden babasından dinleyenler vardır. Camileri yasaklayan, Kur'an kurslarını yasaklayan kimdir? CHP. Peki neyi adına yasakladı? Laiklik adına yasakladı. Şimdi CHP'nin laiklik anlayışıyla benimkinin aynı olması mümkün mü? Dolayısıyla ben diyorum ki sizin laiklik anlayışınız başka, benim laiklik anlayışım başka. 28 Şubat'ta başörtülü üniversite öğrencilerini ikna odalarına alıp başlarını açmak için ikna etmeye çalışanlar bunu ne için yapıyorlardı? Laiklik ilkesi için. Peki onların laiklik ilkesiyle benim anladığım laiklik örtüşür mü? Dolayısıyla ben anlaşamam onlarla. Bu anlamda Cumhuriyet Halk Partisi'nin anladığı laiklik anlayışıyla benimki bir değil. Ben onlar gibi niyet okuyuculuğu yapmıyorum. Varsayımlarla hareket ediyorlar. Ben somut verilerle konuşuyorum.”
‘TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ, EVRENSEL LAİKLİK TINIMIYLA UĞURLU’
Aynı örneğin 2014'te de yaşandığına değinen Bakan Tekin, açıklamalarında şunları söyledi:
“2014'te ortaöğretim kurumlarında yani liselerde başörtüsü isteyen öğrenci takabilir diye bir yönetmelik değişikliği yaptık. O zaman Cumhuriyet Halk Partisi yöneticileri beni içi de terörist yetiştirmekle itham ettiler. Danıştay'a dava açtılar, laiklik ilkesine aykırıdır diye. Dolayısıyla ben 1940'tan 2014'e kadar Cumhuriyet Halk Partisi'nin laiklik anlayışını görüyorum. Şimdi de farklı olmadığını düşünüyorum ve diyorum ki benim hazırladığım veya kamuoyuna deklare ettiğimiz müfredat Türkiye Yüzünü Maarif Modeli evrensel laiklik tanımıyla uyumlu, vatandaşların dini inanç ibadet hürriyetlerini savunan ve güvence altına alan bir müfredattır. Bundan da gurur duyuyorum. Şimdi ben bu eleştirileri yapanlara şu soruları soruyorum. Diyorum ki biz çocuklarımızın, birçok ülkede lisans düzeyinde verilen bir eğitim öğretim yükünü ortaokullarda ve liselerde almasını bu ilkeyi değiştirdiğimizi yükünü azalttığım için mi rahatsızsınız? Bunun için mi itiraz ediyorsunuz? İki akademik başarıyı da içine alan beceri odaklı bir eğitim anlayışına geçtiğimiz için mi eleştiriyorsunuz? Öğretmenlerimizin inisiyatifinin ve öğrencilerin katılmasının arttırıldığı bir programa mı itiraz ediyorsunuz? Çocuklarımızın kendilerini, becerilerini geliştirmelerine, dünyayla yarışabilecek bir öğrenme sürecinde olmalarına mı itiraz ediyorsunuz? Yoksa çocuklarımızın merhametli, çevresine saygılı, erdemli, milli ve manevi değerlerini özümseyen bireyler olmalarına mı karşı çıkıyorsunuz? Tarihimizin Osmanlı'nın kuruluşundan, Cumhuriyet'e, Kurtuluş Savaşı'ndan Atatürk'ün hayatına kadar kronolojik bir sırayla ve birbirini tamamlayan bir bütünlük algısıyla anlatılmasından mı rahatsızsınız diyorum? Çünkü biz müfredatımızda bunu yaptık. Ben müfredatta şunu yapmaya çalışıyorum. Bu ülkenin 86 milyon insanının ortak değerlerinin gelecek kuşaklara aktarılması için çocuklarımızın bu değerlere sahip çıkması için adımlar atmaya çaba sarf ediyorum. Ben inanıyorum ki benim hayata geçirmeye çalıştığım bizim uygulamaya çalıştığımız programımız müfredatlarımız ve uygulamalarımız Türkiye'nin birliğinden bölünmez bütünlüğünden güçlü müreffeh bir ülke olmasından rahatsız olan çevreler tarafından yoğun bir şekilde eleştiriliyor. Ben de onlara diyorum ki sizi takmıyorum. Benim sırtımı dayadığım Türk milleti. Ben onların desteğiyle yürümeye devam edeceğim. Sayın Cumhurbaşkanımıza bu konuda şükranlarımı sunuyorum. Cumhurbaşkanımızla da bütün bu konuların üzerinde konuşuyoruz. Bu konuda bizi destekliyor, bizi cesaretlendiriyor." (DHA)